Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından İklim Değişikliği 2021 Raporu açıklandı.
Rapor hazırlanırken 14,000 bilimsel yayın değerlendirildi, 65 ülkeden 234 yazar katkıda bulundu.
Rapor, iklim sistemi ve iklim değişikliğine ilişkin en güncel kanıtları, küresel ve bölgesel iklim simülasyonlarını bir araya getirerek karar vericileri eyleme geçmeleri konusunda uyarıyor.
BM Genel Sekreteri António Guterres raporu sunarken:
“Kanıtlar reddedilemez: sera gazı emisyonları gezegenimizi boğuyor ve milyarlarca insanı tehlikeye atıyor. Küresel ısınma, birçok değişikliğin geri döndürülemez hale gelmesiyle, Dünya üzerindeki her bölgeyi etkiliyor. Bir iklim felaketini önlemek için kararlı bir şekilde hareket etmeliyiz. Şimdi güçlerimizi birleştirirsek, iklim felaketini önleyebiliriz. Ancak bu raporun açıkça gösterdiği gibi, gecikmeye zaman yok ve mazeretlere yer yok” diyerek tehlikenin altını çizdi.
Rapor, içinde bulunduğumuz durumu, “İnsanlık için kırmızı kod… Küresel ısınma, dünyanın her bölgesini etkiliyor ve birçok değişiklik geri döndürülemez hale geliyor.” diye tanımlıyor. Ama hala umut olduğunu ve yapılması gerekeni ise şöyle vurguluyor.
“2050 yılına kadar emisyonları net sıfıra düşürürsek, sıcaklıkları 1.5 dereceye yakın tutabiliriz.”
Rapor çok detaylı bir şekilde hazırlanmış ve Kasım ayında Glasgow’da gerçekleştirilecek olan COP26 olarak bilinen iklim zirvesinin öncesinde yayınlanmış olması liderlere rehberlik hedefini de taşıyor ve rapora katkı veren bütün uzmanlar liderlerin bu bilgilerden haberdar olması için yardımcı olmaya hazır.
Rakamlarla iklim krizi
Rapordaki çarpıcı veriler şu şekilde:
- İklimdeki son değişiklikler yaygın, hızlı ve yoğunlaşıyor, binlerce yıldır benzeri görülmedi.
- İnsan etkisinin atmosferi, okyanusu ve toprağı ısıttığı kesindir.
- Atmosferde, okyanusta, kriyosferde ve biyosferde yaygın ve hızlı değişimler meydana gelmiştir.
- İnsan etkisi, iklimi son 2000 yıl içinde görülmemiş bir oranda ısıttı.
- Son 2 milyon yıldaki en yüksek CO₂ konsantrasyonuna ulaşıldı.
- Deniz seviyesi son 3000 yıldaki en hızlı artış oranlarına ulaştı.
- Kuzey deniz buzu son 1000 yıldaki en düşük seviyede.
- Buzullar son 2000 yılda görülmemiş şekilde geri çekiliyor.
Artık aşırı sıcak hava daha sık ve daha yoğun yaşanıyor; daha sık ve şiddetli yağışlar görülüyor; bazı bölgelerde kuraklıkta artış var; okyanuslar ısınıyor, asitleniyor ve oksijen kaybediyor.
Sera gazı emisyonlarında ani, hızlı ve büyük ölçekli azalmalar olmadıkça, ısınmayı 1.5°C ile sınırlamak hedefi ulaşılamaz olacaktır.
Her ek küresel ısınma miktarıyla birlikte, yaşanan iklimsel değişiklikler daha da büyüyor, büyüyecek.
Örneğin, her ilave 1°C lik sıcaklık artışı ile aşırı yağış %7 oranında yoğunlaşacak.
İnsan etkisi, ana itici güç
Daha sık ve daha yoğun hale gelen aşırı sıcakların, 1970’lerden beri yaşanan okyanus ısınması ve okyanus asitlenmesinin; 1990’lardan beri buzulların geri çekilmesinin; 1979’dan beri Arktik (Kuzey Kutbu) deniz buzundaki %40 azalma ve 1950’lerden bu yana kar örtüsünün azalması gibi değişikliklerin ana itici gücü insan etkisidir.
