Son günlerde üst düzey Türk yetkililerin Batı’ya ve Batılı kurumlara dair söylemlerinde geçmişe kıyasla nispi yumuşama görülüyor. Bu yumuşak tonun arka planındaki etkenleri irdelemekte yarar var. Bunlar arasında başta mevcut ekonomik durumdaki kırılganlık geliyor. Bunun yanında 2020 Aralık ayında düzenlenen NATO ve AB’nin üst düzeyli toplantılarında Türkiye’nin aleyhine tablo iyice belirgin hâl alıyor. ABD’de Biden yönetiminin çok yakın bir tarihte iş başına gelecek olması önemli bir etken. Son olarak, diplomasiden çok askeri gövde gösterilerine sahne olan güncel ihtilaflar dolayısıyla Türkiye etrafındaki yalnızlık çemberinin daha da daralmış olmasını halihazırdaki yumuşak söylemin gerisindeki ana unsurlar arasında saymak gerekir.
20212de Batı ile olan ilişkiler yumağında karşımıza çıkacak ilk çok taraflı etkinlik 2021 Şubat’ında yapılacak NATO Savunma Bakanları Toplantısı’dır. Buna paralel olarak kısa bir süre içinde AB ile de bir dizi üst düzey temas olacağı açıklanmıştır.
Liderler düzeyinde bir zirve toplantısı olmasa da önümüzdeki NATO toplantısı birkaç bakımdan önemlidir.
Oy birliği kalkacak, Güney Kıbrıs üye mi olacak?
Bunlardan birincisi, 2020 Aralık ayında dışişleri bakanlarının gündemine gelen, “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı rapor. Savunma bakanlarının bu çerçevede İttifak’ın Afganistan’daki rolünün geleceğini ele alıp, tarihi henüz belirlenmeyen 2021 Brüksel Zirvesi’ne hazırlık yapması da öngörülüyor.
NATO’nun önümüzdeki on yılına damga vuracak 2030 Raporu Türk medyasında ve kamuoyunda maalesef layıkıyla yer almamıştır. Analiz ve yorumların birçoğu ya eksik kalmış, ya da nesnel değerlendirmelerden yoksun, yanlı bir çerçevede kamuoyuna yansıtılmıştır. NATO’ya halen Soğuk Savaş mantığıyla bakan, İttifak’ın “çatırdadığına” inanan veya böyle görmek isteyen çevreler raporu kamuoyuna olduğu gibi değil, görmek istedikleri tarzda takdim etmek yolunu yeğlemişlerdir.
Raporda Türkiye’nin yararlanabileceği, hatta ön alabileceği alanları olgu temelli bir analize tabi tutmak yerine, örneğin, NATO’da bundan böyle konsensus ilkesinin dışına çıkılacağını öne sürmüşlerdir. Gelecekteki NATO-AB liderler toplantılarına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin katılmasına imkân tanıyacağını iddia etmişlerdir.
İttifak içindeki dinamiklerden ve yazım inceliklerinden bihaber olan her iki iddia da temelden yoksundur. Bunlar, rapordaki tavsiyelerin doğru okunmadığını veya kasıtlı-kasıtsız çarpıtıldığını göstermektedir.
Yeni stratejik konsept ve Türkiye
Raporla ilgili diğer bir gözlem de Türkiye’de yeterli ölçüde tanıtılmadığıdır. NATO’nun siyasi yönünün geliştirilmesi gereğine ağırlık veren Raporun tanıtımının kurumlararası bir eşgüdümle Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılması gerekirdi. Gerçekte ise bu yapılmamış, Rapor hak ettiği ölçüde kamuoyuyla paylaşılmamıştır.
2030 Raporunun önemli yönlerinden biri de İttifak için yeni bir Stratejik Konsept geliştirilmesine dair öneridir. Bu öneriye ilişkin kararın 2021 NATO Brüksel Zirvesinde alınması ve 2022 NATO Zirvesinde yeni Stratejik Konseptin kabul edilmesi öngörülmektedir. Türkiye, yeni Stratejik Konsept tartışmalarında genel olarak statükocu, muhafazakâr bir bakış açısına sahip olmuş, aktif rol oynamaktan kaçınmıştır.
Ancak, artık cin şişeden çıkmıştır ve Türkiye’nin bu konuda geride kalma lüksü yoktur. Buradan hareketle NATO için geliştirilecek yeni Stratejik Konsepte dair çalışmalarda Türkiye üzerindeki ölü toprağı atmalı ve ön alıcı hamlelerde bulunmalıdır. Süreçte etkin bir aktör olmalıdır.
Önümüzdeki NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nın bir diğer özelliği, bu toplantıya Biden yönetiminin savunma bakanı olması beklenen eski ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Orgeneral Lloyd Austin’in katılacak olmasıdır.
