29 Eylül tarihinde 2021-2023 Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklandı. Bu tür programlara koyulan uzun vadeli hedefler dünya genelinde bir iyi niyet göstergesinin ötesine pek geçemiyor. Zira ekonomi o kadar çok bilinmeyenli bir denklem ki, değil bir sene sonrasını bir ay sonrayı tahmin etmekte bile zorlanıyoruz.
Bu tür uzun vadeli tahminler hiç mi işe yaramaz? İşe yaradığı zamanlar var elbette. Kurumsal kredibilitenin yüksek olduğu ortamlarda, koyulan tahminlere nasıl ulaşılacağına dair somut adımlar da içeriyorsa bu tür programlar beklenti yönetimi açısından çok faydalı olabilir. Çünkü eğer başarılı bir programın sinyalini doğru bir şekilde verebilirseniz daha programı yürürlüğe koymadan da meyvelerini yemeye başlarsınız. Zira yatırım kararlarının en önemli bileşeni ileriye yönelik güven ve kârlılık beklentisidir.
Başarılı ekonomi tahminlerinin işlevi
Başarılı tahminlere örnek olarak ABD Merkez Bankası Fed üyelerinin kamuoyuyla paylaştığı tahminler verilebilir belki. 2008 krizi sonrasında piyasaya sürülen milyarlarca Dolar’a rağmen Fed uzun vadeli enflasyon tahminlerini hedefin üzerine çıkarmadı. Siyasiler tarafından topa tutulan dönemin Fed Başkanı Bernanke’nin enflasyonun yükselmeyeceğine dair telkinleri ile birleşince bu tahminlerin amacına ulaştığı ve etkin bir beklenti yönetiminin örneği olduğu söylenebilir.
Ancak Fed’in bile bu tür tahminleri üç ayda bir yenilediğini düşünecek olursak hele de bizim gibi kurumsal kredibilitenin düşük, önceden verilen tahminlerin tutup tutmadığının ise sorgulanmadığı bir coğrafyada 2021 için verilen bir hedef 3 mü olur 5 mi olur tartışmasına girmek çok anlamlı gelmiyor bana.
Merkez Bankası isteksiz davranır mı?
O nedenle rakamlara boğulan bir yazı yazmak yerine programda çok kısa vadeye dair verilen sinyalleri ve bunun mevcut algıyı nasıl etkilediği üzerine gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Son dönemde arka arkaya gelen not indirimlerinde uluslararası derecelendirme kuruluşlarının sıklıkla altını çizdikleri iki nokta var. Liyakat ve kurumsal bağımsızlık. 13 Eylül’de Moody’s’den gelen son not indiriminde Eylül başında açıklanması gereken YEP’in beklenmemesi anlamlıydı. Moody’s açıklamasında kurumların doğru politikaları uygulama konusundaki “beceriksizliğine” ve “isteksizliğine” atıf yaptı.
Arkadan YEP geldi. Uzmanlık alanım olduğu için özellikle para politikası konusunda söylenenlere değinmek istiyorum. Programda 2020 yılı enflasyon tahmini yüzde 10,5 olarak telaffuz edilmiş. Bu rakam yüzde 12-13 civarındaki piyasa beklentilerinin altında. Peki ne önemi var?
Şu açılardan önemli. Öncelikle böylesine büyük bir ekonomik daralma ortamında bile seneyi yüzde 12’lerde bir enflasyon rakamı ile bitirecek olmamız bizim beceriksizliğimiz, ihmalimiz ve yanlış politika tercihlerimizin bir sonucu. Bunu bir kenara koymak lazım. O zaten bugünün tartışması değil.
