Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed El Nahyan’ın (MBZ) 24 Kasım’da Türkiye’ye yaptığı resmî ziyaret, Türkiye’de daha çok ticari ve ekonomik perspektiften değerlendirildi. Ziyaretin, siyasi anlamı pek irdelenmedi. Orta Doğu’da bir nevi karşılıklı nefret ilişkisi içinde olan Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) neden birden barışma kararına vardıkları sorgulanmadı.
Bunu anlayabilmek için Orta Doğu yaşanmakta olan değişime göz atmamız gerekiyor. Özellikle, Arap Baharı sonrasında bölgede köklü değişiklikler oldu; kartlar adeta yeniden karılıp, dağıtılmaya başlandı.
Örneğin, bölgedeki Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkileri dramatik değişikliğe uğradı. İsrail, önceki yıl ABD öncülüğünde BAE ile imzalanan İbrahim Anlaşmasının yarattığı ivme sayesinde, neredeyse yarım düzine Arap ülkesiyle diplomatik ilişki kurdu.
İsrail, geçen hafta Fas ile istihbarat ve savunma sanayii alanlarında işbirliğini, ortak tatbikat ve silah alımını öngören bir anlaşma imzaladı. İsrail’in, 1993 Oslo anlaşmalarından bu yana Fas ile resmî ilişkileri mevcuttu. Ancak, ilk defa bir Arap ülkesiyle böylesine kapsamlı bir anlaşma imzalıyordu.
BAE İsrail’e de 10 milyar dolar fon ayırdı
Fas’ın yanı sıra, anlaşmanın imzacıları BAE ve Bahreyn’in İsrail ile ilişkileri de önemli ölçüde gelişme kaydetti. Abu Dhabi ve Dubai’den iş insanları, özellikle yüksek teknoloji alanında, İsrailli girişimcilerin projelerine önemli yatırımda bulunmaya başladılar. İsrailliler için, şimdilerde, Dubai ve Abu Dhabi turizm cennetine dönüşmüş bulunuyor. BAE, İsrail’e yönelik yatırımlar için, aynı Türkiye’ye yaptığı gibi, 10 milyar dolarlık bir fon ayırdı. Bahreyn ve İsrail, aralarındaki ticari engelleri bütünüyle kaldırdı.
En önemlisi, kısa bir zaman önce, İsrail, BAE ve Bahreyn deniz kuvvetleri, ABD’nin 5 inci filo unsurların da katılımıyla Kızıldeniz’de bir ortak tatbikat icra ettiler. Bu tatbikatın, bölge ülkelerinin İran tehdidinden duydukları endişe çerçevesinde düzenlendiği aşikârdı.
İsrail’in, İbrahim Anlaşması bağlamında, BAE ve Bahreyn ile geliştirdiği işbirliğini (Hindistan’ı da katarak) Orta Doğu QUAD’ı olarak adlandıralar var. ABD’nin Çin’i çevreleme siyaseti çerçevesinde Hindistan, Avusturalya ve Japonya ile uzak Asya’da oluşturduğu QUAD’ın bir benzeri bu defa İran’ı çevrelemek üzere Orta Doğu’da şekillenmeye başladı.
Mutfakta biri mi var?
İsrail’in, Ürdün ve Mısır ile eskilere dayanan ilişkileri de düşünüldüğünde, bölgedeki Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerinin ABD öncülüğünde yeniden yapılandırılmaya çalışıldığını söylemek yanlış görülmemeli.
BAE ve Bahreyn’i izleyebilecek en az üç bölge ülkesinin olduğu konuşulmakta. Bunlardan birinin Umman olması şaşırtıcı olmaz. Suudi Arabistan (SA) ise biraz daha beklemek istiyor gibi görünüyor. Ancak İsrail’e karşı eskisine göre çok daha ılımlı davranıyor. Suudi Arabistan’daki liderliğini tam anlamıyla kabul ettirememiş olan Veliaht Prens Muhammed bin Salman (MBS), önümüzdeki dönemde, ABD ve İngiltere’nin de baskılarıyla İsrail ile ilişki tesis etmek konusunda adım atabilir.
Bütün bu gelişmeler, kendiliğinden olmuyor, elbette. Küresel güçler arasında Orta Doğu’da nüfuz alanlarını genişletmek amacıyla sürdürülen kıyasıya rekabetin de bu gelişmelerde belirleyici rolü var.
Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılan İngiltere’nin, Orta Doğu’da oluşturulmaya çalışılan yeni düzenin şekillenmesine öncülük ettiği anlaşılıyor. İngiltere-Amerika stratejik yakınlaşmasının da bu hususta önemli rol oynadığı görülüyor.
İngiltere, Müslüman Kardeşler ve Türkiye
Öyle ki, Çin-Rusya aksına karşı yürütülen küresel rekabeti öncelemesi sebebiyle bir süredir Orta Doğu’ya ilgisini kaybetmiş görünen ABD’nin Orta Doğu siyasetini de İngiltere’nin yönlendirdiği yorumları yapılıyor. Bu da, ABD’de Demokratların sol kanadının baskısı sebebiyle İsrail konusunda ön planda gözükmek istemeyen Biden yönetiminin işine geliyor.
