Dış politika gündemimizde öne çıkan Afganistan ve sığınmacılar konularında yeni gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye, Ocak 2015’den bu yana Kabil Hamid Karzai havaalanının işletme ve güvenlik sorumluluğunu, NATO’nun “Kararlı Destek Misyonu” çerçevesinde üstlenmişti. Kabil havaalanı, ticaret dahil türlü sevkiyat amacıyla kullanılıyor. İhtiyaç halinde, ülkedeki yabancıların ve Afgan ileri gelenlerin, hassas kesimlerin tahliyeleri için gerekli. Yani, ülkenin en önemli birkaç stratejik noktasından biri.
Türkiye NATO misyonunun sona ermesiyle ABD ve diğer NATO ülkeleri askerlerinin Afganistan’dan çekilmeleri sonrasındaki dönem için de bu görevi sürdürmeye talip oldu.
ABD ile Türkiye konunun mali, lojistik ve diğer yönlerini müzakere ediyorlar. Alan da veren de razıdan öte istekli olduğu için kısa zamanda sonuç alınır diye düşünülebilir. Ama yaşanan gelişmeler ve son olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz’da KKTC’de yaptığı açıklamalar bunun o kadar kolay olmayabileceğini gösteriyor.
Afganistan’da bir ABD klasiği
ABD’nin yirmi yıl süren varlığının ardından tablo şöyle:
* Afganistan’da bir ABD klasiği daha izliyoruz; girdikleri ülkeden çıktıkları gün, durum girdikleri günden daha kötü oluyor.
* Taliban, Afganistan’ın neredeyse her yerinde ilerliyor. Dün, 20 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Eşref Gani ve diğer üst düzey zevatın Kabil’in ortasında bayram namazı kıldıkları yerden çok net olarak duyulacak şekilde meydana gelen patlamalara dair görüntüler, Taliban’ın oralarda bile olduğunu göstermesi bakımından çok önemliydi.
*Taliban’ın ilerlemesi durdurulamaz değil. Ama hükümetin başta Kabil olmak üzere tuttuğu bazı şehirleri Taliban’ın kuşatması öne çıkan bir senaryo. Kabil’in hükümetin elinde, etrafının ise Taliban’la çevrili olduğu bir ortamda, dağların ortasındaki havaalanının çevre güvenliğinin sağlanabilmesi kolay olmayacaktır.
* Taliban 13 Temmuz’da yayınladığı açıklamada “Türkiye’nin ülkede kalmasını işgal sayarız” dedi. Türkiye, Taliban ile özel ilişkileri bulunan ve kendisinin de ayrıcalıklı ilişkilere sahip olduğu Pakistan’ın desteğine güveniyor. Pakistan bu konuda Türkiye’ye yardımcı olmak ister mi, istese bile olabilir mi acaba?
Risk yüksek. O halde neden?
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Taliban’ın açıklamasındaki olumsuz ifadeleri bir iletişim kazası olarak tanımladı. Taliban ile Türk yetkililer arasında görüşmeler yapılıyor. Karşılıklı yapılan açıklamalar, bizimkilerin Taliban’ın açıklamasına, Taliban’ın da bizimkilerin tutumuna şaşırdıklarını gösteriyor.
Cumhurbaşkanının KKTC’de Taliban’la ilgili söyledikleri de sanki bir hayal kırıklığının ve sitemin ifadesiydi. Mevcut şartlarda “iletişim kazalarının ve bunlara bağlı başka kazaların yaşanması riski yüksek.
Peki, Türkiye niçin bu riski alıyor? Benim görebildiğim bir neden, Türkiye’nin varlığını sürdürmek suretiyle ileride, “Bakın, biz bırakıp gitmedik” diyebilecek olması. Bazı ekonomik çıkarlar veya önümüzdeki dönem için ekonomik beklentiler de söz konusu olabilir. Kanaatimce öne çıkan neden, ABD’yle yaşadığımız olumlu gündem kıtlığında bir iş birliği fırsatı ele geçirmiş olmamızdır.
Bizim Müslümanlığımızla Taliban aynı mı?
