Sedat Peker’in görevdeki ve eski içişleri bakanları, bir kısım milletvekilleri, bakan danışmanları, yakınları, alenen ve gayrı aleni olarak görev verilen kimselerin giriştiğini iddia ettiği, bir kısmını bildiği, bir kısmına kendisinin de dahil olduğuna dair iddialarını ve yankılarını ibretle izliyoruz. İddialar, yaşı 40’ın üzerinde olanların hatıralarında hala canlı olarak duran, Uğur Mumcu suikastı, faili meçhul cinayetler gibi bugüne kadar aydınlatılamamış konularda kamuoyunun itibar edebileceği açıklamalar sunmakta. Hukukun üstün ve hakim olduğu bir ülkede dikkate alınmayacak suçlamalar çoğunlukla sosyal medyada ve muhalif medyayı ortalığı sallamakta. Görevdeki içişleri bakanı medyada kendisini savunmak durumunda kalmış, devlet üslubuna yakışmayan salvolar savurmuş bulunmakta.
Suçlamalar yakın geçmişte yaşanan bir kısım siyasi olaylar hakkında da hukuken ispatı zor olan fakat sosyolojik bir mantıkla doğru olduğu varsayılabilecek karine türü bilgiler içermekte. Bugünlerde eski “iddialı genç siyasetçi” profili yerine “görüp geçirdikleriyle sakalını ağartmış, çekildiği inzivadan yeniden ortaya çıkmış, bilge derviş” imajı ile tekrar ekranlarda görünmeye Erkan Mumcu’nun hatırlattıkları yenilir yutulur cinsten değil.
Adalet eski bakanlarından Cemil Çiçek; “suçlamalar çok ciddi, savcılar hepsini soruşturmalıdır” mealinde konuşmuş, Bülent Arınç da benzer şeyler söylemiş. Fakat ne yazık ki, her ikisi de bu konudaki acı gerçekleri söylememişler.
Siyasi partilerde çürümüş delegelik sistemi
Baksanıza, yakın geçmişte bir siyasi partide önemli bir gücü ve kendisini destekleyen delegesi olan bir siyasi, bugünün içişleri bakanı Süleyman Soylu, Sedat Peker’in ve yakınlarının yardımı ile siyasi liderler arasındaki yerini alabilmiş. İddiaya göre öncesinde emniyet genel müdürlüğü, içişleri bakanlığı yapmış olan bir siyasi parti başkanının o partide önemli bir yeri olan Süleyman Soylu’nun ve onu destekleyen delegelerin parti kongresine katılmasına engel oluyormuş. Yani halkın iradesinin siyasi parti yönetiminde temsil edilmesine yeraltı dünyası ile ilişkileri olduğu iddia edilen eski bir bakan engel oluyormuş.
İddiaya göre Süleyman Soylu, Sedat Peker ve yakınlarının yardımı ile bu engelin aşabilmiş, bu sayede siyasette ilerleme imkânı bularak bu günkü önemli mevkie gelebilmiş. Bu sebeple Sedat Peker’e borçlu imiş; önce yurt dışına çıkmasını sağlamış, Nisan ayında Türkiye’ye yasal yoldan gelmesinin yolunu açacakmış, son zamandaki olaylar olmasaymış kim bilir neler olacakmış…
Bu iddiaların ne kadar doğrudur ne kadarı ispatlanabilir, onu bilmiyoruz. Ancak bu iddia, devlet yönetiminin “siyasi parti delegelik sistemi” yoluyla rehin alınabileceğini göstermesi nedeniyle dehşet vericidir. Bana göre Sedat Peker’in iddialarının ülkeye yaptığı en önemli katkı; onlarca Anayasa profesörü ve aklı eren hukukçunun yıllardan beri anlatmak için nefes tüketip dil kuruttuğu delegelik sisteminin ülke için ne kadar tehlikeli, içi geçmiş köhne bir kurum olduğunu bu kadar açık bir şekilde ortaya koymuş olmasıdır.
Sedat Peker’in iddiaları siyasi partilerdeki delegelik sisteminin lider ve merkez yönetim sultasını güçlendirmekten, halkın içinden halkın sorunlarını bilen ve çözümler üretebilen yeni liderler çıkmasını, halkın siyasete egemen olmasını önleyen, halk iradesini rehin almaktan başka bir işe yaramadığını ortaya koymakta.
Avukatlardan doktorları, şoförlerden kahvecilere, esnaflardan ticaret odalarına ve borsalara kadar tüm resmî meslek kuruluşlarının merkez yönetimlerini oluşturmakta kullanılan arkaik ve köhnemiş delegelik sisteminin bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini Cemil Çiçek Çiçek’in veya Bülent Arınç’ın değil Sedat Peker’in beyanatlarının ortaya koyması ne kadar acı…
Eli, kolu, dili ve ayakları kösteklenmiş yargı ne yapsın!
