Bir siyaset gazetecisi olarak cevap bulamadığım sorular arasındadır: Haziran 1996’da Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan, koalisyonu Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller yerine Anavatan Partisi (ANAP) lideri Mesut Yılmaz ile kurmuş olsaydı, Türkiye siyasi tarihi nasıl seyrederdi? Çünkü biliniyordu Yılmaz ile Erbakan’ın görüştükleri ve anlaşamadıkları. Anlaşmazlık konusu Yılmaz’ın iki bakanlığı Erbakan’a bırakmak istememesiydi: Maliye ve Diyanetten sorumlu devlet bakanlığı.
Erbakan bunun üzerine yönünü, o güne dek Yılmaz’ı Erbakan’la anlaşarak Türkiye’de laikliğin son bulmasına ortak olmakla suçlayan Çiller’e çevirmişti. Anlaştılar. Erbakan Türkiye’nin ilk İslamcı başbakanı, dünyada da seçimle işbaşına gelmiş ilk İslamcı siyasetçi oldu.
Acaba Erbakan ve Yılmaz anlaşabilseydi, bugün başka bir Türkiye’de olabilir miydi? 28 Şubat süreci yaşanır, hükümet dağılır mıydı örneğin? Erbakan’ın hataları partisini çatlatır, AK Parti ortaya çıkıp tek başına iktidar olur muydu?
Mesut Yılmaz’ın bugün, 30 Ekim’de tedavi görmekte olduğu İstanbul’da vefatı ile bir devrin perdesinin artık kapanmakta olduğu söylenebilir.
Merkez-sağın yükselen yıldızıydı
Çiller siyasetçi olarak yetişmemişti. Onu keşfeden İstanbul’un ANAP’lı Belediye Başkanı Bedrettin Dalan olmuş, bir şekilde Süleyman Demirel’e takdim edilmiş, merkez-sağ politikalara yeni bir soluk getirmesi amaçlanmıştı. Demirel’in Turgut Özal’ın 1993’teki vefatı ile Cumhurbaşkanı olmasıyla DYP’nin başına getirilen Çiller, Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olmuştu. Demirel’in çok tartışılan Çiller tercihinden pişman olduğu sır değil. Ama o koşullarda bir yandan sosyal demokratlar diğer yandan İslamcı siyaset toparlanmaya başlamışken, merkez-sağı kaptırmamak için yeni bir isme ihtiyacı vardı.
Çünkü merkez-sağda Mesut Yılmaz öne çıkmıştı. Gençti, köşeli çıkışlarıyla biliniyordu, ekonomi ve devlet yönetiminden anlıyordu ve daha önemlisi siyasetin içinden geliyordu. Daha gençlik yıllarında, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken, Profesör Aydın Yalçın’ın solcuların Fikir Kulüpleri örgütlenmelerine karşı kurdurttuğu Hür Düşünce Kulübünün yöneticileri arasına girmişti. ANAP’ın başına Özal’a rağmen, Kongre kazanarak seçilmişti. Belli bir siyaset tabanı, onu laik sağcılığın simgesi görenler vardı ve bu durum Demirel’in tabanını etkiliyordu.
Çiller, Demirel’in Mesut Yılmaz’ın merkez-sağdaki yükselişine karşı çaresizliğinin sonucuydu.
Bilinen merkez-sağın sonu
Nitekim Çiller, Erbakan ile koalisyona girince bu modernist yönünü öne çıkardı. Örneğin Erbakan Avrupa Birliği (AB) yerine Müslüman ülkelerle D-8 çabasına girdikçe Mesut Yılmaz AB hedefinin bayraktarı oldu. Çiller dışişleri bakanı olmasına rağmen ters köşede kalıyordu. Çiller’in ABD’ye yanaşma gayretleri ise Erbakan’ın Libya, İran skandallarıyla gölgede kalıyordu. Erbakan’ın ekonomide “Adil Düzen” programına karşı, Özal’ın izinden piyasa ekonomisini savunuyor, İstanbul sermayesinin desteğini alıyordu.
Ancak zamanında Milli Güvenlik Kurulunu (MGK) kaldırma vaadinde bulunan Yılmaz’ın 28 Şubat sürecinde fazla “askerci” görünmesi oluşturmak istediği modern cumhuriyetçi imajıyla çelişti.
Çiller ile birbirlerine açtıkları yolsuzluk soruşturması dosyalarını TBMM komisyonunda birlikte aklamaları, Türkbank satış ihalesi yolsuzluğu nedeniyle Yüce Divan’da yargı önüne çıkan ilk Başbakan olması ve son olarak Bülent Ecevit’in üçlü DSP-MHP-ANAP koalisyonunun genel başarısızlığı sadece Yılmaz’ı ve Çiller’i değil, bilindiği şekliyle merkez sağı bitirmeye başlamıştı.
2002 seçimlerinde Erdoğan tek başına iktidar olurken merkez-sağ rekabetindeki Yılmaz ve Çiller Meclis dışında kalmıştı. Doğa gibi siyaset de boşlukları sevmiyordu.
Siyasette farklı bir duruşu vardı
Mesut Yılmaz’ın siyasette farklı duruşu, kararlarını kendisine yöneltilen eleştiri ve taleplerin hepsini ciddiye almamasından ve fazla etkilenmemesinden kaynaklanıyordu.
Bu nedenle, örneğin Fethullah Gülen’in devlet kademelerindeki yükselişi 12 Eylül sonrasında Özal ile başlamışken Mesut Yılmaz başta Emniyet olmak üzere Cemaat üyelerinin devlet kurumlarındaki yükselişini engellemeye çalıştı. Bu nedenle bu konuda eleştiri almamış nadir siyasetçilerden oldu.
Seçmen tabanı rahatsız olur diye hayat tarzını gizlemeye kalkmadı. Başbakanlık konutunda değil, kendi kiraladığı evde oturdu örneğin. Üç kez başbakanlık, iki kez başbakan yardımcılığı, dışışleri ve kültür-turizm bakanlıkları yaptı.
Yenildiğinde çekilmesini bildi. Kalsaydı siyasete olumlu katkıda bulunabilirdi ama 12 Eylül’ün siyasette meydana getirdiği boşluğu doldurarak yükselen Özal ve ANAP’ın artık miadını doldurduğunu, bilinen şekliyle merkez-sağın miadını doldurduğunu belki de ilk anlayan o oldu. AK Partiye verilen milyonlarca oyun herhalde tamamı İslamcı, muhafazakâr seçmenden gelmiyordu; DYP ve ANAP tabanında kayıkçı kavgasından usanmışlıktı da oraya akan. Yeni bir soluk arıyorlardı, o arayış bazen durulur, ama hiç bitmez.
Son olarak, çok sevdiği oğlu Yavuz Yılmaz’ın vefatı sonrasında cenaze namazında karşılaşmıştık. Sonrasında kanser tedavisi görmeye başladı. Geride eşi Berna Yılmaz ve küçük oğlu Hasan Yılmaz’ı bırakarak 30 Ekim’de, 73’üncü doğum gününe bir hafta kala vefat etti. Allah rahmet eylesin.