Kimilerine göre bu yazıları yazmak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gündemi geçim sıkıntısından, işsizlikten başka terlere, kendisinin çok iyi bildiği alanlara çekme taktiğine yardımcı oluyor. Nitekim bakın dün açıklanan Orta Vadeli Ekonomik Programın, enflasyonun artık düşeceğini, büyümenin bu yıldan sonra da giderek artacağını söyleyen Erdoğan’ı doğrulamadığını yazmak yerine Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı yazıyoruz. Ama gündem saptırma gayreti artık gerçekten devlet işlerinin din işlerine göre düzenlenmemesinden rahatsız olan Diyanet İşleri Başkanını eleştirmeye engel olmamalı.
Hem belki de Erbaş’a teşekkür borçluyuz, belli siyasi İslamcıların dilinin altındaki baklayı çıkardığı için. Erbaş’ın 6 Eylül’de İmam Hatip Hatipliler Derneği “ÖNDER” tarafından düzenlenen 18’inci İmam Hatipliler Kurultayında, dernek adıyla söz oyunu yaparak sarf ettiği cümleler şöyle:
• “Önderler olarak boş alan bırakmamamız lazım. Adaletsiz İslam olur mu? ‘İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın.’ Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta.”
Şimdiye kadar gördüğümüz en partizan Diyanet İşleri Başkanı olan Erbaş, bu sözleriyle çıtayı yükseltti, artık inancın, dini inancın devlet ve toplum yönetimine “yansımasını” istiyor?
Ne demek “yansımak”?
Şu demek olabilir mi? Örneğin Mısır, kâğıt üzerinde Suudi Arabistan, İran ve şimdi Afganistan gibi bir din devleti değil. Ama örneğin darbe ile yönetime gelen Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah Sisi döneminde 2014’te kabul edilen yeni Mısır anayasasında yasamanın Şeriata karşı olamayacağı yazılı; daha önce de benzer ifadeler vardı.
Erbaş’ın söylediği sanki bunun da ötesinde. Dini inancın, ki burada sözünü ettiği Sünni (tercihan Hanefi) İslam inancıdır ticarete, siyasete ve yargıda sözü geçsin istiyor.
Erbaş, dünya işleri de din işlerine göre düzenlenmesini, dinin siyaset, yargı ve ticaret üzerinde daha fazla etkisi olmasını istiyor belli ki. Bunun Taliban anlayışından farkını açıklamak Türkiye toplumuna borcudur.
Oysa din işlerinin dünya işlerinden ayrı tutulması demek olan laiklik Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli sayılır. Bugün Türkiye’yi Müslüman nüfuslu ülkelerden ayıran, Erbaş gibi düşünenlerin suyun başında olmasına rağmen hâlâ çağdaş uygarlığın kıyısında tutan, petrolü, gazı olmadığı halde ekonomisini hepsinden çok geliştiren laiklik ve kadın haklarıdır.
Kadın haklarının kademe kademe geri alınması doğrultusunda en keskin adım, 2019 seçimleri ardından tarikat ve cemaatlerin şantajına boyun eğen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesine attığı imzayı geri çekmek suretiyle atıldı. Demek Diyanet İşleri artık sıranın kendilerine geldiğini düşünüyor; Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılına beş kala.
Mesele “Yolsuzluklara da laf etsin” değil
Yargıtay açılışındaki o çok tartışılan fotoğrafta, Erdoğan izin vermese yanında Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’yla eşit konumda duramazdı. Daha İyi Yargı Derneği Başkanı Mehmet Gün o fotoğrafla verilen görüntüyü yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hesapverirliği bakımından “felaket” olarak niteledi. Ona göre fotoğrafın gösterdiği, yargının patronunun yürütme, ona yön verenin de bir din adamı olduğu idi.
Diyanet İşleri Başkanı dış politikadan işçi ücretlerine, oradan sosyal medya hesaplarına dek her konuda hüküm veriyor. Belki kendisini Şeyhülislam yerine koyuyor, belki Erdoğan da buna izin veriyor, ya da göz yumuyor.
O törende CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bulunması eleştiri aldı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın Erbaş’ın tutumuna karşı tepkisi ise şöyle oldu:
• “Bu ülkede yolsuzluklarla ilgili ağzından bir kelime çıkmayan Diyanet’in başka her konuda fikri olduğunu görüyoruz. Siyaset yapmak istiyorsa cübbesini çıkaracak siyasete gelecek.”
Belli ki CHP, Millet İttifakı dengelerini gözeterek bu topa fazla girmek, “tuzağa düşmek” istemiyor. Yoksa sormak lazım, Erbaş yolsuzluklara karşı da âdet yerini bulsun diyerek ayetlerden hadislerden örnek verse, siyaset, yargı ve ticaret üzerinde söz hakkı talepleri -zaten Anayasa’ya aykırı ama- meşru mu sayılacak?
Sahi Diyanet neden kurulmuştu?
Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet kadrolarının Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını kurma gerekçeleri aynıydı: siyasetin dışına çıkarmak. İkisi de aynı gün, 3 Mart 1924’te kuruldu, yani Hilafetin “ilga edildiği” gün.
Atatürk’ün bu adım ardından askerlerin de TBMM üyeliği ile üniformaları arasında bir tercih yapmasını istemesi boşuna değildir.
Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 27 Mayıs 1960 darbesiyle devrildikten yıllar sonra 27 Mayıs’ı Atatürk tarafından siyasetten çıkarılan asker ve ulamanın (artık medrese değil üniversite sıfatındadır) siyasete geri dönmek hamlesi olarak yorumlamıştır.
Asker siyasete darbeler yoluyla girmek, dahası yönetmek hamlesini yaptı, hükümetler devrildi, siyaset böyle yozlaştı. Son örneği olan 15 Temmuz 2016 kalkışması ilginçti çünkü bu defa asker içinde devletin dini kurallara göre yönetilmesini vaz eden siyasi İslamcı Fethullah Gülen örgütü işin içindeydi.
Şimdi görüyoruz ki, Erbaş’ın hamleleriyle Diyanet siyasette, yargı ve ticarete hükmü geçsin istiyor.
Şimdi iktidara ortak istemediği için Başbakanlık makamına dahi tahammül edemeyip kaldıran Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soralım: Diyanet İşleri Başkanının siyasete gözünü dikmesi fazla olmuyor mu?