Biden’ın Savunma Bakanı CENTCOM’cu general
Transatlantik ilişkilere arka arkaya ciddi darbeler vuran Trump yönetiminden sonra Biden yönetiminin işbaşına gelecek olması İttifak’ın Avrupa kanadının öndegelen ülkelerinde gözle görülür bir ferahlama yaratmıştır.
Biden yönetiminin İttifak’ı önceleyecek ve güçlendirecek yönde bir tutum izleyeceği yönündeki beklenti NATO Savunma Bakanları Toplantısında ilk kez teste tabi tutulacaktır. Bu testten yeni ABD yönetiminin başarıyla geçeceği yaygın bir beklentidir.
Türkiye açısından bakıldığında ise, önümüze kısa geçmişten miras kalan birkaç sınama çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, ABD Savunma Bakanlığına CENTCOM geçmişi olan bir askerin gelecek olmasıdır. CENTCOM’la olan ilişkilerimiz özellikle Ortadoğu’daki meseleler bağlamında parlak bir sicile sahip değildir. Emekli Orgeneral Austin’in söz konusu sorunlu sicilden ne derece etkilendiğini pratik bize gösterecektir. Bir yandan “lekeli müktesebatın” etkilerini, diğer yandan Biden yönetiminin Türkiye’ye olası bakış açısının izlerini Savunma Bakanları Toplantısında daha net görmek mümkün olacaktır.
S-400 ve F-35 sorunu
S-400/F-35 konusunda ABD yaptırımları sorunsalı hem Türkiye-ABD hem de Türkiye-NATO ilişkileri bağlamında gündemdeki temel sınama olarak yerini koruyacaktır. Bu sınamanın Savunma Bakanları Toplantısına kadar çözüme kavuşmasını beklemek pek gerçekçi olmayabilir. Diğer yandan, ABD Başkanı Biden’ın Başkanlık görevini üstleneceği 20 Ocak tarihi öncesinde ve ertesinde iki ülke yetkilileri arasındaki görüşme trafiğinden nasıl sonuçlar çıkabileceği ise halen belirsizliğini korumaktadır. Nihayetinde 20 Ocak’tan sonra Savunma Bakanları Toplantısına kadar neredeyse bir aylık bir zaman dilimi mevcuttur. Bir aylık süre içinde gelişmelerin ne yöne evrilebileceğini kestirmek an itibariyle spekülasyona konu olur.
Her hâl ve kârda mevcut görüntü siyasi iradenin, mensubu bulunduğumuz Batı kurumlarıyla sağduyuya, diplomatik pratiğe, yapıcı diyaloğa ve karşılıklı çıkarlar temelli saygıya dayalı bir ilişkiler ağı içinde bulunmaya yöneldiğine işaret etmektedir. Bu doğru yönde atılmış bir adımdır. Öte yandan, uygulamada ne yapılacağı beklenip görülecektir.
Bir “çıkış formülü” gerekiyor
Siyasi irade, NATO bünyesinde de sorun yaratan temel sınamaların aşılması amacıyla Türkiye’nin ekonomik ve askeri menfaatleriyle gereksinimlerini dikkate alan bir çıkış formülü geliştirmek durumundadır. Önümüzdeki süreç, muhtemel gelişmelerin seyrine göre değil, ön almak ve ülkenin temel çıkarlarını zarara uğratmayacak uzlaşı zeminlerini oluşturmak suretiyle yönetilmelidir. Bu bağlamda, Savunma Bakanları Toplantısına kadar S-400/F-35 yaptırımları sorunsalını aşmaya dönük hamleler yapılması umulur.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Trump yönetiminin yaptırım kararı ertesinde 15 Aralık 2020 tarihinde verdiği beyanda konuya ilişkin daha önceki söylemine nüans getirmiştir. Türkiye ile başta ABD olmak üzere tüm müttefiklere çözüm yollarını arama çağrısında bulunmuştur. Stoltenberg’in ilk kez sadece Türkiye ile ABD’ye değil, bütün NATO üyelerine endişe dolu, açık bir çağrıda bulunması dikkat çekicidir.
Bir diğer önemli gelişme Ankara nezdindeki ABD Büyükelçisinin 8 Ocak tarihinde Türkiye-ABD İş Konseyi Toplantısı vesilesiyle S-400 yaptırımları konusunda dile getirdiği ifadelerdir. Büyükelçi Satterfield’in, S-400 meselesi çözülmediği takdirde yaptırımların uygulanmasında esnekliğe yer olmayacağını söylediği basına yansımıştır.
Türkiye’nin NATO gücü komutanlığı
Mevcut tıkanmanın aşılmasında karşılıklı çıkarları gözeten bir çözüm bulunamadığı takdirde yaptırımların ivedilikle uygulanması ve koşullara göre genişletilmesi sürpriz olmayacaktır. Savunma Bakanları Toplantısı bu bakımdan da kritik bir eşik olmaya adaydır.
Bu durumda, İttifak üyelerinin de taraf olduğu diğer ihtilaflı meseleleri de kapsayan olumsuz tabloyu tersine çevirebilecek bir yol mu tercih edilecektir? Yoksa NATO bünyesinde de daha da yalnızlaşmaya kapı aralayacak bir yön mü yeğlenecektir?
