Daha 5 Mayıs günü, Bursa’dan bir arkadaşım, “körfezi deniz salyası kapladı, bitirdiler Marmara’yı” diye bir fotoğraf yolladı. İlk anda kumluk bir bölgenin fotoğrafını yolladığını düşündüm. Arkadaşım, genelde temmuz aylarında mikroorganizmalardan dolayı denizin yeşillendiğine tanık olmuştu ama ilk kez böyle bir şey görüyordu. Bursa’daki sanayi tesislerinin fazlalığını, bir de Türkiye’nin Otomobili TOGG fabrikasının eklenecek olmasının bölgeye getirebileceği yükü konuşmuş endişelenmiştik.
Aradan geçen bir aylık sürede Marmara Denizi için büyük bir tehlike haline gelen hatta Ege Denizi’ne doğru yol almasından endişe edilen müsilaj sorunu ile yüzleşmiş durumdayız.
Prof.Dr. Ahmet Cemal Saydam’ın tabiriyle Karadeniz’den gelen bu plankton, Marmara’da bir ziyafet sofrası ile karşılaştı ve çoğaldı. Bu noktaya gelmemek gerekirdi.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un acil müdahale kapsamında 8 Haziran Salı gününden itibaren, 7/24 çalışılarak, deniz yüzeyi temizleme araçları, deniz süpürgeleri ve özel sektörden alınacak hizmetle temizleneceğini söylediği müsilajın, altta üretilmeye devam ettikçe, yukarıdan temizlenmesinin fayda sağlamayacağını söyleyen uzmanlar var. Vatandaşların da davet edildiği temizlik çalışması, psikolojik olarak “çalışmalar başladı” algısı yaratmak için fayda sağlayabilir belki ancak bu sefer gerçekten acil ve kağıtta kalmaktan öteye geçmesi gereken bir kararlılığa ihtiyaç var.
Görüştüğüm uzmanlara göre Bursa’daki en büyük kirlilik kaynağı tüm Bursa Ovası’nı dolaşıp Karacabey’e dökülen, tamamıyla zehir aktığı iddia edilen Nilüfer Çayı. Bursa’daki onlarca Organize Sanayi Bölgesi içerisinde sadece birkaç tanesinde arıtma sistemi olduğunu; OSB’lerde, hatta küçük sanayi sitelerindeki ufak tefek atölyelerde kullanılan asitlerin ve ağır metal artıklarının Nilüfer Çayı’na bırakıldığını söylüyorlar.
OSB’lerin çevre müdürlükleri tarafından kontrol edildiğini, mühendis odalarının denetime katılmamasının eksiklik olduğunu, bağımsız çevre denetçilerinin bir an önce sisteme dahil edilmesinin önemini dile getiriyorlar.
En acısı da Nilüfer Çayı’nın simsiyah akarken, etrafındaki büyük tarım alanlarının bu çaydan sulanıyor olması. Evlerimize gelen sebze ve meyveler işte bu çaydan akan su ile sulanıyor.
Atık sular en iyi şekilde arıtılmalı
Kimya Mühendisi Melek Yıldız’ın Bakan Murat Kurum tarafından açıklanan eylem planındaki önerilere ilişkin görüşleri şu şekilde:
“Temizlik çalışmalarına bir an önce başlanmalı ancak bir yandan da alttan kirletici atık su gelmeye devam ediyor. Atıksu arıtma tesislerinin bir an önce tamamlanması gerekiyor. Bakan Kurum’un da açıkladığı şekliyle şu an Marmara Denizi’ne deşarj edilen atık suyun yüzde 53’ü sadece ön arıtmadan geçirilmektedir. Ön arıtma, arıtma demek değildir. Sadece parçalayıp, katı partikülleri küçültüp denize deşarj ediyoruz. Arıtma tesisleri istenirse 6-12 ayda biyolojik arıtma tesislerine dönüştürülebilir. Öngörülen üç yıl çok uzun bir süre. Bir an önce finansal kaynaklar sağlanıp dönüşüm gerçekleştirilmeli.”
Bakan Kurum’un “atıksu tesislerinden deşarj edilen suya ait standartlar üç ay içinde güncellenecek ve tesislerin bu standartlara uyumu beklenecek ve denetlenecek” açıklaması için ise Yıldız şunu söyledi: “Atık su deşarj kriterlerimiz Avrupa standartlarıyla çok benzer. Bizim standartlar değil, uygulamalar konusunda sorunumuz var. Atıksu arıtma tesisleri bağımsız kurumlar tarafından işletilmeli, sıkı denetlenmeli ve yüksek cezalar olmalı.”
