Avrupa Konseyi’nin, İstanbul Sözleşmesi’nin 10’uncu yılı münasebetiyle 11 Mayıs’ta düzenlediği çevrimiçi toplantının açılış konuşmasını yapan ev sahibi Alman Bakan Franziska Giffey, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini “kötü haber” diye niteledi ama iyi haberlerden ve sözleşmenin olumlu etkilerinden daha fazla söz etmeyi tercih etti.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanı Rik Daems ise Türkiye’nin ve anlaşmaya karşı olumsuz görüş sahibi çevrelerin dillendirdikleri iki argüman üzerinde daha derin yorum yaptılar.
Bu argümanlar şu şekilde tanımlandı:
-İstanbul Sözleşmesi’nin şiddete dayalı kayıplar konusunda yeterince iyileştirme sağlamadığı,
-Sözleşmenin geleneksel değerlere, aile yapısına karşıtlık taşıdığı ve zarar verdiği.
Marija Pejčinović Burić, anlaşmanın son on yıldaki başarısının ana hatlarını çizerken üye devletlere sözleşmeye desteklerini artırması konusunda çağrıda bulundu. Anlaşmayı “altın standart” olarak niteledi ve uygulandığı ülkelerde işe yaradığını belirterek şu çarpıcı cümleyi kurdu:
“Bugün Avrupa’da İstanbul Sözleşmesi sayesinde hâlâ hayatta olan kadınlar var .”
Türkiye’nin ayrılışını değerlendirirken, “İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların korunmasına ilişkin standartlarının birçok ülkenin kanunlarından daha katı olduğunu” ve “sözleşmenin ulusal düzeyde uygulanmasını değerlendirmek ve uygulanmasına yardımcı olmak için bağımsız ve benzersiz bir uluslararası izleme mekanizması sağladığını, Türk hükümetinin politik hareket ettiğini, ortaya konan argümanların doğru olmadığını, yanıltıcı anlatıların sözleşme aleyhine kullanıldığını” söyledi.
Türkiye’nin ayrılması bir alarm
Burić, İstanbul Sözleşmesi’nin asıl amacının kadınları şiddete karşı korumak olduğunu, cinsiyet ideolojisi ile ilgili bir amacı olmadığını güçlü bir şekilde vurguladı.
Rik Daems, Türkiye’nin sözleşmeden ayrılmasının üye devletler için bir “uyanma alarmı” olarak algılanması gerektiğini ve konferansın zamanlamasının bu açıdan önemli olduğunu, Türkiye’nin öne sürdüğü iki argümanın da doğru olmadığını, Türkiye’yi geri almak için çaba göstermek gerektiğini çünkü Türkiye’yi ziyaret ettiğinde de gördüğü üzere hükümetin ayrılma kararına karşın halkın çoğunluğun bu sözleşmenin arkasında olduğunu aktardı. Daems, Türkiye’deki tepkilerin ve sivil toplum örgütlerinin çabasının takipçisiydi.
Feride Acar: Avrupa kritik bir yol ayrımında
Konferansın belki de en çok merak edilen iki konuşmacısı İstanbul Sözleşmesi Uzman Grubu’nun (GREVIO) ilk başkanı, sözleşmenin mimarlarından Feride Acar ile Yazar Elif Şafak idi.
Feride Acar, bundan tam 10 yıl önce yaşadığı onuru anlatırken, bu anlaşma ile birlikte ilk defa “toplumsal cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramlarının uluslararası bir platformda tanımlanmış olmasının öneminin altını çizdi. Bu anlaşma ile birlikte, Avrupa Birliği üyeleri, kadına karşı şiddetin, ayrımcılığın bir öznesi olduğunu kabul etmiş ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile şiddet türleri arasında ilişki kurulmasını sağlamıştı.
Feride Acar, Avrupa’nın, cinsiyet eşitliği hedeflerine ve İstanbul Sözleşmesi’ne tamamen sahip çıkmak ile cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran argümanlara teslim olmak arasında kritik bir yol ayrımında olduğu uyarısını da yaptı.
Türkiye’nin son kararından endişeli olduğunu, ülkesindeki kadınların, korumasız kalmaktan ve edinilmiş hakların kaybedilmesinden korktuğunu dile getirdi.
Acar, bu olumsuzluklara karşın yine de iyimserdi. Avrupa’nın bu konuda iyi yönde yol alacağına inandığını, bazı ülkelerdeki ataerkil, otoriter ve kadın düşmanı “görünüşteki muzaffer” muhalefetlerin geçici olduğunu ve son sözü demokrasi, insan hakları gibi Avrupa Konseyi’nin kurucu ilkelerine inananların söyleyeceğine dair inancını koruduğunu aktardı.
