Çocukken birçoğumuz yapmışızdır. Bebeklerimizi konuşturmuş ya da kafamızı çarptığımız kapının bize bir kastı olduğunu düşünmüş ve onu tekmelemişizdir. Bu yalnızca çocukların yaptığı bir şey değil, erişkinler, erişkin toplulukları da cansız eşyalara, yerlere vb özellikler atfederler. Yalnızca “ilkel” dediğimiz topluluklar değil, modern zamanlarda da. Sık bildiğimiz bir örnek Türkiye’de bir kazanın, tatsız bir olayın geçtiği bir yerin, cezalı sayılması, ve oraya bir daha uğranılmamasıdır. Cezalı bir ağaç altı örneğin, ya da cezalı bir kapı bir daha kullanılmaz. Bunu yaparken hem yaptığımızın mantıksız olduğunu biliriz, hem de yerlere, eşyalara, bitkilere insansı özellikler, kendi iradeleriyle bizim hayatımıza müdahil olma gücü affederiz. Benim yeni Koronavirüs ile ilişkim de öyle. Bir yandan virüsün kendi evrim çizgisi içinde, kendi varoluşunun gerektirdiği gibi davrandığını, temelde tek hedefinin kendisini trilyonlarca kere kopyalamak, bunun için uygun konakçılar bulmak olduğunu biliyorum. Ama bir yandan da virüsün insanlıkla karşılaşmasında öyle ilginç şeyler oluyor ki ister istemez, ona bizimkine benzer bir akıl ve duygular yakıştırıyorum.
Boris Johnson, Jair Bolsonaro’dan sonra, Donald Trump da virüse yakalanınca yine alamadım kendimi. İşte dedim, Koronavirüsün kendisini hafife alanlardan intikamı. Bu üç politik lider de, zaman zaman saf değiştiriyormuş gibi görünseler de esas olarak yeni Koronavirüsün bulaşma, hasta etme ve öldürme gücünü küçümsemişlerdi. İşin şakası bir yana, virüsü küçümsemenin, kişilerin davranışlarını etkileyerek bireysel korunma tedbirlerine uymamalarına yol açtığını ve dolayısıyla virüsü “kapma” risklerini arttırdığını söylemek mümkün.
Koronavirüs toplumların zayıflıklarını ortaya çıkarma konusunda mahir
Koronavirüs kişisel zaaflarımız dışında, medeniyetimizin zayıf noktalarını göstermek konusunda da bir özne gibi davranıyor. Nerede eşitsizlik var, nerede sistem işlemiyor, onu buluyor, ortaya çıkarıyor. Yine bir özne gücü verdim virüse. Aslında o basitçe kendisi için uygun ortamları, kolayca konakçıdan konakçıya geçerek sonsuz çoğalma fırsatları arıyor. Ama bizim “medeniyetimizin” yarattığı çeşitli ayrımcılıklar ve bunların sonucunda ortaya çıkan güçsüz insan toplulukları, virüsten korunmayı bilmiyor, bilse de koşulları yüzünden bunları uygulayamıyor. Yarattığımız sıkışık megapoller, bunların çevresinde, bazen de ortasında yoksulların ve azınlıkların daha da sıkışık ve uygunsuz ortamlarda yaşıyor olması, aynı insanların yine kalabalık toplu taşımayı kullanıp, havalandırması kötü kapalı bir mekanda bir bant üzerinde dip diye saatlerce çalışması, Koronavirüse sonsuz olanaklar sunuyor.
Koronavirüs sayı saymasını bilmeyenleri affetmiyor
Salgının başından beri kim ki virüsü yendiğini ilan etmekte acele etti ve acele bir “normalleşme” ilan etti, virüsün büyük bir enerjiyle geri geldiğini gördü. ABD’de erken açılan eyaletler, Nisan, Mayıs’ta onca acılar çekmesine rağmen kendisini turizmin cazibesinden kurtaramayıp kapılarını ardına kadar açan İspanya böyle örnekler. Maalesef Türkiye de bu örnekler arasında. Bizim saydığım diğer örneklerden farkımız sayı saymasını iyi bilmememiz.