Videolar arkası arkasına yayınlanıp suçlamalar ortaya çıkıp yayıldıkça kamuoyu gözü pek, namuslu ve neredeyse süper yetkili bir savcının ortaya çıkmasını, İtalya’da 1980’lerin sonunda bir savcının başlattığı gibi iddia edilen olayların doğruluğunu ortaya çıkarmasını, tüm suçluları hapse tıkıp suçları önlemesini istemekte. Saçı sakalı ağarmış büyüklerimiz İtalya’nın “Temiz Eller” operasyonunu, Türkiye’ye de gelerek konferans vermiş olan Savcı Di Pietro’yu hatırlayacaktır.
Ülkemizde binlerce namuslu, gözü pek ve yetki ve imkan verilse Temiz Eller savcısı Di Pietro’dan çok daha iyisini yapabilecek enerjiye, akla ve dirayete sahip binlerce savcının olduğunu ve görevi yapmaya hazır olduklarını hepimiz biliyoruz. Fakat vatan sevdalısı binlerce savcının elinin kolunun, dilinin ve ayaklarının siyasiler tarafından kösteklenmiş olduğu gerçeğini hukukçu siyasetçiler olan Cemil Çiçek ve Bülent Arınç’ın bile söylemekten kaçınmakta. Böyle bir ortamda kamuoyu Temiz Eller operasyonu da “Di Pietro” gibi savcıların ortaya çıkmasını da beklemesin.
Türk yargısı, İtalya’nın 1948’de Anayasası ile siyasilere karşı tam bağımsızlığını güvence altına aldığı, HSK’nın fikir kaynağı CSM’nin yakınına bile yaklaşamaz. Temiz Eller operasyonunu yürüten İtalyan hakimlerine ve Savcılarına kimse dokunamaz, tayin edemez, görevden alamaz. Türkiye’de ise HSK siyasetçilerden oluşan Adalet Bakanı ve yardımcısı olmadan adım bile atamaz, onların katılımı ile aldığı kararlar hakkında hiç bir yargı kuruluşuna hesap vermez. Her yıl binlerce hakim ve savcı oradan oraya tayin edilir, hiç birisinde makul gerekçe gösterilmez; görülmekte olan davaların hakimleri dava bitmeden kaç kere değişir, bunlara karşı ayyuka çıkan şikayetler hakkında hiç kimse bir şey yapamaz.
HSK’nın yargı denetimi dışındaki kararları
1977’de Anayasa mahkemesi “hukuk devletine aykırı” gerekçesiyle iptal etmiş olmasına karşın 1981’de cuntanın kanuna, 1982 Anayasasına koyduğu bir hüküm ile HSK’nın kararları yargı denetimi dışına çıkarıldı. Onca sözde yargı reformu yapıldı ama hukuk devleti ile bağdaşmayan bu duruma hiç dokunulmadı. Üstelik yakın zamanda seçimleri düzenleyen idari kurum niteliğindeki YSK kararları da yargı denetimi dışına çıkarıldı.
Sedat Peker, “Yer altı dünyasının avukatları kritik mahkemelere hâkim olarak atandı, onların mahkemesine niye teslim olayım” diyerek bir kısım mahkemelerin yeraltı dünyasının adamlarından oluştuğunu, o nedenle o mahkemelere ve hakimlere güvenmediğini söylüyor. Ne kadar doğrudur bilinmez ama bir kısım avukatların hâkim olarak atandığı bir gerçek. Bir kısım yargı kararları hakkında kamuoyunun tatminsizliği hafızalarda hala ilk canlılığıyla yankılanmakta. Bu ortamda, söz konusu eski avukat hakimlerin yargısal denetimi olmayan mülakatlar sonucunda mesleğe kabul edilmesinin ve bunların yargı denetimine tabi olmayan HSK kararlarıyla mahkemelere makul gerekçesi gösterilmeden atanmaları yargıya güveni yok etmez mi?
Amirlerin soruşturma ve kovuşturma izin şartları
Prof. Dr. Sami Selçuk’un dilinde çoktan tüy bitti; kamu görevlilerinin suçlarının soruşturmasında idari amirlerinin izin vermesini şart koyan 4483 sayılı kanun (eski Memurin Muhakematı Kanunu) çağ dışıdır ve çoktan ortadan kaldırılmış olması gerekirdi.
Sedat Peker görevdeki ve eski bakanları suçluyor, kamuoyu suçlamalar hakkındaki gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istiyor. Akıl ve mantık da bu kadar ciddi olan, üstelik devletin bekasını ilgilendirdiği söylenilen suçlamaların derhal soruşturulmasını, devlet yöneticilerinin aklanmasını, suçları varsa herkes gibi görevden alınıp tutuklanmasını istiyor ve böylelikle devlet yönetiminin hukuka uyarlı ve güçlü olmasını istiyor.