Elif Şafak: Ayrılma kararı maço zihniyetin ürünü”
Muhafazakar ve erkek egemen bir çevrede, anne ve anneannesinin yaşadığı zorlukları görerek büyüdüğünü söyleyerek başladı konuşmasına Elif Şafak. Ülkesinde ziyaret ettiği okullara dair bir gözlemini paylaştı. Kendine güvenli ve zengin hayal güçlerine sahip, 6-7 yaşlarında kız çocuklarının, aile ve okulda gördükleri eğitim sonrası lise çağlarında, ataerkil zihniyetin etkisiyle nasıl değiştiklerini fark ettiğini anlattı. Genç kızlarımızın söylediklerinden ve yaptıklarından dolayı toplum tarafından yargılanacaklarına dair inşa edilen korkular nedeniyle zaman içinde kendilerine olan güvenlerini kaybettiklerini gözlemlemişti.
Elif Şafak Türkiye’yi, ataerkil bir ülke olarak tanımladı. Bu durumu ülkemizdeki kadınların zayıf ya da pasif oluşu ile değil, kadınların en eksik olduğu alan olan politika ile ilişkilendirdi. Politik alanın üst kademelerinde çok az kadın olmasının çok büyük bir fark yarattığını, Türkiye’deki karar vericilerin “muhafazakar, dindar, milliyetçi erkekler” olduğunu ve İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararının da bu “maço zihniyetin ürünü” olduğunu belirtti.
Elif Şafak, bu hakim zihniyetin felakete götürecek sonuçlarından korkuyor ve İstanbul Sözleşmesi’ni şiddet mağdurlarını koruyacak uluslararası en önemli antlaşma olarak tanımlıyor. Durum bu iken Türkiye’nin bir gece yarısı sözleşmeden ayrılışını ve bunun tam da şiddetin arttığı bir dönemde olmasını problemli görüyor. Ancak ona göre bu durum bir tesadüf de değil.
Şafak, ülkelerin geriye gidiş sürecinde ilk önce engellenen hakların kadınlar ve cinsel azınlıklara ait haklar olduğuna ve zamanın defalarca bunu gösterdiğine dikkat çekti ve şu soruyu sordu: Şu anda Türkiye’de sokaklarda olan iki grup bunlar değil mi?
Elif Şafak’a göre İstanbul Sözleşmesi, seçkinci değil aksine eşitlikçi, haysiyet, saygı, temel insan hakları gibi kavramları içeriyor. Hal böyleyken, sözleşmenin ailevi değerlere aykırı olduğunu söyleyenlere soruyor: “Hangi ailevi değerlerle bu uluslararası değerler çatışabilir?”
Elbette eleştirisi sadece Türkiye ile ilgili değildi. Dünyanın neresinde olursanız olun, eşitlik hakları için mücadele gerektiğini, bu mücadelenin sürmesi ve güçlenmesi için de “kız kardeşlik, uluslararası dayanışma” gibi kavramların önemini işaret etti.
Mesajı netti:
“Ne zaman kadınlar kutuplaşır, bölünür ise bundan kazançlı çıkan ataerkil zihniyet olacaktır. Zaman eşitsizliklerle ilgilenme zamanıdır. Her tür eşitsizlikle ilgilenirken, toplumsal cinsiyet eşitliği merkezde olmalıdır ve bunun için de İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız var, böylece genç kızlarımız kendilerine olan güvenlerini kaybetmeyecek, eşit şansa ve eşit haklara sahip olacaktır.”
Türkiye ayrılma kararından vazgeçmeli
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hukuken şüpheli bir gece yarısı kararnamesi ile Türkiye’nin ayrılışını duyurmasaydı, hükümet yetkililerinin İstanbul Sözleşmesi’nin 10 yıllık sürecinde izlediği politikaları, aldığı önlemleri, iyi uygulama örneklerini anlatacağı ve bunu da Avrupa ile ilişkiler açısından parlatarak sunacağı bir konferans izleyebilirdik.
Ama şu bir gerçek ki gerek mahkemelerdeki davalar, gerekse sivil toplum örgütlerinin mücadelesi sürecek ve İstanbul Sözleşmesi Türk kadınlarının elinden kolay kolay alınamayacak. Şiddetin önlenmesi, cinsiyete dayalı önyargıların ve ayrımcılığın yok olduğu bir geleceğin inşası için İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız var.