Meslek odaları ve sivil toplum sürece dahil edilmeli
İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Derneği Başkanı Baran Bozoğlu, 6 Haziran’da DHA’da yer alan röportajını hatırlatarak önerilerini Bakan Kurum’un açıklamalarında duymaktan mutlu olduğunu, bu çözüm önerilerini çok uzun süredir dillendirdiklerini ancak yetkililerin “yapmadıkları işler” nedeniyle bu duruma gelindiğini söyledi. İnşaatları kısa sürelerde bitirme konusunda iddiaları olan hükümetin, isterse ve kaynak ayırırsa, 6 ayda da arıtma tesislerini tamamlayabileceğini belirtti.
Konunun uzmanlarının ortaklaştığı en önemli konularda biri Ergene Havzası. Ergene Havzasının suyunu Marmara’ya getirmenin bardağı taşıran son damla olduğunu düşünüyorlar. Ergene’deki sanayi bölgelerine ait arıtma tesislerinin gerçekten çalışır hale getirilmesi, ileri arıtma tekniklerine geçişi ve suyun geri kazanılması gerekiyor. Bu konuda da geç kalınmış durumda. Arıtma tesislerinin kesintisiz ve doğru çalıştırılmasının önündeki engellerden birisi de elektrik ücreti. Bu konuda yapılacak şey ise tarife değişikliği.
Uzmanlar, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaynaklanabilecek olan su sıkıntısına karşı, temiz üretim teknikleri ile, arıtılmış suların geri kazanımı ve tekrar kullanımı konusunda uyarılarda bulunuyor. Bakan Kurum, mevcut durumda arıtma tesislerinden geri kazanım oranının yüzde 3.2 olduğunu, 2023’te yüzde 5, 2030’da ise yüzde 15 hedefi konulduğunu, arıtılmış suların peyzaj alanlarının sulamasında kullanılacağını aktardı. Arıtma tesisleri ile ilgili bu hedef sözde kalmamalı, kamuoyu tarafından da takip edilmelidir.
Marmara’nın kirlenmesinin önemli nedenlerinden biri olan gemi atıklarının denize bırakılmasının önlenmesi kirlilik kaynaklarını kesmek açısından önemli. Bir an önce harekete geçilmeli ve taviz verilmemeli.
Bakan Kurum’un “Tersanelerde daha çevreci teknikler kullanıIacak” cümlesi ise çok iyimser bulunuyor. Melek Yıldız’ın gözlemine göre sintine arıtması olan tersanelerin sayısı çok az. Standart uygulama olan yağ ile suyun birbirinden ayrıştırılması işlemi bile yeterliyken, bu dahi yapılmıyor.
Fosfor içeren temizlik malzemelerinin kullanımının azaltılıp organik temizlik malzemelerinin kullanımına geçilmesinin teşvik edilmesi önemli bulunurken, bunun hayata geçmesi ve sonuç vermesinin çok uzun zaman alacağı, ayrıca fosfor zaten arıtılabilir bir parametre iken önceliğin bu olmadığının da altı çiziliyor.
Deniz suyu sıcaklığının diğer denizlerimize göre artmış olmasının nedenlerinden olan soğutma suları ve termal suları denize bırakmak için zaten rapor almak gerekiyorken, yeni önlemlerden bahsedilmesi bu konuda da aksaklıkların olduğunun bir kanıtı. Şimdiye kadar onaylanan raporların kontrol edilip, uygunsuz ise iptal edilmesi gerekiyor.
Doğa ile zıtlaşılmaz
Barajlarımızda su seviyesi düştüğünde susuz kalmaktan endişe ederken, kullandığımız suyun nereye gittiği ile çok da ilgilenmiyoruz. Denizlerimize atık suyun hangi koşullarda deşarj edildiğini bilmiyoruz. Bunu bilenleri ve uyaranları da şimdiye kadar duymadık, ta ki gözle görünür bir kirlilikle karşılaşana kadar.
Üst yapıya, binaların heybetine, kentlerin makyajına kocaman bütçeler ayrılırken altyapı ihmal edildi. Büyüklüğüyle yarıştırılan projeler çevreye daha büyük zararlar verdi. Doğanın düzeni ile oynanırken bunun nelere mal olabileceği öngörülmedi ve hala bu konudaki ısrar devam ediyor.
Atıksuyunu biyolojik arıtmadan geçirmeden Marmara Denizi’ne deşarj eden İstanbul’a kanal açmak için ayrılan bütçe bir an önce doğaya karşı işlenen suçları telafi etmek için bilime dayalı projelere yönlendirilmelidir aksi halde doğanın intikamı daha büyük olabilir.