İklim değişikliği şimdiden dünyadaki her bölgeyi çeşitli şekillerde etkiliyor ve yaşadığımız değişiklikler daha fazla ısınma ile daha da artacak.
Eğer bu gidişe dur denilemezse iklimsel etki faktörü, insanlar, tarım veya doğal yaşam için ciddi sonuçlara yol açacak olan eşikleri aşabilir.
Su döngüsündeki değişikliklerle daha yüksek sıcaklıklarla karşılaşırız, atmosfer daha fazla su tutabilir, daha fazla ve daha hızlı buharlaşma sonrası daha yoğun yağışlar ortaya çıkar.
Daha fazla küresel ısınma daha yoğun yağışlara yol açarken, bazı bölgelerde de artan kuraklıklara neden olabilir.
İklim sistemindeki bazı değişikliklerden ne yazık ki geri dönüş yok: okyanus sıcaklığının artması, Grönland buz tabakasının erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi.
Bununla birlikte, bazı değişiklikler yavaşlatılabilir.
Küresel ısınmayı sınırlamak için CO₂, metan ve diğer sera gazlarında güçlü, hızlı ve sürekli azalmalar gereklidir. Bu sadece iklim değişikliğinin sonuçlarını azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda hava kalitesini de iyileştirecektir.
Gelecekte yaşayacağımız iklim şimdiki kararlarımıza bağlı.
Rapor interaktif bir atlas içeriyor ve bölgesel olarak ısınmanın etkileri takip edilebiliyor.
Avrupa
Avrupa için öngörülen ortak bölgesel değişiklikler incelendiğinde küresel ısınmanın sonucu olarak tüm Avrupa bölgelerinde sera gazı emisyonu senaryosu ne olursa olsun sıcaklıkların artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir.
Akdeniz’de kuzeye doğru uzanan bölgelerde yaz aylarında yağışların azalması bekleniyor. Akdeniz hariç tüm bölgelerde 1.5 dereceyi aşan küresel ısınma düzeylerinde aşırı yağış ve sel baskınlarının ise artacağı tahmin ediliyor.
Küresel ısınma seviyesinden bağımsız olarak, Baltık Denizi hariç tüm Avrupa bölgelerinde deniz seviyesinin yükselmesi bekleniyor.
Yüksek enlemlerde/rakımlarda buzullar, kar örtüsü ve kar mevsimi süresinde güçlü düşüşler gözlemleniyor ve ısınan bir dünyada bu durum devam edecek.
Akdeniz özelinde ise hidrolojik, tarımsal ve ekolojik kuraklıklar ile yangına elverişli hava koşullarında artış öngörülüyor.
Acil önlem alınmazsa içerisinde bulunduğumuz coğrafyada ve yüzyılın ortalarında meydana gelecek en az 2 derece ve üzeri küresel ısınma sonrası ülkemiz de aşırı sıcaklıklar, kuraklık, yağış azalması, yangın koşullarının artışı, aşırı deniz seviyeleri, kar örtüsünün azalması ve rüzgar hızının düşmesi gibi sonuçlarla karşılacak.
Dünyadaki hemen hemen her ülke, 2015 yılında Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine imza attı. Bu anlaşma ile küresel sıcaklık artışını bu yüzyılda 2 derecenin altında tutmayı ve 1.5 derecenin altında tutma çabalarını sürdürmeyi amaçlıyor.
Bu yeni rapor, bilim insanları tarafından değerlendirilen tüm emisyon senaryoları altında, karbonda büyük kesintiler gerçekleşmediği sürece her iki hedefin de bu yüzyılda kırılacağını söylüyor.
Yazarlar, tüm senaryolarda 2040 yılına kadar 1.5 dereceye ulaşılacağına inanıyor. Emisyonlar önümüzdeki birkaç yıl içinde azaltılmazsa, bu daha da erken gerçekleşecek.
Çözüm, kararlı bir mücadele ile net sıfır emisyona ulaşmak. Bu da öncelikle temiz teknolojiyi kullanmayı, ardından kalan karbon salınımları ile mücadele etmeyi gerektiriyor.
Mevcut yönetim anlayışımızı değiştiremezsek bizim bu hedefleri gerçekleştirebilmemiz çok zor görünüyor ve bu da endişelerimizi artırıyor.