Gel gelelim, hukukçu olmayanları bir taraf bırakalım, hukukçu olan siyasetçilerin tamamı, kamuoyuna konuşanı da hiç konuşmayanı da, iktidardaki ve muhalefetteki siyasi partilerin hiç biri idari amirleri izin vermediği sürece bütün bunlara son verecek binlerce vatansever, milliyetçi savcı olmasına rağmen bir tanesinin bile suç işleyen kamu görevlileri hakkında harekete geçemeyeceğini, işin özü yargının parmağını bile kıpırdatacak durumda olmadığını ortaya koymuyor.
İnsan kendi ayağına sıkar mı?
Sedat Peker’in suçladığı bakanlar hakkında bir yargı soruşturması açılabilmesi için TBMM’deki 600 üyeden 301 üyenin önerge vermesi, dava açılabilmesi için ise 400 üyenin karar vermesi gerekiyor. İktidar ve muhalefet bir araya gelmeden bakanlar hakkında soruşturma veya dava açmanın imkansız olduğu ortada değil mi? Yani bakanlar, isterlerse yargıya hesap vermek durumda olmaksızın istedikleri gibi at oynatamazlar, istedikleri gibi suç işleyemezler mi? Onları durduran bir şey var mı? Yok!
Suçlanan bakan yardımcıları veya üst düzey bürokratların soruşturulabilmesi için kendisi de suçlanan bakanın izin vermesi gerekiyor. Böyle bir durumdaki bakan kendi kendisinin soruşturulması anlamına gelen bir izin verir mi? Amiyane deyişle kendisi de suçlanan bir bakan kendi ayağına sıkar mı?
Görev yapmasını istiyorsak yargıyı özgürleştirelim!
Son günlerde muhalefet partileri de HSK’nı siyasileştiren bataklığın içine daldılar. TBMM tarafından seçilen HSK üyelerinin partiler arasında dağılımı için aralarında anlaşma yaptılar. Siyasi amaçlarla HSK’nı şimdi olduğu gibi düzenleyerek ülkeyi 1982’den de daha eskiye, 1960 öncesi yıllardaki yargının yürütmenin kontrolünde olduğu hale götürenler yargıya, adalete ve dolayısıyla ülkeye, millete ve geleceğimize büyük kötülük yaptılar.
Unutmayalım ki; yürütmedeki siyasilerin 6 üyesini belirlediği HSK’nın kalan 7 üyesi üzerinde siyasi partilerin pazarlık yapması, siyasallaşmış olan yargıya tarafsızlığını da tamamen kaybettirir. Yargı siyasallaştığında devlet yönetimi zayıflar, çöken adaletle birlikte ekonomi, refah ve demokrasi de çöker.
Bu bilgi çağında, bu devirde, 83 milyon nüfus ve 780 bin kilometrekare toprağıyla bu büyüklükte ülkeyi, bilinci bu kadar yüksek milleti böyle yönetmenin mümkün olmadığı ortada. Türkiye daha iyi yönetilmezse bunun sadece Türkiye’ye değil uzak ve yakın çevresindeki komşularına büyük zararı olacağı da kesin. Halkın bu adalet ve adalete dayalı devlet yönetimi sorununu kökünden çözmesi lazım. Çözüme yargıyı düzeltip çağdaşları seviyesine getirmekle başlamak şart! Bu amaçla:
(1) Yargı, hizmet odaklı, verimli, şeffaf ve hesapverir olan, işlevini göstermeye yeterli sayıda hiç kimse, grup veya koalisyonun nüfuz kuramayacağı böylece tam bağımsızlığı hak eden bir düzenleyici kurum oluşturulmalıdır.
(2) Yargıdaki tüm idari kararlar, yeni kurulacak yargının iç işleyişi konularında uzman Adalet Yüksek Mahkemesi’nde yargı denetimine tabi olmalıdır.
(3) Hakim ve savcı meslekleri, avukat baroları gibi, ayrı ayrı ve tamamen kendilerinin yönettiği yargısal meslek kuruluşlarına sahip olması; Bu kuruluşlar diğerlerinden ayrı olarak Anayasa’da yargı bölümünde düzenlenmelidir.
(4) Hakimler, savcılar ve avukatlar mesleklerinin gerektirdiği tam bağımsızlığa, coğrafi teminat, kürsü teminatı ve diğer evrensel teminatlara sahip olmalı hem tam bağımsızlıkları güvence altına alınmalı, dürüst ve verimli çalışmaları, hukuk önünde tam şeffaf ve hesapverir olarak görev yapmaları sağlanmalıdır.
(5) Yargı üst kuruluna, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine aday adayları olma ve aday olma süreçleri liyakatin ve sadakatin kamuoyunun da katılacağı süreçlerle belirlenmesi, atamaların gerekçeli olması sağlanmalıdır.