Covid-19’dan en fazla etkilenenler arasında şüphesiz sağlık çalışanları geliyor. Toplumun sağlığını korumaya çalışan sağlık çalışanları uzun ve zorlu çalışma koşullarına ek olarak artan sağlık riski ile de karşı karşıya. Bu nedenle salgın başlar başlamaz Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi kuruluşlar Covid-19’un “meslek hastalığı” olarak tanınmasını istedi, pek çok ülkede Covid-19 ile mücadelenin önemli bir bileşeni olarak sağlık çalışanlarının korunmasına yönelik özel tedbirler alındı.
Türkiye’de de Türkiye Tabipler Birliği (TTB) başta olmak üzere, sağlık ile ilgili meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları sağlık çalışanlarının korunmasına yönelik kapsamlı öneriler geliştirdiler ve bu öneriler doğrultusunda Covid-19’un bir meslek hastalığı olarak kabul edilmesini talep ettiler. Tüm bu önerilere ve mevcut yasal düzenlemelerde aksi yönde bir hüküm olmamasına karşın, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 7 Mayıs 2020’de yayınladığı 2020/12 sayılı “Koronavirüs Genelgesi” ile Covid-19’tan dolayı meslek hastalığı veya iş kazası bildirimi yapılamayacağına karar verdi. Bu genelge doğrultusunda TOBB “Koronavirüs (COVID-19) bulaşıcı hastalık olarak değerlendirildiği için” bu vakalarla ilgili olarak iş kazası veya meslek hastalığı bildirimi yapılmaması konusunda üyelerini bilgilendirdi. (Örneğin, Ankara Ticaret Odası’nın açıklamasını okumak için tıklayabilirsiniz.
Ekim ayından sonra hızlanan ikinci Covid-19 dalgasının sağlık çalışanları arasında da ölüm oranlarını artırması ve meslek örgütlerinin ısrarlı talebi üzerine 18 Aralık’ta Sağlık Bakanlığı ve SGK genelgeleri ile “Covid-19 tanısı ile tedavi alıp” malul olan veya hayatını kaybedenlere “meslek hastalığı” hükümlerinin uygulanmasına ilişkin kurallar belirlendi.[1] TTB ve dokuz meslek örgütü/sivil toplum kuruluşu yaptıkları ortak açıklama ile aslında “yeni bir yasa çıkarılmadan da bu konuda idari düzenleme ile sağlık çalışanları bakımından Covid-19’un iş kazası ve meslek hastalığı” sayılabileceğini vurguladı ve sağlık çalışanlarının haklarının korunmasına yönelik olarak kapsamlı bir “Covid-19 sağlık çalışanları meslek hastalığı yasası” önerisinde bulundu.
Meslek hastalığı tartışması
Sağlık çalışanlarının “meslek hastalığı” hükmünden yararlanabilmesi için aranan illiyet (nedensellik) bağı konusu 30 Mart 2021’de yapılan Kamu Personeli Danışma Kurulu (KPDK) toplantısında tekrar gündeme geldi. Görevden alınan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, “sağlık çalışanları için Covid-19’un illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı olarak kabul edilmesi” taleplerine neden karşı çıktıklarını çok açık ve net bir şekilde açıkladı: “Evde hastalananlar var, nasıl meslek hastalığı kabul edelim?”
Bu veciz sözlerle özetlenen ve pandemiyle mücadeleye damgasını vuran “mantık” iki nedenle son derece sorunlu.
İlk olarak, başta Sağlık Bakanlığı ve (eski) Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm kurumların görevi sağlık çalışanları dahil olmak üzere tüm vatandaşları pandemiye karşı korumak ve gerekli önlemleri almak. Covid-19 son derece bulaşıcı bir hastalık olduğu için sağlık çalışanlarının riskinin fazla olduğu bilinen bir gerçek. Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde sağlık çalışanlarının karşılaştığı risklerin belirlenmesi ve belirlenen risklerin azaltılmasına yönelik araştırmalar yapıldı. Örneğin İskoçya’da Shah ve arkadaşları tarafından yaklaşık 160,000 sağlık çalışanı ile yapılan çalışmada hastalarla doğrudan temaslı olan sağlık çalışanlarının toplam nüfusa göre Covid-19’a yakalanma olasılığının 3.3 kat daha fazla olduğu gösterildi. Fakat sadece sağlık çalışanları değil, ailelerinin de Covid-19’a yakalanma riski daha fazlaydı (ortalamadan 1.8 kat daha fazla). Yoğun bakımda çalışanların riski ise, alınan tedbirler ve yoğun bakımda yatan hastalarda bulaşıcılığın daha az olması nedeniyle daha düşük bulundu. [Shan’ın çalışması için tıklayabilirsiniz.] Bu ve benzeri araştırmalar sonucu alınan tedbirler sağlık çalışanlarının risklerinin azaltılmasını sağladı. Bir başka deyişle, yapılması gereken hastalığın nerede ve nasıl bulaştığını tespit edip gereken önlemleri almak. Sağlık çalışanları da en yüksek risk grubunda olduğu için öncelikli olarak bu konunun araştırılması gerekiyor(du).
