Uysal’ın görevden alınışını Albayrak’ın istifa mektubu ile birleştirdiğimizde, para politikasında ortodoks politikalardan sapan düşük faiz ve rezerv satışına dayalı anlayışın sonuna gelindiği şeklinde yorumlayabiliriz.
Haftasonunun baş döndürücü gelişmelerinden sonra haftanın geriye kalanından neler beklememiz gerektiğini hesaplamaya çalışıyoruz. 7 Kasım Cumartesi sabahı TCMB başkanı Murat Uysal’ın görevden alındığı haberi ile uyandık. Bu haberi hazmedip para politikasında ne tür değişiklikler ima edebileceğini anlamaya çalışırken 8 Kasım Pazar akşamı bu sefer de Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Instagram üzerinden duyurduğu istifa mektubu haberi geldi.
Bu satırların yazıldığı sırada henüz Bakan Albayrak’ın istifasına dair Cumhurbaşkanlığından resmi bir açıklama yapılmamıştı. Bununla birlikte, Pazartesi sabahı itibari ile para politikası cehpesinde görününüm ne olduğuna dair izlenimlerimi paylaşmak isterim.
Murat Uysal’ın görevden alınması ne anlama geliyor?
28 Ekim’deki son enflasyon raporu toplantısında Murat Uysal olabildiğince şahin bir izlenim vermeye çalıştı. Para politikasının sıkılaştırıldığını ve daha fazla sıkılaştırmanın da yolda olduğunu dile getirdi. Enflasyon Raporu’nda TCMB sene sonu enflasyon tahminini yüzde 12’ye yükseltti. Bu adımı Merkez Bankası tarafından enflasyonun kontrolden çıkmakta olduğu ve daha sıkı bir para politikası gerektiği konusunda çaresiz bir uyarı sinyali olarak yorumlamak gerekti. Öte yandan faiz artırımının gerekliliğine dair yapılan tüm bu açıklamalara rağmen politika faizinin neden açık bir şekilde artırılmadığına dair Uysal’ın tatmin edici bir açıklaması yoktu.
Satır aralarını değerlendirdiğimizde Uysal’ın durumun ciddiyetinin farkında olduğunu ve bir faiz artırımını kaçınılmaz olduğunu düşündüğünü söyleyebiliriz. Öte yandan bunun kolay olmayacağını ve hükümetin değişik platformlarda sıkça dile getirdiği üzere faiz artırımlarına hiç sıcak bakmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla Uysal ve ekibi için esas zorluk hükümeti faiz artışının gerekliliğine ikna edebilmekti.
Naci Ağbal’ın göreve gelmesi ne anlama geliyor?
Uysal ve hükümet arasındaki bu gerilimin görevden alınmasına kadar giden süreci tetiklediğini söyleyebiliriz. Peki Ağbal’dan ne beklenebilir? Haftasonu yaşanan ve Berat Albayrak’ın istifasına kadar giden gelişmelerle beraber değerlendirdiğimizde, para politikasının salt merkez bankası başkanının değişmesinin ötesinde daha radikal değişikliklere gebe olduğunu söylemek mümkün olabilir.
TCMB kararlarının bağımsız kararlar olmadığını ve hükümet onayı gerektiğini biliyoruz. Eski maliye bakanı olarak Naci Ağbal da hükümetle uyum içerisinde çalışmaya özen gösterecetir. Bu durumda faiz artırımları tekrar rafa kalklar diyebilir miyiz? Durum pek de öyle olmayabilir.
Uysal’ın görevden alınışını Albayrak’ın istifa mektubu ile birleştirdiğimizde, para politikasında ortodoks politikalardan sapan düşük faiz ve rezerv satışına dayalı anlayışın sonuna gelindiği şeklinde yorumlayabiliriz. Bu anlayışın en azından kısmen terk edilişine Ağustos ayında rekabetçi kura geçiş duyurulduğunda şahit olmuştuk. Ağustos’taki adım, TCMB’nin swap hariç net rezervleri negatife geçtiğinden kuru destekleyecek rezerv kalmamasının yarattığı bir zorunluluktu. Öte yandan, takip eden aylarda düşük faiz konusundaki tercihin devam ettiğini ve bunun sonucunda TL’nin ciddi şekilde değer kaybettiğini gözlemledik. TCMB her ne kadar 24 Eylül tarihinde politika faizini 200 baz puan artırsa da, 22 Ekim toplantısında örtük faiz artışlarına dönerek piyasaları hayal kırıklığına uğrattı. Bunun sonucunda TL, Ağustos sonrası dönemde yüzde 10 üzerinde değer kaybetti.
Ağbal’ın bakanlık tecrübesi faiz artışının gerekliliği konusunda hükümet ile daha net bir iletişim içinde olmasını sağlarsa, faiz artırımı konusunda onay alınması kolaylaşacak ve TCMB ortodoks politikalarla yolunda daha rahat bir şekilde devam edecektir. Bu noktada bir faiz artışı gelmezse finansal krizin daha da derinleşmesinin kaçınılmaz göründüğünü vurgulamak lazım. TL’deki değer kaybının devam etmesi durumunda özel sektörün bunu kaldırabilmesi kolay olmayacaktır. Bir fikir vermesi açısından TL’de Ağustos 2020 sonrası dönemdeki yüzde 10’luk değer kaybının özel sektör üzerinde yaratacağı maliyeti kabaca hesaplayalım. Ağustos 2020 itibariyle kısa vadeli dış borç 132,8 milyar dolar, bunun da 65 milyar dolarlık kısmı finansal olmayan şirketlere aitti. TL’de yüzde 10’lık bir değer kaybı sırf bu şirketlerin dış borcunu 48 milyar TL yükseltti.
İlk sinyaller
Bu noktada bir tahmin yapabilmek zor olsa da, Ağbal’dan gelen ilk sinyaller piyasa dostu bir yaklaşım ile tutarlı görünüp, kanamayı durdurmaya yönelik adımlar içerecek gibi görünüyor. Pazar günü Ağbal’ın banka genel müdürleriyle toplantılar yaptığını öğrendik. Pazartesi sabahı ise bir basın duyurusu ile bütün politika araçlarının kararlı ve şeffaf bir şekilde kullanılacağı duyuruldu.
Bütün bunların tam olarak ne anlama geldiğini tahmin edebilmek çok zor olsa da benim düşüncem, belki de dileğim, bu gelişmelerin ortodoks politikalara dönüleceği sinyali olduğu ve 19 Kasım’daki toplantının da yüklü bir faiz artışına işaret ettiği şeklinde.