İngiltere’nin, özellikle Körfez ülkeleri üzerindeki tarihi ağırlığını ve bu çerçevede kurmuş olduğu sağlam ilişkileri de not etmekte yarar var. İngiltere, bölgedeki siyasi etki gücünü daha da artırmak amacıyla geçen hafta Hamas’ı resmen terörist örgüt olarak kabul etti. Böylece, Hamas ve muadili Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini tamamen sona erdirdi. Bu da, hem İsrail’i hem Müslüman Kardeşler’den rahatsızlık duyan Körfez ülkelerini ziyadesiyle memnun etti. Orta Doğu’da ağırlıklı role sahip, Mısır ve Ürdün, hatta Suriye yönetimince olumlu karşılandı.
Bölgesel güç olan Türkiye, bilhassa son on yılda izlediği yanlış politikalar sebebiyle, Orta Doğu’da çok ciddi bir zemin kaybı yaşadı. Bu çerçevede Suriye, İsrail ve Mısır başta olmak üzere birçok bölge ülkesiyle diplomatik ilişkileri sekteye uğradı. Bu, Türkiye’nin, yeniden şekillenmekte olan Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de oyun kurucu ve yönlendirici olarak rol almasına engel oldu. Ayrıca, hesap hatası yaparak, İbrahim Anlaşmalarına baştan karşı çıkmasıyla hem Orta Doğu’da hem Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı cepheler oluştu.
Orta Doğu’da İngiltere ağırlığı
Türkiye’nin, inişli çıkışlı ve öngörülebilir olmaktan uzak politikalarıyla adeta bir oyun bozucu olarak görülmeye başlanması, bölgede İran etkisini dengelemeye çalışan ABD ve İngiltere ikilisini de rahatsız etti. Diğer taraftan, küresel planda ABD ile Çin arasında başlamış olan, AB’nin ABD’yi, Rusya’nın da Çin’i desteklediği yeni nesil soğuk savaşta Türkiye’nin tutumunun ne olacağı da büyük önem taşıyor.
ABD ve İngiltere, sert gücünü kullanmakta tereddüt etmeyen Türkiye’nin, bölgeye iyice yerleşen Rusya ile daha çok yakınlaşmasının önüne geçmek istiyor. Türkiye’nin batı aksının içinde yer alması, Çin ve Rusya ile ABD ve AB cepheleşmesi bakımından da çok önem taşıyor. Bu çerçevede, ABD ve AB, Türkiye’nin bir süredir izlediği özerk politikalara göz yummaya, hatta uyum sağlamaya başladılar. Nitekim, ABD ve İngiltere, demokrasi ve insan hakları konularındaki iletişimi AB üzerinden yürütmeye tercih ettiler.
ABD, Orta Doğu’da yumuşamanın konsolide edilmesi sürecini yönetmek hususundaki sorumluluğu tamamen İngiltere’ye bıraktı. Bölgeye ilişkin tarihi birikimi ve tecrübesi çerçevesinde, İngiltere, bence üstlendiği görevi başarıyla yerine getiriyor.
Soğuk Barışı oluşturan koşullar
BAE’nin, devlet kapasitesinin çok üstünde rollere soyunması üzerine, bölgenin ağırlıklı ülkeleri İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye ve diğer bazı Arap ülkelerinde yarattığı rahatsızlık, İngiltere’nin kurguladığı bölgeye ilişkin yeni düzeni tehdit etmeye başladı. BAE’nin, Suudi Arabistan ile ilişkileri de belli ölçüde gerginleşti. MBZ ile MBS arasındaki işbirliği yara aldı. BAE, son zamanlarda Körfezde sahip olduğu ağırlığı kaybetmeye, bir anlamda yalnızlaşmaya başladı.
Erdoğan yönetimi, bölgede bir süredir yaşamakta olduğu, hatta bir zamanlar övündüğü yalnızlığı kırmak istiyor. Ancak, Mısır, İsrail gibi arasının bozuk olduğu bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme girişimleri bir türlü istenen sonucu vermiyor. Buna, bir de giderek derinleşen ekonomik kriz ve dış kaynak arayışı eklendi. Dolayısıyla, bölge ülkeleriyle ilişkileri yeniden kurma ihtiyacı öne çıktı.
Bu durumu fırsat olarak değerlendiren İngiltere, ABD’nin de desteğiyle, iki ülke arasında yaptığı arabuluculuğu başarıyla sonlandırdı. İki ülkeyi “soğuk barış” için ikna etti. İçinde bulundukları siyasi yalnızlıktan kurtulmaları için alan açtı. Artık, top Türkiye ve BAE ikilisinin sahasında. Bu hayli kırılgan yakınlaşmanın içini doldurarak, sıcak ve verimli bir işbirliğine dönüştürmek iki ülke yönetimlerinin elinde. Bunu başarıp, başaramayacaklarını zaman gösterecek.