Türkiye ile Yunanistan arasında egedeki sorunları görüşmek üzere oluşturulan istikşâfi görüşmelerin 61’incisi bu hafta başında İstanbul’da yapıldı. İstikşâfi görüşmelerin bir önceki turu son olarak 2016 tarihinde Atina’da yapılmıştı. Bu tarihten sonra Yunanistan, Türkiye’nin görüşmelerin yeniden başlatılması çağrılarına olumlu yanıt vermemişti. Yunanistan geçtiğimiz yıl “Türkiye Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerine son verene kadar diyaloğa girmeyeceğini” ilan etmişti. Mevcut Sorunları ikili görüşmelerle çözmek yerine Avrupa Birliği (AB) forumlarına taşımayı tercih eden Yunanistan AB konsey bildirilerinde kendi görüşleri lehinde yazımlar sağlamayı başarmıştı.
İstikşâfi görüşmelerin tarihçesi
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’deki sorunların çözülmesine yönelik görüşmelerin 50 yılı geçen bir tarihi bulunmaktadır. Ancak kurumsal bir çerçeveye oturtulması, merhum Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yorgos Papandreu döneminde, Türk-Yunan yakınlaşması çerçevesinde başlatılan istikşâfi görüşmelerle oldu. İlki 12 Mart 2002 tarihinde yapılan görüşmelerin hepsinde anlamlı müzakereler yürütüldüğü söylenemez. Bazı toplantılar sırf süreci canlı tutmak için protokoler nitelikte yapılmış görünmektedir. İçerikleri gizli tutulmaktadır. Bu nedenle hangi toplantıda ne kadar mesafe alındığı bilinmemektedir. Bununla birlikte görüşme sayısının yoğunluğu dikkate alındığında 2003-2004 ve 2010-2011 dönemlerinde ciddi yakınlaşma sağlanmış olduğu düşünülebilir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar
Ege’de birbiriyle bağlantılı bir dizi sorun bulunmaktadır. Karasuları ve hava sahasının genişliği, kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgelerin sınırlandırılması hep gündemde olan konulardır. Yunanistan BM Deniz Hukuku Sözleşmesine dayanarak karasularını 12 mile çıkarmayı isteyegelmiştir. Ancak böyle bir gelişme Türkiye’yi Ege’de neredeyse hareket edemez hale getireceği için 1996’da “casus belli”, yani savaş nedeni sayılarak engellenmektedir. Ayrıca, Ege adalarının Yunanistan tarafından anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılması ve aidiyeti bilinmeyen kayalık türü coğrafi oluşumların mülkiyeti de iki ülke arasındaki başlıca ihtilaf kaynaklarıdır.
Yunanistan bu sorunlardan sadece kıta sahanlığının varlığını kabul etmektedir. Oysa, tüm bu anlaşmazlıkların parça parça değil, bir paket halinde çözülmesi gerekmektedir. Ege’nin özel niteliği nedeniyle karasuları üzerinde mutabık kalınmadan kıta sahanlığı sorununu çözmek pratik olarak mümkün görünmemektedir. Karasuları üzerinde sağlanacak bir anlaşma, uluslararası hukukun bir gereği olarak hava sahası sorununu da kendiliğinden çözecektir.
25 Ocak 2021 toplantısı
İstanbul’da yapılan 25 Ocak görüşmesinin görünürdeki en önemli farklılığı heyetimizin oluşumu sayılabilir. İlk kez cumhurbaşkanlığından üst düzey bir yetkili Türk heyetine dahil edilmiştir. Gerek Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın katılımı gerek toplantı mahalli olarak Dolmabahçe’deki Cumhurbaşkanlığı binasının seçilmiş olması, Türk ve Yunan basınında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sürece verdiği önemin göstergesi olarak yorumlanmıştır. Yine ilk kez toplantının başında basına görüntü alınmasına izin verilmiştir. Toplantı sonunda resmî açıklama yapılmaması geleneği sürdürülmüş, Kalın tarafından atılan bir tweet ile sürece verilen destek vurgulanmıştır.
