Yangın sadece ormanlarda, kıyılarda değil, her sahada devam ediyor. Siyasetteki yangın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabinesindeki koltukların sallantıda olmasıyla Ankara’da bakan-toto oynanmasıyla görünür halde. Dış politika alanındaki yangın da aslında orman yangınları nedeniyle doğal olarak ikinci plana düşmüş kaçak Afgan göçü konusunda. ABD Dışişleri Bakanı Tony Blinken’ın son beyanı, Ankara’yı sıkıntıya soktu. Yoksa bizim son dönemde tanık olduklarımız, kaçak Afgan göçü değil de asker sevkiyatı mıydı? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı yangınla mücadelede beceriksizlikle suçlamaya ara verip ABD’ye “Erdoğan’la anlaşmanızı tanımayacağız” gibi köşeli bir mesaj göndermesi yangının ortasında iktidar ile muhalefet arasında bir de Afgan göçü tartışması başlattı.
Gerçi Kılıçdaroğlu konuyu açtığı için vatandaşlardan özür de diledi, gerekçesi bunun artık bir milli güvenlik sorunu olduğuydu. Kılıçdaroğlu’na İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Allah ıslah etsin” diye bitirdiği 21 maddelik bir açıklamayla yanıt verdi. Bu sayede bizler de ilk defa derli toplu halde kaçak göç konusunda İçişleri Bakanlığının çalışmalarını topluca öğrenmiş olduk; somut verilerin bulunduğu bu açıklamayı bu bağlantıdan okuyabilirsiniz. Ama Soylu’nun söyledikleri tam olarak Kılıçdaroğlu’nun iddialarına karşılık gelmiyordu. Kaçak göçle mücadele muhalefet liderinin iddialarının sadece bir parçasını oluşturuyordu. Kılıçdaroğlu asıl olarak, Erdoğan’ın Afganistan’daki ABD ile iş birliği yapmış asker ve sivil kişilerin Türkiye’ye kabulü konusunda bir anlaşma yapıp yapmadığını merak ediyordu. Aslında Dışişleri de aynı saatlerde bu konuda bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Çünkü Kılıçdaroğlu bu soruyu durduk yerde değil, ABD Dışişleri Bakanının 2 Ağustos’taki basın toplantısında söyledikleri üzerine sormuştu.
ABD iş birlikçilerine yer arıyor
Blinken özetle şunları söylemişti:
• Yirmi yıldır bizimle birlikte olan, bize yardım eden Afganlılar var. Bunlar ABD ve müttefik güçlerin çekilmesiyle kendilerini haklı olarak tehlike altında hissediyorlar. Onları yalnız bırakmayacağız.
• Son on üç yılda ABD’ye yardım edenler ve ailelerine 73 bin göçmen vizesi verdik. Bunların 8 bini son yıl içinde verildi, 8 bin ek vize de Kongre onayını bekliyor. Ailelerin bir kısmının sevkiyatına başladık, en son 400 kişi bu sabah ABD’ye ulaştı.
• Ek olarak, biz titiz güvenlik soruşturmalarını yürütürken, uygun Afganların süratle sevk edilip güvenlik içinde beklemelerini sağlamak için üçüncü ülkelerle anlaşma peşindeyiz.
• Bir de vize almaya ehil olmayan, ama bize yardımcı olmuş Afganlar var, ki onlara da yardımcı olacağız.
Bir muhabir sormuş: acaba ABD Dışişleri Bakanı “üçüncü ülkeler” derken İran ve Türkiye’yi mi kast ediyor diye.
Malum, Türkiye’ye gelen Afganlar İran üzerinden geliyor. İran adeta görünmez koruma veriyor ve Afganistan sınırından kamyon kamyon kaçan göçmen, İran gibi bir polis devletinde getirilip Türkiye sınırına bırakılıyor. Son zamanlarda gelenlerin çoğunun 20 yaş civarında, askerlik çağında, hatta bir kısmının askeri kıyafetler içinde geldikleri dikkat çekiyor. Yani gelenler, Blinken’ın ima ettiği gibi sadece sivil toplum ve medya çalışanları değil, açıkça gözlenebiliyor bu durum.
