Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 22 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylayacağını açıkladı. Konuşmasında uzun uzun iklim krizi ile mücadelenin önemini anlatırken ve tam biz de “Ama hala Paris Anlaşmasını onaylamadık” diyecekken, anlaşmanın 1 ay içerisinde TBMM’ne iletileceğini müjdeledi.
Cumhurbaşkanı Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’na imza atmasına karşın, yükümlülüklerle ilgili adaletsizlikler sebebi ile henüz bu anlaşmayı yürürlüğe koymadığını, son dönemde bu çerçevede kaydedilen mesafenin ardından, süreci tamamlamak üzere harekete geçileceğini söyledi. Ne değişmişti? Ve neden bu açıklamanın zamanlaması kredilerle, hibelerle, fonlarla ilişkilendirdi?
“Türkiye Yeşil Mutabakat Eylem Planı ne kadar samimi” başlıklı yazımda Avrupa Komisyonu üyelerinin, 14 Temmuz’da yayınladığı “Fit for 55-55’e Uyum” teklif paketinin ilk bölümünün detaylarını aktarmıştım. Bu öneriler demeti, AB’nin sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla 2030 yılına kadar %55 azaltma hedefine hazırlamayı amaçlıyordu.
Paketin önemli bir önerisi de, bir Sosyal İklim Fonu oluşturmaya yönelik Yönetmeliğin getirilmesiydi. Enerji verimli ısıtma ve soğutma sistemleri ve daha temiz ulaşım yatırımlarının finanse edilmesine yardımcı olmak için Üye Devletlere özel fon sağlanması önerilmişti.
Türkiye neden onaylamıyordu?
Bu amaca hizmet edecek Sosyal İklim Fonu, AB bütçesinden finanse edilecek, 2025-2032 dönemi için Üye Devletlere 72,2 milyar avro finansman sağlayacak ve 144,4 milyar avroyu harekete geçirecek. AB tebliğinin açıklanmasından 2 gün sonra 16 Temmuz 2021 günü Erdoğan tarafından açıklanan, 9 hedefi içeren Türkiye’nin Yeşil Mutabakat Eylem Planını da o yazıda irdelemiştim. Eylem Planında yer alan, Türkiye’nin aday ülkelerin de teşviklerden yararlanması için girişimler yürüteceği, yani AB’nin Sosyal İklim Fonu’ndan yararlanabilmek amacını ortaya koyan açıklama dikkat çekiciydi.
Türkiye iklim fonlarına yani yeterli finans kaynağına ulaşamamaktan şikayetçiydi.
Bunlardan biri de Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund, GCF). Türkiye anlaşmayı onaylayıp meclisten geçirmek için Yeşil İklim Fonu’ndan pay alma şartını öne sürüyordu. Bu fon ise En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC’ler), Gelişmekte Olan Küçük Ada Devletleri (SIDS) ve Afrika Devletleri de dahil olmak üzere, kırılgan 154 ülkeyi hedeflemekte.
Yani bu fon, Paris Anlaşmasını imzalayan 197 ülkeden, çerçeve sözleşmesinin Ek-1 listesinde yer alan, Gelişmiş Ülke olarak kabul edilen, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 43 ülkeyi hariç bırakıyor. Türkiye’nin, dünyanın gelişmiş 20 ekonomisi arasında (G20) yer alırken, yeşil iklim fonundan yararlanmak için, birçok kırılgan Afrika Ülkesi ile aynı kategoride değerlendirilme çabası kabul görmedi ve artık bu konuda bir ışık olmadığı da anlaşılmıştı.
Yurt dışından fon alma sorunu
Bu aşamada faklı bir yol izlenmeye başladı.
Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar’da, Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamayacağına dikkat çekerek, bunun dışında, Dünya Bankası, Fransız ve Alman Kalkınma Bankalarıyla 3 milyar dolarlık bir paket üzerinde çalışıldığını söylemişti.
Aslında, Türkiye, Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası (EBRD), Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), UNDP, Alman Yatırım Bankası (KfW), Avrupa Yatırım Bankası ya da Dünya Bankası gibi pek çok finansal kurum aracılığıyla iklim finansmanına da zaten erişebiliyor. 2013-2016 yılları arasını inceleyen bir çalışma AB kurumlarının iklim fonlarından en fazla yararlanan ülkenin Türkiye olduğunu ortaya koyuyor (senede ortalama 667 milyon avro).
Türkiye, 1992 yılında imzaya açılan BM Çerçeve Anlaşmasında Ek-2 listesi içerisindeydi. Yaptığı itiraz sonrası, 28 Haziran 2002’de Ek-2’den çıkarılmış ve Ek-1’e alınmıştı.
Ek-1 ile Ek-2’de yer almanın farkını şu şekilde özetleyebiliriz:
Ek-1’de yer alan Taraflar, iklim değişikliğinin azaltılmasına ilişkin ulusal politikalar benimsemek ve önlemleri almakla sorumlu iken; Ek-2’de yer alanlar “ayrıca”, gelişmekte olan ülke Tarafların yükümlülüklerini yerine getirirken yaptıkları maliyetleri karşılamak için yeni ve ek mali kaynaklar sağlayacaklar. Yani Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere karşı bir finansman sorumluluğu bulunmuyor. Zaman zaman, Paris İklim Anlaşmasını onaylanmama nedenlerinden gösterilen, Türkiye’nin gelişen ülkelere finansal destek vermek zorunda olacağı iddiası da doğru değil.
İklim anlaşması yatırım şartı olunca
Öte yandan finans çevreleri artık yatırım ve kredi desteği konusunda Paris Anlaşmasını şart koşmaya başladı. Finans çevrelerinin 2021’in başından itibaren kömür yatırımlarını fonlamaması, yatırımcıların iklim krizi nedeniyle iş yapış şekillerini değiştirmesi, yeşil ekonomiye geçiş süreci, enerji yatırımlarının üçte ikisinin bankalardan sağlanıyor olması, yenilenebilir enerji yatırımlarının daha kolay destekleniyor olması gibi dinamiklerin bu süreci hızlandırdığı düşünülüyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres neredeyse tamamen iklim konusuna ayırdığı Genel Kurul konuşmasında bu yatırımlar konusuna da değinerek hükümetleri karbon vergilendirme, fosil yakıtlara verilen sübvansiyonları sona erdirme ve yeni kömürlü termik santral kurmama gibi adımlarla yeşil ekonomiye geçmeye çağırdı. Finans konusunda, gelişmiş ülkelerin 2021’den 2025’e kadar, gelişmekte olan ülkelerin iklim mücadelesi için yılda 100 milyar doları harekete geçirme sözünü yerine getirmelerini istedi.
Türkiye’ye dönersek, BM Genel Kurulunda ülke liderleri iklim değişikliği ile mücadele konusunda yaptıklarını sayarken Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylamayan İran, Eritre, Libya, Yemen ve Irak ile aynı karede yer alması artık taşınamaz bir ağırlık olsa gerekti zaten.
Şimdi Erdoğan, Paris İklim Anlaşmasını TBMM onayına sunacak. Muhtemelen onaylanacak. Ondan sonra sıra zorlu bir uygulama aşamasına gelecek. Yani mutlu sona daha çok var.