Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son on gün zarfında önce zoraki müttefikini, sonra da zoraki dostunu ziyaret etti. Ancak, ne zoraki müttefikinden ne zoraki dostundan istediklerini alabildi.
Önce, BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere geçen hafta New York’a gitti. Ancak, asıl amacı ABD Başkanı Joe Biden ile görüşebilmekti.
Böylece, Biden ile 14 Haziran’da Brüksel’de gerçekleştirdiği görüşmeyle kurmayı başardığı kişisel ilişkiyi biraz daha sağlamlaştırma imkânını bulacaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Biden, Türk tarafının bütün girişimlerine rağmen Erdoğan’a randevu vermedi.
Erdoğan, Biden’ın kendisini adeta görmezden gelmesini hazmedemedi. Zira, ilgiyi üzerine çekebilmek için her şeyi yapmıştı. Görülmemiş ölçüde kalabalık bir heyetle New York’a gitti. Şaşaalı bir şekilde şehrin sokaklarını dolaştı. “Daha adil bir dünya mümkün” isimli kitabını, New York’un ünlü Times meydanında görsel reklamlarla tanıttı. Ayrıca, Türkiye’nin BM Daimi Temsilciliğinin bulunduğu Türk Evi’nin 36 katlı yeni binasını açtı.
Biden ile görüşememesinin yarattığı hayal kırıklığını ziyaretin hemen ertesinde açıklamalarına yansıttı. Ziyaretin ilk günü “dostum” diye nitelediği Biden’a, New York’tan ayrılırken ağır eleştiriler yöneltti. Hatta, Biden’ı terör örgütlerine destek vermekle suçladı. Rusya ile savunma sanayii alanındaki iş birliğinin arttırılacağını, bu meyanda ikinci parti S-400’lerin alınacağını söyledi.
Gerçekçi değerlendirme ve öngörü sorunu
Rusya’ya tarafından hoş karşılanacağını düşündüğü açıklamalarda bulunmaktaki maksadı, bu defa Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dikkatini çekmekti. Zira, New York’tan döndükten bir hafta sonra bu defa Soçi’de Putin’i ziyaret edecekti. Nitekim, bu ziyaret de gerçekleşti. Putin’le üç saate yakın süren baş başa görüşmeden de temenniler dışında Suriye ve ikili ilişkiler bakımından ilerleme sayılabilecek herhangi bir somut sonuç çıkmadı. Kısacası, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ziyaretten de beklediğini tam olarak elde edemedi.
Oysa, Putin’in sergilediği donukluğu ve isteksizliği hesap etmek gerekirdi. Zira, Kırım meselesi ve Ukrayna’ya insansız hava aracı satışı ile ilgili ölçüsüz ve gereksiz açıklamaların Rus tarafında rahatsızlık yaratacağı aşikârdı. Üstelik, Rusya, İdlip’te Türkiye’ye yakın duran muhalif güçlere yönelik saldırılarını son zamanlarda uyarılarımıza rağmen arttırmakta beis görmemişti. Bu saldırılarda Türk askerleri de şehir oluyor, yaralanıyordu.
Aynı şekilde, Biden ile bir ikili görüşmenin gerçekleşmesinin pek mümkün olmayacağı da rahatlıkla öngörülebilirdi. Amerikan tarafı Biden’ın ikili görüşme yapmaya istekli olmadığının işaretlerini vermişti. Ayrıca, Biden’ın son zamanlarda dış politikada Çin ile rekabete ve Pasifik bölgesine ve asıl iç politikadaki sorunların çözümüne odaklandığı, bu arada Türkiye ile yakınlaşmaya mâni olmak amacıyla Kongre’nin Biden’a yoğun baskıda bulunmakta olduğu biliniyordu.
Dışişleri kadrolarını dinlemeye tenezzül etseydi…
Dışişleri Bakanlığının profesyonel kadrolarının öngörülerine, telkinlerine ve değerlendirmelerine epey uzun bir süredir kulak vermeye tenezzül etmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğal olarak bütün bu işaretleri gereği gibi okuyamadı.
Eskiden olduğu gibi kurumsal tecrübeye ve hafızaya itimat etseydi, örneğin Biden’ın, Trump zamanında olduğu gibi kişisel zeminde ilişki yürütmek istemediğini Dışişleri Bakanlığı memurları kendisine anlatacaklardı. ABD’nin dış politikasında Orta Doğu’nun artık önceliğe sahip olmadığını belirteceklerdi. Biden’ın Kongre’nin baskısı altında bunaldığına işaret edeceklerdi.
İki gün arayla aynı konuda birbiriyle çelişen açıklamalar yapmanın güvensizliği körüklemekten başka bir işe yaramayacağını söyleyeceklerdi.
ABD ve Rusya’yı birbirine karşı oynama girişimlerinin ters tepeceğini, aksine iki tarafın da bunu bir zafiyet olarak algılayacağını, neticede her ikisinin elinde oyuncak olmamız gibi bir riskin ortaya çıkacağını Sayın Cumhurbaşkanına izah edeceklerdi. Bu tür girişimlerin hem ABD hem Rusya nezdinde elimizin zayıf olduğu algısını yaratacağını mutlaka vurgulayacaklardı.
İç politikada puan toplamaya yönelik gösterişli politikaların dış politikada sonuç almayı sağlamayacağını en baştan dile getireceklerdi. Hesapsız vaatlerde bulunmanın, yerine getiremeyeceğimiz sözler vermenin ağır ekonomik ve siyasi maliyet yaratacağına dikkat çekeceklerdi.
En önemlisi, üst düzey bir YPG/PYD heyetinin geçen on gün zarfında önce Moskova’da, sonra da Washington’da resmî kabul gördüklerinin altını çizeceklerdi. Kısacası, iki cami arasında bînamaz kalma riskinin bulunduğunu lisanı münasiple ifade edeceklerdi.
Tek başına dış politika: Dışişleri Bakanı da yoktu
Oysa, dış politikamızın oluşturulmasında artık kurumların herhangi bir rolü kalmadı. Bütün kararlar kişisel zeminde alınıyor. Hatta, görüşmeler de baş başa yapılıyor. Nitekim, Biden ile Brüksel’de, Putin ile son olarak Soçi’de yapılan görüşmeler baş başa cereyan etti. Hatta, Soçi’ye ne Dışişleri ne Savunma Bakanı götürüldü.
Bu görüşmelerin içeriğini Türk tarafından kimse tam olarak bilmiyor. Ancak, görüşmelerin yapıldığı mekanlar, karşı tarafların kontrolündeydi. 14 Haziran görüşmesi ABD’nin Daimi Temsilciliğinde yapıldı. Soçi ise zaten Rusya’nın resmî binası. Dolayısıyla yapılan konuşmaların bütün ayrıntılarına Türk devlet mekanizması değil, muhatapların devlet mekanizması, onların heyetleri vakıf.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşamın her alanında olduğu gibi, dış politikanın belirlenmesinde de tek söz sahibi. Kimseyi dinlemiyor, kimseye itimat etmiyor.
Kişisel akılla belirlenen ve yürütülen dış politika öngörülebilir değildir. Risk ve güvensizlik barındırır. Gerçek müttefiklerinizin ve gerçek dostlarınızın yanınızdan giderek uzaklaşmasına sebep olur. Yalnızlıktan kurtulamazsınız. Bu sadece şahsi yalnızlık anlamına gelmez, ülkemizi de etkiler. Bizden söylemesi.