Burada önemli bir ayrım var. Burada bahis konusu olan Taliban vahşetinden canını kurtarmak için ailece kaçan ve gerçekten korunma ihtiyacındaki Afgan halkı değil. O insani bir durum. Burada adeta bir askeri sevkiyatı andıran örgütlenme ve harekattan söz ediyoruz.
Her halükârda, Blinken bu soruya doğru dürüst cevap vermemiş. Sadece kendilerine çalışan adamlarını ortada bırakmak istemediklerini söylüyor.
ABD’nin Taliban’dan kaçan adamları mı?
ABD, durumu “ehil” olanları doğrudan alıyor. Olmayanlara ve henüz şaibeli durumdakilere yer arıyor; o zamana kadar da güvenli bir yerde kalmalarını istiyorlar? Taliban’dan kaçan ABD işbirlikçisi Afganların güvenli barınağı Türkiye mi? Soru bu. Kılıçdaroğlu’nu harekete geçiren de bu. O yüzden ABD’ye devletten devlete diplomatik sınırları aşarak, eğer iktidara gelirlerse bu anlaşmayı tanımayacakları uyarısında bulunuyor. Erdoğan, Kanal İstanbul ihalesi gibi ABD’nin Türkiye’ye böyle bir anlaşmayı kendisi başta olmasa da “söke söke” kabul ettireceğini söyler mi? Henüz söylemedi.
Ama Blinken’ın bu sözleri Ankara’yı rahatsız etti. Dışişleri Sözcüsü Tanju Bilgiç 3 Ağustos’ta şunları söyledi:
• “Ülkemizin yeni bir göç krizini üçüncü bir ülke adına üstlenecek kapasitesi bulunmamaktadır. Türkiye olarak, ABD’nin sorumsuz ve ülkemize danışmadan aldığı kararı kabul etmiyoruz.
• “ABD, eğer bu kişileri ülkesine almak istiyor ise doğrudan uçaklarla ülkesine nakletmesi mümkündür.
• “Bölgemizde üçüncü ülkelerin kararları neticesinde yaşanan göç krizlerinin yükünün Türk milleti tarafından üstlenilmesini kimse beklememelidir.”
Cumhurbaşkanı Güvenlik ve Dış Politikalar Danışmanı (ve Sözcüsü) İbrahim Kalın’ın da 3 Ağustos’ta ABD Başkanı Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile bir telefon görüşmesi yaptığı duyuruldu. Görüşmede Afganistan konuşulduğunu biliyoruz, ayrıntı verilmedi.
Bu da diplomasi yangını
ABD, Türkiye’nin hem kendi de ayrıldıktan sonra Afganistan’da kalmasını istiyor, Taliban’la Afgan hükümeti arasında barış görüşmelerine ev sahipliği yapmasını istiyor, hem de Taliban’dan kaçan iş birlikçilerine barınak olmasını. Üstelik Dışişleri açıklamasına bakacak olursak, bu konuda Türkiye’ye “danışmandan aldığı karar” söz konusu. Bu durum ortada bir anlaşma olmadığını da gösteriyor; en azından Dışişleri Bakanlığına da anladığımız kadarıyla İçişleri Bakanlığına da yansımış bir yazılı ya da sözlü bir anlaşma olmadığını.
Erdoğan’ın 14 Haziran NATO toplantıları çerçevesinde Biden ile ikili görüşmesinde bu konu gündeme gelmişse bile mutlaka Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve İçişleri Bakanı Soylu’ya aktarmış olurdu. Görüşmeye en güvendiği tercüman olarak Kuala Lumpur Büyükelçisi atadığı Merve Kavakçı’nın kızı Fatma Abu Şanab’ı alarak giren Cumhurbaşkanının Biden ile bu konuyu görüşüp de ilgili bakanlarına aktarmamış olması ihtimalini akla dahi getirmemek lazım.
Bu da diplomaside bir yangın durumu sayılmalı. Erdoğan bir yandan Biden ile daha yakın olmak istiyor, şahsen de görüşebilmek istiyor. Afganistan konusunun bu açıdan da değerlendirmek istiyor. Öte yandan Washington daha işin başında Ankara’yı ters köşeye yatırıyor.
Zor bir durum. Geldi mi üst üste geliyor, değil mi?