Bu yaklaşımdaki ikinci sorunu, yaşamsal önemdeki bir hakkın fiilen geçersiz sayılması. “Meslek hastalığı” kavramı, insanların yaşam hakkının korunması doğrultusunda tanımlanan evrensel bir hak. Meslek hastalığı uygulaması, hem yaptığı işten dolayı hastalanan, sakat kalan veya hayatını kaybeden insanlar ile bakımını üstlendikleri kişiler için bir güvence sağlıyor, hem de meslek hastalıklarının engellenmesine yönelik tedbirlerin alınmasını sağlıyor. Covid-19 salgınında kendi ve ailesinin sağlığı pahasına tüm toplumun sağlığı için çalışan insanlarının hakkının korunması için özel bir çaba içerisinde olunması gerekirken, “hastalığın işte kapıldığı nasıl olsa gösterilemez” diye ispat yükümlüğünün çalışanlara yıkılmasını anlamak mümkün değil. Ayrıca sağlık çalışanlarının evde hastalanıp hastalanmadığını tespit etmek de aslında sanıldığı kadar zor değil.
Sağlık çalışanlarının kayıpları
Mevcut veriler temelinde, sağlık çalışanlarında işyerinden kaynaklı hastalık ve vefat sayılarını istatistiksel yöntemlerle tespit etmek mümkün. Maalesef bu konuda gerekli veriler yayınlanmadığı için ancak genel bir tahminde bulunabiliriz. Bunun için dört veriye ihtiyacımız var:
- Nüfusun yaş dağılımı (TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nde 2020 yılı verileri bulunuyor)
- Sağlık çalışanlarının yaş dağılımını (TÜİK Hanehalkı İşgücü Anketi verilerinden 2019 yılı için “Sağlık profesyonelleri” yaş dağılımını elde edebiliyoruz)
- Vefat edenlerin yaş dağılımı (Sağlık Bakanlığı en son Ekim 2020’da yayınladığı “Covid-19 Haftalık Durum Raporu 19/10/2020 –25/10/2020”de Covid-19’dan dolayı vefat edenlerin yaş dağılımını yayınladı. Bu dağılımın 19 Nisan 2021’e kadar değişmediğini varsayabiliriz)
- Vefat eden sağlık çalışanlarının yaş dağılımı (TBB tarafından hazırlanan Siyahkurdele sitesinden 19 Nisan 2021’e kadar hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının isimleri, çalışma durumu ve yaşları yer alıyor).[https://siyahkurdele.com/]
Veri kısıtlarından dolayı, burada tüm sağlık çalışanlarının değil, sadece hekimlerin riskini hesaplayacağız. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı’ndan 2019 yılında Türkiye’de 85.199 uzman, 46.843 pratisyen ve 28.768 asistan hekim olduğunu öğreniyoruz. Tüm bu verileri kullanarak ve belirli varsayımlar altında Covid-19 nedeniyle vefat eden hekim sayısı ile “beklenen” vefat sayısını yaş grupları bazında karşılaştırmak mümkün. “Beklenen” vefat sayısını, hekim olmayan nüfustaki vefat oranını ilgili yaş grubundaki hekim sayısı ile çarparak buluyoruz, böylece vefat sayısının en önemli belirleyicilerinden biri olan yaş dağılımının etkisini göz önüne alıyoruz.
Aşağıdaki Şekil 1’de 11 Mart 2020-19 Nisan 2021 arasında Covid-19 nedeniyle vefat eden hekim sayısı (“Gerçekleşen”) ile hekimlerdeki vefat sayısı genel nüfus içindeki oranda olsaydı gerçekleşecek vefat sayısı (“Beklenen”) yer alıyor. Şekilde net bir şekilde görüldüğü gibi gerçekleşen vefat sayıları “beklenen” sayıların çok üzerinde. Hekimlerdeki vefat oranı, nüfusun genelindeki kadar olsaydı bu dönemde 30 hekimin vefat edecekti, fakat gerçekleşen sayı bunun tam 4.5 katı (133 hekim). Bir başka deyimle, bu tahmine göre son bir yıl içerisinde Covid 19’dan hayatını kaybeden hekimlerin yaklaşık %80’ine hastalığın işyerinde bulaştığını söyleyebiliriz.
Bu oranın, gerçek oranın altında olabileceğini de belirtelim, çünkü elimizde veri olmadığı için toplam hekim sayısını kullandık, fakat bu hekimlerin bir kısmı yaptıkları iş veya çalıştıkları dönem itibariyle doğrudan Covid-19 hastaları ile temaslı değildi. Örneğin hekimlerin yarısı Covid-19 hastaları ile temaslı olsaydı bu oran %90’a çıkacaktı. Verilerin açıklanması durumunda tüm meslek grupları için ilgili tüm etkenleri göz önüne alarak çok daha güvenilir hesaplamalar yapmak mümkün.