İkinci olarak, bu rakam büyük olasılıkla bir sonraki enflasyon raporunda TCMB’nin de sene sonu tahmini olarak karşımıza çıkacak. Burada bir sorun yok elbette. Bu tahminleri hükümet ve Merkez Bankası’nın bir araya gelerek oluşturması beklenen ve olması gerekendir. Ancak son çeyreğe girerken üç ay sonrasının enflasyon tahmininin bu şekilde düşük tutulması sene sonunda bir revizyon geleceğinin ötesinde de bir anlam taşıyor. O da şu: Merkez Bankası enflasyon tahminini bu seviyede tuttuğu sürece yeni bir faiz artırımına gitme konusunda “isteksiz” davranacaktır.
Yüksek faiz-yüksek kur ikilemi
Elbette kimse pandeminin ortasında bir faiz artırımı ile ekonomiyi zorlamak istemez. Ancak vaktinde ihmal edilen fiyat istikrarı ve 2018 sonrası geliştirilen çok kısa odaklı politikalarla düşük faiz politikalarının yarattığı yan etkilerin yamanmaya çalışması bugün kuvvetli bir faiz artırımını kaçınılmaz kılıyor. Zira yapılan araştırmalar net şekilde gösteriyor ki kur artışının ekonomi üzerinde yarattığı daraltıcı etki faiz artışının yarattığı daraltıcı etkiden çok daha büyük. Artık kuru düşürmek için satacak rezerv de kalmadığına göre geriye faiz artırmaktan başka çare maalesef kalmıyor. İlave olarak bu iş ne kadar gecikirse yapılması gereken faiz artırımının miktarı o kadar artıyor.
Gönül isterdi ki bu maceraya girişilmeden önce uzmanlık alanımızda yaptığımız uyarılar ve kaygılar dinlense, faizler enflasyon bu seviyelere gelmeden bir parça yüksek tutulsa ve enflasyon hedefe yakınsasaydı. O zaman kriz döneminde faiz indirecek ve enflasyonu da yükseltmeden bunu becerecek alanımız olurdu. Ama keşke demek için geç. Bugünü değerlendirdiğimizde ise Moody’s tarafından dile getirilen “isteksizliğin” para politikası alanında YEP tahminleri ile teyit edildiğini görüyoruz.
Esnek çalışma verimliliği artırır mı?
YEP’te dikkat çeken bir diğer husus 50 yaş üstü için getirilen düzenlemelere dair. Metinde “50 yaş üstü tam zamanlı çalışanların kısmi zamanlı çalışmaya geçişi teşvik edilecektir” şeklinde bir ifade yer alıyor. Bu adımın tam olarak ne anlama geldiğini istihdam piyasası alanında çalışan hocalarımız çok daha kapsamlı değerlendireceklerdir. Ancak benim dışarıdan gördüğüm önemli bir çekince şu: 50 yaş, üretkenliğin yüksek, özellikle kurumsal hafızaya sahip kıdemli çalışanların tecrübelerinin oldukça kıymetli olduğu bir döneme tekabül ediyor. Bu yaş üstü çalışanların kısmi zamanlı çalışmaya “teşvik” edilmesinin liyakat, üretkenlik ve kurumsal hafızaya verebileceği tahribatı çok iyi değerlendirmek lazım.
Gençlere iş imkanları tanımak elbette çok önemli. Ancak gençlere iş imkanı sağlamak adına üretkenliği yüksek tecrübeli elemanlar erken emekli edilerek yer açılma yoluna gidilirse bu durum toplam istihdam sayısını artırmadığı gibi ortalama iş tecrübesini de düşürerek verimliliği ve büyümeyi olumsuz etkileyecektir.
İstihdam artışı sağlamak ve bunu sürdürülebilir kılmak uzun vadeli eğitim politikaları, ar-ge ve teknoloji yatırımları, ve özel sektörü yatırıma teşvik edecek güven ortamının oluşması ile mümkün olabilir. Bunu yapmayıp kısa odaklı “yama”lara yöneldiğimizde ne tür yan etkilerle boğuşmak zorunda kaldığımızı bugün her zamankinden daha net görebilmemiz lazım.