Başkan Ursula von der Leyen’in 26 Nisan’da Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı izlerken endişeliydim. Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleşen toplantının sonucu hakkında konuşacaktı. İçeriğinden çok, uğradığı protokol haksızlığı nedeniyle manşet olan bir görüşmenin ana aktörü olan kadının o güne yönelik eleştirilerini dinleyeceğimizden hiç kuşkum yoktu. Öyle de oldu.
Ursula von der Leyen, Avrupa Komisyonu’nun ilk kadın Başkanı olduğunu söyleyerek başladı konuşmasına. Biz kadınların hala “ilk” olabilmek için çaba göstermemiz gereken nice makamlar olduğu gerçeği bir kenarda dursun, böyle bir makama gelebilmiş bir kadın, kendisine Türkiye ziyaretinde bir Komisyon Başkanı gibi davranılmadığını söyledi. Bunun gerekçesini ise kadın oluşuna bağladı. “Takım elbise giyip, kravat taksaydım bu olur muydu? Önceki toplantı resimlerinde sandalye sıkıntısı görmedim ama o resimlerde hiç kadın da görmedim” diyerek bir gerçeğe ayna tuttu, erkek egemen yönetim yapısına.
Hem bir kadın hem de bir Avrupalı olarak kendisini incinmiş ve yalnız kalmış hissetmişti. Aslında mesele ettiği şey oturma düzeninin ötesinde olayın özüne olan bir itirazdı. Kadınların erkeklerle eşitliğine giden yolda daha alınacak uzun mesafe olduğunu dile getiren bir itiraz.
Time dergisinin “2020 Yılının En Etkili 100 Kişisi” listesine dahil edilmiş olan Ursula von der Leyen kimdir diye bakma gereği duydum, hangi kariyer yolundan geçerek gelmişti bu makama. İki üniversiteden ekonomi eğitimi almış, bu arada London School of Economics bitirmiş ve ardından tıp okumak istemiş. Kadın hastalıkları doktoru olmuş ve halk sağlığı konusunda da yüksek lisansı olan bir kadın.
1999’dan beri aktif olarak siyaset yapmakta. Bakanlık görevlerinde bulundu, Almanya’nın ilk kadın savunma bakanı oldu. Avrupa Zirvesi tarafından gelecekteki Avrupa Komisyonu Başkanı olarak önerildi. 16 Temmuz 2019’daki Avrupa Parlamentosu’ndaki seçimde 383 oy alarak salt çoğunluğu sağladı, 1 Aralık 2019’da Avrupa Komisyonu Başkanlığı görevine başladı.
Kameralar önünde yaşadıkları ile dünya çapında manşet olan ve uğradığı haksızlığı dillendirebilen bu güçlü kadın, gezegenimizin her köşesinde her gün incinen ve sesini duyuramayan kadınları hatırlattı. Birçoğu çok daha ciddi olaya maruz kalan, göz ardı edilen, görülmeyen, duyulmayan kadınları.
Ve bu noktada kadın örgütlerimizin en önemli mücadele alanlarından biri olan ve bütün çabalara rağmen bir gece yarısı kararnamesi ile Türkiye’nin ayrılma kararı duyurulan İstanbul Sözleşmesi’ne getirdi konuyu. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların sesini duyurabilmesi için çok önemli bir araç olduğunu söyledi.
Mayıs ayında, bu sözleşmenin imzalanmasının üzerinden on yıl geçmiş olacağını, çığır açan bir yasal metin ve ilham verici bir belge olduğunu, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetle mücadelede geniş bir yaklaşım benimseyen ilk uluslararası bağlayıcı belge olduğunu, psikolojik şiddeti, cinsel tacizi ve aile içi şiddeti yasakladığını ve bu sözleşmenin tam da salgın zamanında öneminin arttığını anlattı ve şöyle dedi:
“Ankara’daki toplantıyı, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi konusundaki derin endişelerimi yinelemek için kullandım. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden birinin geri çekilmesi korkunç bir sinyal.”
Konuşmasında başarılı bir Türk kadınını örnek gösterdi. Dr. Özlem Türeci’yi. Ve onu şöyle tanıttı:
“Belçika’nın Puurs kentindeki Pfizer fabrikasını ziyaret ettim. Orada Dr. Özlem Türeci ile tanıştım. Covid-19’a karşı ilk onaylı RNA bazlı aşıyı geliştiren BioNTech’in kurucu ortağı ve Baş Tıbbi Sorumlusu. Özlem Türeci, küçük bir kızken, büyükanne ve büyükbabasıyla İstanbul’da büyüdü. Daha sonra tıp okuduğu Almanya’ya geldi.”
“Kadınların aynı fırsatlara sahip olması sağlandığında ve yeteneklerine saygı duyulduğunda hangi büyük güçlerin açığa çıktığını anlatan öyküsüyle Özlem Türeci’ye teşekkürler. Bu, liderlik rollerinde neden daha fazla kadına ihtiyacımız olduğunu gösteren bir hikaye.”
Bir Türk kadınının başarısını, Türkiye’de incinmiş Avrupalı bir kadının konuşmasının içerisinde dinlemek gurur vericiydi ve önemli mesajlar içeriyordu.
Başkan Ursula von der Leyen kadın haklarına saygının Türkiye ile yeniden ilişki kurmak ve ortak gündemi genişletmek için önemli bir önkoşul olduğunu belirtti. Türkiye ile ekonomik işbirliğini hızlandırmak, iklim değişikliği, halk sağlığı ve bölgesel sorunlar gibi konularda üst düzey diyalog başlatmak için önemli bir koşul.
2021’de hala bu tür konulardan bahsetmek zorunda kalmakla ilgili ise şaşkındı. Avrupa’daki insanların eşit haklara ve eşit fırsatlara sahip olması gerektiğini hala vurgulamak zorunda kalmak onu şaşırtıyordu.
Bir zamanlar yönetenlerimiz, Avrupa Birliği direktiflerine uyum sağlamanın özgürlükler ve demokrasi için zaten gerekli olduğundan, AB’ye kabul edilme sürecinden bağımsız olarak bu direktifleri yerine getireceklerinden bahsederdi. Özgürlüklere yönelik diğer konular bir yanda, kadın haklarına saygının AB ile ilişkilerin geliştirilmesinde ön koşullardan biri haline gelmesi gidişatın nereye doğru olduğuna bariz bir işaret olsa gerek.
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında önemli gündem maddeleriyle toplanıyor. Kabine gündeminde Suriye'deki son…
Geçen hafta sonu gazeteci Nevşin Mengü aleyhine bir mülakatı nedeniyle soruşturma açıldı; gözaltına alındı, adli…
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…