Covid-19 pandemisi dünyayı kasıp kavurmaya başlamadan önce 3 Kasım 2020 ABD başkanlık seçimi dünya siyasetinin bundan böyle alacağı şekli belirleyecek bir dönüm noktası sayılıyordu. Oysa doğanın gücü, yani salgın yalnızca ABD başkanlık seçimini arka plana itmekle kalmadı. Dünyayı her bakımdan ciddi bir değişimin eşiğine sürükledi.
Bu değişimin boyutları ilk salgının başlangıç aşamalarında anlaşılamadı. Örneğin Dünya Bankası, IMF, OECD gibi kuruluşlar 2021’de ekonomilerin yeniden büyümeye geçeceğini öngörüyorlardı. Şimdiyse değişimin yalnızca büyüme rakamlarıyla sınırlı kalmayacağı, kapitalist sistemin bir dönemece geldiği konuşuluyor. Davos Dünya Ekonomi Forumu Başkanı Klaus Schwabb son olarak Covid’in neoliberalizmin sonunu getirdiğini, kapitalizmin yaşaması için neoliberal ideolojinin yerini “sorumlu kapitalizme” bırakması gerektiğini söyledi. Küresel siyasetin Davos’u sayılan Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger ise Covid-sonrası dünyayı “büyük bir stratejik bulmaca” olarak tanımlıyor, kimin dağılmış parçaları toplayıp bir araya getireceğinin ise belirsiz olduğunu söylüyor.
Yani neyin son bulacağı üzerine en azından bir fikir var ama yerine neyin gereceği üzerine yok.
ABD seçimleri ve Türkiye
Belki ABD seçimleriyle bir benzeştirme yapmak mümkün. Demokrat aday Joe Biden’ın destekçilerinin Donald Trump’ın gitmesi dışında bir stratejileri, köklü bir farklılıkları görülmüyor. Türkiye’nin önceki Washington Büyükelçisi Namık Tan o nedenle, haklı olarak ABD siyasetinde Trump ya da Biden’dan bağımsız olarak asıl değişimin ağır bir sağa kayma olduğu kanısında. Bunu ABD siyasetinin “daha Hristiyan ve daha beyaz” odaklı, daha güç merkezli olacağı şeklinde yorumlamak da mümkün. Bu dünya siyasetini etkileyecek ve karşı ağırlıklarını yaratacak bir gelişme olacak.
Türkiye’de bazı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan muhaliflerinin adeta “Biden gelecek, dertler bitecek” havasına girdiği görülüyor. Bu ciddi bir yanılsama. Çünkü:
1- Türkiye’deki siyasi değişimin Türkiye’deki seçmen gücüne değil, ABD gibi bir dış etkene bağlamak yanlış.
2- Evet, Biden seçilirse, vaatleri uyarınca Erdoğan’ın ve Türkiye’nin canını acıtıcı bazı işlere kalkışabilir. Ama bu eylemler Türkiye’yi Rusya’nın kucağına itecek şiddette olmaz. Washington açısından Ankara’nın stratejik önemi hala Moskova’yla bağlantılıdır.
3- Trump’ın ne yapacağı asla belli değildir.
4- Covid var.
Türkiye değişimin farkında mı?
Türkiye’nin Covid nedeniyle yaşanan değişimin farkına vardığını söyleyebiliriz. Bunda yaz aylarında salgın ve ekonomide beklenen iyileşmenin görülmemesinin payı oldu.
Erdoğan’ın Eylül ayındaki şu konuşması, hâlâ ara sıra yaptığı “bizden iyisi yok” telkinlerinden faklıydı: “Dünya artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir döneme girmiştir. Her ne kadar Kovid-19 öncelikle sağlıkla ilgili bir kriz olsa da sonuçları itibarıyla hayatımızın her alanını derinden sarsmıştır. (…) Hasarsız çıkmak mümkün değildir.”
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski ise koronavirüs sonrası dünyaya dair erken uyarılar vermeye çalışıyordu geçenlerdeki konuşmasında: “Salgın sonrası dünyada artık sadece fiyatlar ile değil, ülkelerin hukuk sistemleri ve değerler üzerinden yatırım ve iş birliği tercihlerinin yapılacağı bir dönem başlıyor.”
Kaslowski bu dönemi en az hasarla atlatabilmek için hukuk devleti ilkelerine bağlı kalmayı ve öngörülebilir politikaları gerekli görüyor. Konuşmasında dikkat çektiği konu ise Türkiye’nin dış ticaretinin yarısını yaptığı Avrupa Birliği ile ilişkilerinin, AB’nin Japonya, Hindistan, Meksika ile yeni tedarik bağları kurduğu dönemde bozulması.
Türkiye değişimin neresinde?
Değişimin merkezinde Pasifik’teki ABD-Çin çekişmesi bulunuyor. Rusya bu süreçte Çin ile ittifak halinde. Hatta geçenlerde Valdai Forumunda “şu anda gündemde olmasa da”, Çin ile askerî ittifaka dahi açık olduğunu söyledi. Çin lideri Şi Jingpin ise aynı gün (23 Ekim) adını vermeden ABD’ye meydan okudu, çekinmediğini söyledi.
Türkiye’nin ABD ve NATO ile ilişkilerinde Rus yapımı S-400 füzeleri nedeniyle gerilim tırmanıyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ABD tehditlerine karşın füzenin denendiğini ancak NATO sistemine bağlanmayacağını söylemesi, ayrıca Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la tatbikatların karşılıklı olarak iptal edilmesi aslında hem ABD hem NATO ile müzakerelere yeni bir kapı açmış bulunuyor.
Erdoğan, değişimin siyasi boyutunda oyun yeniden kurulurken Türkiye’nin elini yükseltmek, kendisine de masada yer verilmesini istiyor; bu tamam. Bu amaçla en doğru yolu mu izlediği ise tartışılır. Bir açıdan bakınca Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan’da dengeleri değiştiren adımlar atıldı. Diğer yandan bakıldığında düşmanların sayısı artıyor. Bunlar Erdoğan’ın yakın zamana dek toz kondurmadığı Müslüman Arap ülkeleri.
İçerideki durum
Toparlarsak, ekonomide sosyal devlete, “korumacı kapitalizme” doğru bir eğilimle, gelir adaletsizliğinin hukuki ve siyasi adaletsizlikle paralel gittiği mevcut sistem arasında küresel boyutta bir kavga kapıda.
Siyasette ise NATO’dan AB’ye, hatta BM’ye dek uluslararası ve uluslarüstü kurumlarda değişimin sancıları artık görülüyor.
Covid krizi devam ederken yapılan ABD başkanlık seçimi sonuçlarının bütün dünya gibi Türkiye’de etkileri elbette olacaktır.
Erdoğan ve hükümetinin bir yandan yatırım, üretim ve istihdam artırmaya çalışırken çıkar yolu muhalefeti, eleştirel sesleri, medyayı yargı ve polisiye önlemlerle bastırarak dikensiz gül bahçesi hedeflemesi ne gerçekçi ne sürdürülebilir.
Sosyal devletle birlikte hukuk devletine dönüş 2016 darbe girişimi travmasını artık geride bırakıp ileriye bakmanın en iyi yolu olacaktır. Ve Türkiye’nin sadece askerî gücüyle değil, ekonomik ve siyasi gelişmişliğiyle oyun kurucu masalarda yer almasının.