Yunan tarafının da görüşmelerin gizliliği ilkesine riayet ettikleri görülmektedir. Başbakan Kriyakos Mitsotakis, Fransız Savunma Bakanını kabulünde İstanbul’daki görüşmelerin “deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına odaklandığını” dile getirmekle yetinmiştir. Burada kullanılan odaklanmak sözcüğü başka konuların da ele alınmış olmasını ima etmesi bakımından önemlidir. Bu ifadelerin Yunanistan’ın kamuoyuna yönelik söyleminde bir açılım anlamına gelip gelmediğini zaman gösterecektir.
Uluslararası yankıları
25 Ocak toplantısı uluslararası alanda da olumlu karşılanmıştır. ABD dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, AB güvenlik ve dış politika sorumlusu Josep Borrell, görüşmelerin başlamasından memnun olduklarını söylemişlerdir.
İstanbul toplantısıyla 4,5 yıllık aradan sonra Yunanistan’ın müzakere masasına oturtulması sağlanmıştır. Bir sonraki toplantının Atina’da yapılacağının açıklanmış olması sürecin devam edeceğine işaret etmesi açısından olumludur. Yunan basınındaki haberlere göre müteakip toplantının şubat sonu/mart başında düzenlenmesi beklenmektedir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki diyaloğun yeniden başlamış olması mart ayındaki AB Konseyi toplantısında yeni yaptırımlar kararı alınması olasılığını zayıflatmıştır. Esasen Alman Dışişleri Bakanı Maas ilave yaptırımların diyalog sürecine zarar vereceğini söyleyerek Almanya’nın tutumunu açıklıkla ortaya koymuştur. Kıbrıs’ta iki liderin BM çerçevesinde mart ayında görüşecek olması Türkiye’nin elini daha da güçlendirmiştir.
Deniz hukuku ve Libya konusu
Peki, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz hukukuna ilişkin sorunlar nasıl çözümlenir?
Son dönemlerde bir kısmı Akdeniz’e taşınan bu sorunların çözümü için elimizde üç araç bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi ve en sağlıklı olanı ikili görüşmeler ve diyalog yoludur. İstikşâfi görüşmeler bu amaca hizmet etmektedir. “Biz Libya ile vardığımız mutabakatla bu işi çözdük, Doğu Akdeniz’de Yunanistan bizim muhatabımız değildir” söyleminin gerçekçiliği yoktur. Uluslararası hukuk deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında anlaşmazlık halinde öncelikle görüşmeler yoluyla anlaşmaya varılmasını öngörmektedir. 18 mart 2020 tarihinde Birleşmiş Milletlere verdiğimiz haritadaki sınırların uygulanabilmesi için Yunanistan’a da kabul ettirilmesi gerekmektedir.
İkinci yöntem üçüncü taraf mekanizmalarına başvurulmasıdır. Burada ilk akla gelen Lahey Uluslararası Adalet Divanıdır (UAD). Bunun için öncelikle tarafların hangi sorunlu alanları, ne gibi koşullarla Divana taşıyacakları üzerinde mutabık kalmaları şarttır. Bu da bir müzakere süreci gerektirir. Türkiye diğer tüm çözüm yöntemlerinin tüketilmesi halinde karşılıklı mutabakatla bu çözümü dışlamadığını daha 1996’da kabul etmiştir. Kaldı ki Yunanistan 1982 tarihli BM Deniz Hukuku sözleşmesine ve Uluslararası Adalet Divanına çekinceler koymuştur; UAD’yi samimiyetle isteyeceği kuşkuludur.
Masayı deviren taraf olmamak
Son olarak gündeme gelebilecek askeri çözüm üzerinde tartışılması bile yersizdir. NATO’nun 70 yıllık tarihinde iki müttefik ülkenin savaşa tutuşmasının örneği yoktur. Uluslararası ortam da asla böyle bir savaşa da müsaade etmek istemez. Tüm bu şartlar altında kolaylıkla sonuç alınması zor görünse de masayı deviren taraf olmadan istikşâfi görüşmeleri sürdürmekten başka seçenek kalmamaktadır. İki tarafta da güçlü bir siyasi irade ortaya çıktığında esasen parametreleri belli olan bir paket çözüm üzerinde uzlaşı sağlanması fazla vakit almayacaktır.