Doğru, Türkler ile Afganlar tarihi ilişkilere sahiptir. Cumhuriyet’ten önce kurulan ilişkilerde ve Büyük Atatürk’ün devlet adamlığı ve vizyonu, karşı tarafta da Emanullah Han gibi aydın bir liderin varlığıyla, 1913-1928 yılları arasında çok güzel anekdotlar mevcuttur. Ama, çok farklı bir döneme ait olan bu anekdotların bugünün koşullarında ve Taliban’ı ne ölçüde etkileyebileceği şüphelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla ters bir durumu olmadığını söyledi. Bizim Müslümanlığımız ile Taliban’ın Müslümanlığını, doğrusu aynı cümle içinde bile düşünemiyorum.Her halükârda “din kardeşliği” Taliban’ın mülahaza [değerlendirme] önceliklerinden olmayacaktır. Taliban’ın kurbanlarının çoğunluğu da zaten Müslümanlar değil mi?
Türkiye’nin ilk baştaki istek ve heyecanı, yerini temkine bırakmış gibi. Hatta, “Nereden düştük buraya?” gibi sorular bile akla geliyor olabilir.
Bu sığınmacılar ülkeye nasıl bu kadar rahat girebiliyor?
Türkiye’de 116 bini kayıtlı, en az bir o kadarı da kayıtlı olmayan Afgan sığınmacı bulunmakta. Sığınmacıların bir kısmı 4000 km yol kat ederek Afganistan’dan gelmiş. Bir kısmı da Sovyet işgalinden itibaren İran’a kaçan ve yıllardır orada bulunan Afganlı mültecilerden gelenler. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre İran’daki kamplarda 900 bin civarında kayıtlı, 1.5-2 milyon civarında da kayıtsız Afgan mülteci bulunmakta.
Bu insanlar İran ve Türkiye sınırlarını rahatça geçip ülkemize girebiliyorlar. Üstelik terörle mücadele eden ve her an en üst alarm düzeyinde bulunan bir güvenlik yapısının gözünden kaçarak. Bu gayet ilginç bir durum.
Sosyal medyada Suriyeli sığınmacıların Afgan sığınmacılardan rahatsız olduklarına dair paylaşımlar yapılıyor. Ne kadarının gerçek olduğunu bilmem, ama traji- komik. Bayram tatilinde Bodrum’a gidip kendisinden bir saat sonra gelenleri “Niye geliyorlar?” diye eleştiren vatandaşlarımızın durumu gibi.
Her halükârda, sığınmacılar konusunun Türkiye’de önümüzdeki dönemin iç politika malzemelerinden olacağı görülüyor.
Suriyeli sığınmacılar nasıl dönecek?
Ülkemizdeki en büyük sığınmacı topluluğu, geçici koruma altındaki Suriyeliler (3,6 milyon). Bu insanların ülkelerine, evlerine geri dönmeleri en başta kendileri için iyi olacaktır. Bunu desteklemeliyiz.
Mesele bunun nasıl yapılabileceğidir. Zorla geri gönderilemezler, gönüllü dönüş olmalıdır. Geri döndüklerinde can güvenliklerinden, hapse atılmayacaklarından emin olmalılar. Aş ve iş gerekir. Asgari bir sağlık ve eğitim altyapısı olmalı. Aksi takdirde niye dönsünler? Türkiye’de hem can güvenlikleri hem hayatlarını idame ettirecek şartlar mevcut. Sınırın ötesinde inşa edilen briket evlere de döneceklerini sanmam.
Sığınmacıların dönmesi, ekonomisi çökmüş olan Suriye’de beslenmesi ve ihtiyaçları karşılanması gereken daha fazla insan olması anlamına geliyor. Sığınmacıların çoğu da Beşar Esad karşıtı veya karşıt eğilimli. Esad yönetimi bu insanların geri gelmelerini caydırıyor. Mesela, yönetim, yeniden imar yasalarıyla, evlerini terk etmek zorunda kalanların mülklerine el koyuyor. Bazı yerlere de yabancı Şii milisler ve aileleri yerleştiriliyor. Dönenlerden çok sayıda tutuklanan da var.
Suriyeli sığınmacıların sağlıklı bir şekilde dönüşü; ciddi ve uygulanabilir bir yol haritası, uluslararası iş birliği ve dönecekleri toprakların (Suriye) yönetiminin iyiniyetli ve çözüm odaklı iş birliğiyle mümkün olabilir.
Sığınmacılar meselesi de Kabil havaalanı konusu da Türkiye’nin geniş çerçevedeki uluslararası ilişkiler bütününün parçalarıdır. Olayın bu boyutunu bir diğer yazıda değerlendireceğim.