Sağlık Bakanının 30 Eylül akşamı sayıların gerçeklerle tutarsızlığına getirdiği açıklamalar, Koronavirüsü izleme konusunda geliştirilmiş bütün standartları altüst edip, yerlerine muğlak, ve kimseye de açıklamadığımız tanımlar koyduğumuzun ilanıydı. Başka bir deyişle Bakanlık Koronavirüsü nasıl sayacağını bilmiyordu, ya da biliyordu da “atak” bir şekilde saymak iyi bir görüntüye yol açmıyordu. Memleketin itibarını korumak için kendi sayı sayma yöntemini geliştirmiş, ama bu yöntemin de tam olarak ne olduğunu kimseye açıklamamıştı. Niyet resmi Koronavirüs salgın sayılarının gerçeği yansıtmadığı eleştirilerine cevap vermekti, ama verilerin uluslararası tanımlara uymadığı söylenmiş oldu. Basın toplantısından hemen sonra bu açıklamanın uluslararası alanda ciddi sonuçları olabileceğini yazdım.
Hasar büyük oldu
Tahmin ettiğim gibi, uluslararası basın, Bakanın açıklamasını Türkiye Koronavirüs rakamlarını eksik bildiriyor şeklinde duyurdu. İngiltere Türkiye’den gelenlere karantina uygulanacağını açıkladı. Beklemediğim ise Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) kamuoyuna açık bir şekilde yaptığı uyarı oldu.
DSÖ yapısı gereği, aynı zamanda patronları olan üye ülkelerle ilişkilerinde çok dikkatlidir. Kamuya açık alanda hiç bir üye ülkeyi ismini vererek eleştirmez. Üye ülke hükümetleriyle ve Sağlık Bakanlıklarıyla ilişkilerinde de oldukça diplomatik davranır. İkili görüşmelerde bile söze her zaman övgüyle başlar, eleştirilerini sona saklar ve dikkatle ifade eder. Bu yüzden DSÖ Türkiye Ofisinin, Avrupa Bölge Ofisi adına duyurduğu “hatırlatma” olsa olsa hasarın büyüklüğünü göstermektedir . Hatırlatma mesajı, diplomatik iletişimde adet olduğu üzere Türkiye ile ilgili övücü sözlerle başlamakta, test sayısının arttırılmış olması ve test sonucu pozitif çıkanların izole edilmesi politikası takdir edilmektedir. Esas söylenmek istenen ise hem mesajın başlığında hem de üçüncü ve son paragraftadır: “DSÖ Covid-19 verilerinin konu hakkındaki DSÖ rehberleriyle uyum içinde olması çağrısında bulunur”.
İlginç olan Sağlık Bakanı DSÖ Facebook hesabından duyurulan bu mesajı kullanmış, ama “[DSÖ] virüsün yayılmasını önleme stratejimizi takdir etti” diye özetlemiştir. Basın açıklamasında strateji konusunda bir övgü yoktur. Bakanın arkasından Anadolu Ajansı da açıklamanın üçüncü paragrafını keserek, DSÖ’nün Türkiye’yi övdüğü şeklinde haber geçmiştir. İnsan bunlara bakınca asıl meselenin dış itibar olduğu konusunda kuşkuya düşüyor.
Gerçeklerle barışmak lazım
İki savaşı birlikte yürütmek mümkün değil, aynı anda hem gerçeklerle hem Koronavirüsle savaşamazsınız. Sayılar ve tanımlar üzerinden yapılan manevralar, ve bunların yarattığı güvensizlik memleketin itibarına, günde 30 bin yeni virüs enfeksiyonu ilan etmekten daha çok zarar verdi. DSÖ’nün dediği gibi “enfeksiyonların büyük kısmını tespit eden ve bu bilgiyi yurttaşlarıyla açık ve anlaşılır bir şekilde paylaşan bir yönetimin olduğu bir ülkede yaşamak, sayılar yüksek olsa bile daha güvenlidir. Çünkü bireyler olarak ne olduğunu bilirsiniz, ona göre tedbir alırsınız, yönetiminize güvenirsiniz. Aksi daha tehlikelidir.”
Hasar gerçekleşti. Vakit gerçeklerle barışma zamanı. Bunu salgının verilerini “DSÖ rehberleriyle uyum içinde” yayınlayarak sağlayabilirsiniz. Tamam, yeni hasta sayıları yine yayınlansın. Birlikte bu hastaların ne kadarının yoğun bakımda, ne kadarının hastanede ne kadarının evde takip edildiğini bilelim. Ama ve illa ki DSÖ tanımına uygun bir şekilde, belirtisi var ya da yok, her gün kaç tane yeni Covid-19 enfeksiyonu bulunduğu da bildirilsin. İllere ve ilçelere göre, yaş ve cinsiyet dağılımıyla birlikte. Sözüne güvenilen bütün ülkelerin yaptığı gibi. Salgını kontrol altına almanın ilk, ve olmazsa olmaz adımı budur.