Bir yıllık dönemde sağlık çalışanlarının risk düzeyinde bir azalma oldu mu? Maalesef bu sorunun cevabı olumsuz. Şekil 2’de Mart 2020-Şubat 2021 döneminde aylık bazda vefat eden hekim sayısı ile toplam vefat sayısı görülüyor. Birinci dalganın tepe noktasında, Nisan 2020’de yaklaşık 3.000 kişi hayatı kaybetti. Hayatını kaybeden sayısı ikinci dalganın tepe noktasında (Aralık 2020) 7.000’i geçti. Vefat edenler arasında hekimlerin oranı Nisan 2020’de %0.44 Aralık 2020’de ise %0.62 oldu, yani hekimlerin işyerinde karşılaştığı riskte bir azalma olmadı.
Ocak 2021’den itibaren toplam vefat sayısı ile karşılaştırıldığında vefat eden hekim sayısında daha hızlı bir düşüş gözleniyor. Bu düşüşün önemli bir nedeni sağlık çalışanlarının öncelikli olarak aşılanması olabilir. Bu eğilim de hekimlere (ve genel olarak sağlık çalışanlarına) işyerlerinde Covid-19’un bulaşma olasılığının ne kadar yüksek olduğunu net bir şekilde gösteriyor.
İstatistiksel analize ek olarak kişi düzeyinde de Covid-19’un nerede bulaştığını tespit etmek mümkün. Sağlık Bakanlığı salgının başından itibaren Türkiye’de filyasyon çalışmasının yaygın bir şekilde yapıldığını vurguluyor. Bu nedenle Covid-19’dan hastalanan veya vefat eden sağlık çalışanlarının, işyeri dışında bir hasta ile temaslı olup olmadığını tespit etmek çok kolay olmalı.
Burada özetlediğimiz verilerin bir kısmı çok daha detaylı olarak meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından daha önce yayımlandı. Tüm bu gerçeklere ve yasal zorunluluğa karşın neden Covid-19 meslek hastalığı olarak sayılmak istenmiyor? Artık her şey maddiyat ile ölçüldüğü için, ilk akla gelen neden, Covid-19’un meslek hastalığı sayılmasının getireceği mali külfet.
Öncelikle, meslek hastalığı yasal olarak tanınan bir hak ve güvence olduğu için bu uygulamanın bir “külfet” olarak düşünülmesi kabul edilemez. Ayrıca bu hakkın kapsamına bakıldığında, aslında Covid-19’un meslek hastalığı tanınması ile devlete/kamuya önemli bir maddi yük gelmediği de görülüyor. Bu konuyu kapsamlı bir şekilde inceleyen Ammar Yasir Korkusuz’un da belirttiği gibi bir sigortalı çalışan hem meslek hastalığı, hem de normal hastalık durumunda genel sağlık sigortası kapsamında.[2] İki durum arasındaki en önemli fark, meslek hastalığı sayılmayan durumlarda SGK desteklerinin belirli prim günü koşullarına bağlı olması. TTB verilerine göre Covid-19’dan dolayı hayatını kaybedenlerin ortanca yaşı hekimlerde 59, diğer sağlık çalışanlarında 53. Bir başka deyişle, Covid-19’un meslek hastalığı sayılması durumunda hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının çok büyük bir kısmına sunulacak SGK destekleri pek fazla değişmeyecek, fakat bu hakkın uygulanmasının genç sağlık çalışanları ve aileleri açısından çok önemli olduğu açık.
Sonuç olarak, Covid-19’un tüm sağlık çalışanları açısından meslek hastalığı olarak kabul edilmesi, illiyet bağının doğrudan (gerekirse idari kayıtlar kullanılarak) kabul edilmesi ve tüm çalışanların memur-işçi gibi ayrımlar gözetilmeden bu haktan eşit yararlanması, Covid-19 salgını ile mücadele açısından çok önemli.
Hep gündemde olduğu için sözü yine ekonomi ile bitirelim. Artık açıkça görüldüğü gibi sağlık ve ekonomi arasında bir ikilem yok, sağlık olmazsa ekonomi düzelmiyor. Buna bir ekleme daha yapalım: Sağlık çalışanları olmadan da sağlık olmuyor.
—
[1] Sağlık Bakanlığı genelgesi [https://www.dha.com.tr/yurt/saglik-bakanligindan-meslek-hastaligi-genelgesi/haber-1803643]; SGK genelgesi [SGK: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/sgk-kovid-19dan-vefat-eden-saglik-calisanlarinin-islemlerine-dair-yol-haritasini-belirledi-/2082080 ]Bu genelgelere karşın DW Türkçe’nin ulaştığı Sağlık Bakanlığı ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kaynakları “Covid-19 nedeniyle malul olan ya da hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının kaçının meslek hastalığı kapsamında sayıldığına yönelik” veri talebine yanıt vermedi. [https://www.dw.com/tr/covid-19da-illiyet-ba%C4%9F%C4%B1-%C5%9Fart%C4%B1-yak%C4%B1n%C4%B1n%C4%B1-kaybeden-biri-ispatla-u%C4%9Fra%C5%9Fmamal%C4%B1/a-57086682][2] Korkusuz, Ammar Yasir (2020), “Çalışma Hayatında Covid-19 Pandemisine Maruz Kalanların Sosyal Güvenlik Açısından Değerlendirilmesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22(2): 673-693.