Üçüncü bir husus Bakanlar Toplantısının, bir yerde ironi de oluştursa, Türkiye’nin NATO bünyesindeki Çok Yüksek Hazırlıklı Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) sevk ve idaresini 1 Ocak 2021’de Polonya’dan devraldığı bir dönemin hemen ertesine denk gelmesidir.
Türkiye’nin bazı müttefik ülkelerle ihtilafının devam ettiği, ABD ile S-400 meselesi nedeniyle F-35’ten dışlanma ve diğer yaptırımlara Öncü NATO Kuvvetinin liderliğini üstlenmiş bulunması herhalde kaderin garip bir cilvesidir. Öte yandan, bu kuvvetin lider ülkesi görevinin üstlenilmiş bulunması Türkiye’nin önündeki ciddi sınamaların aşılmasında, mütevazi ölçüde de olsa, katalizör bir rol oynayabilir.
NATO-AB-Rusya etkileşimi
Önümüzdeki toplantının dikkat çeken diğer bir özelliği ise, 2021 Mart’ında düzenlenecek AB Liderler Zirvesi’nin öncesine denk gelmesidir. Güvenlik ve savunma alanında mevcut sınamaların aşılması açısından NATO içinde ortaya çıkabilecek bir yumuşamanın, garantisi bulunmasa da, AB Zirve Toplantısına da olumlu etki etmesi öngörülebilir. Bu açıdan Bakanlar Toplantısı öncesinde Türkiye’nin izleyeceği yaklaşımın Toplantıda nasıl tecelli edeceği merak konusudur.
Toplantıya önem katacak bir diğer husus, ABD-Rusya arasında 2010 Nisan ayında Prag’da imzalanan Yeni START Antlaşması’nın, anlaşma sağlanamazsa, 5 Şubat 2021 tarihinde son bulacak olmasıdır. ABD-Rusya müzakereleri henüz sonuçlanmış değil. Bu bağlamda, silahsızlanma/silahların kontrolü alanında Biden yönetimini ciddi bir sınamanın beklediği kesindir. ABD ve Rusya’nın INF Antlaşmasından çekilmesiyle birlikte silahsızlanma/silahların kontrolü süreci büyük darbe almıştır. Yeni START Antlaşması da son bulursa dünyayı olduğu kadar NATO üyesi ülkeleri de etkileyeceği kesin olan çok tehlikeli bir dönemece girilmesi kaçınılmaz olur. Dolayısıyla, Yeni START Antlaşmasının akibeti Savunma Bakanları Toplantısı bakımından da sonuçlar ortaya çıkmasına yol açmaya adaydır.
Biden’ın “Demokrasi Zirvesi”
Şu sıralar ABD için de kritik bir hal alan demokrasi açığını ortadan kaldırmak üzere ABD Başkanı Biden’ın bu yıl içinde düzenlemeyi taahhüt ettiği ‘Demokrasi Zirvesi’nin ne zaman yapılacağı belli değildir. ABD’deki son gelişmeler bu Zirvenin tarihinin erken bir dönemde belirlenmesini tetikleyebilir. Her hal ve karda ‘Demokrasi Zirvesi’nin AB Liderler Zirvesinden sonra düzenlenmesini beklemek daha gerçekçi olur. Bu Zirvenin yıl içinde yapılması beklenen NATO Liderler Zirvesi öncesinde mi, yoksa sonrasında mı olacağıysa belirsizdir. ABD’nin ev sahipliğinde düzenlenecek Demokrasi Zirvesinden çıkacak sonuçların siyasi boyutu da güçlendirilecek NATO’nun gelecekteki çalışmaları bakımından da yansımaları olmasına kesin gözüyle bakılmalıdır.
NATO ve demokratik değerler
NATO, başlangıcındaki Vaşington Antlaşması’nda yer bulan demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi vazgeçilmez ilkeleri de kapsayan ortak değerlere bağlı kalınmasına önümüzdeki dönemde daha fazla ağırlık verecektir.
NATO’nun siyasi rolünün genişlemesi ve askeri yönünü bu açıdan dengelemesi başka türlü sağlanamayacaktır. Bu itibarla, önem taşıdığı kuşkusuz olmakla birlikte, sadece üyelerin İttifak’a tahsis ettiği askeri imkân ve kabiliyetlere dayalı bir söylemin bundan böyle sürdürülmesi zorlaşacaktır. Müttefikler, NATO’nun ortak değerlerini korumak ve geliştirmek zorunluluğuyla sınanacaklardır. Bu ortak değerlerden uzaklaşan veya çeşitli nedenlerle bunları gözardı eden üyelerin NATO içinde esasen zayıflamaya yüz tutan konumlarının daha da tartışmalı hale gelmesi ise, bu yeni dönemde sürpriz olmayacaktır.