Ankara’da siyasi denklem az çok belli oldu: iktidar seçim ilan etmedikçe muhalefet aday açıklamayı olabildiğince geciktirecek.
Son günlerde üç muhalefet lideriyle görüşme imkânı buldum. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ lideri meral Akşener ve DEVA lideri Ali Babacan. Üçünden da hemen hemen aynı sözcüklerle aynı yanıtı aldım. Altı muhalefet partisi lideri (bu üçlüye Saadet lideri Temel Karamollaoğlu, Gelecek lideri Ahmet Davutoğlu ve Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal’ı da katarak söylüyorum) kendi aralarında sürekli görüşüyorlardı ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan karşısına hangi adayı çıkartacakları konusu henüz hiç gündeme gelmemişti.
Görüştüğüm üç liderin de öncelik sıralaması aynıydı. Altı partiyi tamamen birleştiren tek nokta, ülkeyi tek adam yönetimine sürükleyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden (CHS) çıkış ve -eskisine değil- yeni bir parlamenter sisteme geçiş idi. Dolayısıyla öncelik yeni Anayasa taslağı yazım işini tamamlamaktı.
Ondan sonra, tabii seçimi kazanmaları halinde CHS’den Parlamenter sisteme geçiş süreci ve yöntemi üzerinde anlaşmak gelecekti.
Sonra aday görüşmeleri: seçim sürecinin ilanı beklenerek.
Yol haritası koalisyon protokolüne doğru
Mevcut haliyle muhalefetin günbegün şekillenmekte olan yol haritası bir koalisyon protokolü, ya da anlaşma metnine doğru evriliyor. Örneğin Almanya’da partiler seçimi tek başına kazanamadıkları halde, iktidarı kimlerle paylaşacaklarını önceden seçmene açıklayabiliyor. Seçmen de oyunu ona göre kullanıyor.
İktidar cephesinde bu zaten belli. Cumhur İttifakı AK Parti ve MHP’den oluşuyor. Merkez sağda ve solda tabela partilerin katılımıyla Cumhur İttifakını genişletme çabaları konuşuluyor siyaset kulisinde ama henüz bir gelişme yok. Belki Erdoğan da seçim sürecinin başlamasını bekliyor o hamleler için. Ama AK Parti seçmeni, Erdoğan seçim sonrası hükümeti yine tek başına kursa bile bunun MHP’nin fiili ortaklığıyla olduğunu bilecek. Keza MHP seçmeni de partilerinin TBMM varlığının yolunun AK Parti ittifakından, Cumhurbaşkanlığı için Erdoğan’ı desteklemekten geçtiğini bilecek.
Muhalefet cephesinde de gidiş bu yöne. Önümüzdeki seçimin partiler değil, cepheler seçimi olacağı zaten 2018 seçimlerinden beri belliydi.
Muhalefetin adayını seçim ilanına bırakmak istemesinin bir nedeni de iktidarın adaya göre strateji geliştirmesini olabildiğince geciktirmek.
İktidarın İmamoğlu’na önleyici atışı
İktidar cephesinin neredeyse bütün ağırlığını muhalefetin bir an önce adayını açıklamasına vermesi bu yüzden. Gazeteci Faruk Bildirici saymış. Hürriyet’in siyaset yazarı Abdülkadir Selvi geçen yıl tam 53 yazısını CHP içindeki adaylık kavgası duyumlarına ayırmış. Yeni Şafak’tan Mehmet Acet 23, Sabah’tan Mahmut Övür 15 yazıyla onu izlemiş. Kılıçdaroğlu Halk TV’de İpek Özbey’e “CHP’yi karıştırmak istiyorlar, belediye başkanı arkadaşlarımla ‘Biraz daha konuşsunlar’ diyerek dalga geçiyoruz” dedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesine “terör soruşturması” başlatması, bu çabaların medya operasyonlarıyla sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Soruşturma görünürde İmamoğlu’na açılmadı ama hedefte o var. MHP lideri Devlet Bahçeli görevden alınabileceği fikrini zihinlere düşürdü.
AK Parti, muhalefet cephesinde en güçlü aday adayının İmamoğlu olduğu varsayımıyla daha seçim süreci başlamadan İmamoğlu’nu yıpratma siyasetine başladı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın sırada olması kimseyi şaşırtmayacak. Aday adayları arasında ismi geçmese de güneyde Cumhur İttifakına beklenmedik bir cephe açan Mersin Belediye Başkanı Vahap Seçer de hedefte olabilir.
Erdoğan’ın açmazı Bahçeli
Erdoğan’ın en büyük açmazı Bahçeli’den aldığı destek. Bahçeli’nin desteği olmasa ne 2017 Anayasa halk oylamasını ne de 2018’de ilk turda Cumhurbaşkanlığı seçimini alması mümkündü. Bunu biliyor ve Bahçeli’nin şartı olan yüzde 50+1 oyu başka türlü yakalaması mümkün görünmüyor. Ama Bahçeli ile kilit konumdaki Kürt seçmenden oy alması hayli zor, bunu da biliyor.
2021’in son saatlerinde, 2022’den itibaren geçerli olacak şekilde açıklanan enerji zamları hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısını daha da artırdı. Yıllık enflasyon TÜİK tarafından yüzde 36 olarak açıklandı, sadece Aralık ayı enflasyonu yüzde 13,58 olmuş; bunlar resmî rakamlar. Maaş zamları bunun üstünde mi gelecek, yoksa toplu işten çıkarmalar mı başlayacak?
Siyaset kulisinde Erdoğan’ın hazır piyasayı -alım gücü düşmüş de olsa- nakit Türk lirasına boğmuşken baskın seçime gideceği senaryosu da konuşuluyor. Bu da para bolluğu etkisinin 3 ay kadar süreceği tahminine dayandırılıyor. Erdoğan da Bahçeli de “Seçim zamanında, 2023’te” dediği halde.
İktidarın ve muhalefetin dayanma gücü
Bana kalırsa mevcut ekonomik durumda Erdoğan’ın seçime gitmesi siyasi intihar sayılır.
Öte yandan ekonomik durumun düzeleceği umutları birbiri ardına “program” diye açıklanan tepkisel hamlelerle zayıflıyor. Daha 20 Aralık’ta can havliyle ilan edilen yabancı döviz kuruna bağlı Türk lirası hesabının yerini yakında enflasyona bağlı hesabın ilan edileceği “program” haberleri çıkmaya başladı.
Bu sadece “döviz kurunu kontrol edemiyoruz, enflasyonu TÜİK aracılığıyla düşük gösterebiliriz” hesabına dayanmıyor. Tem teslimiyete gidiş anlamına da geliyor. Erdoğan faizin sonucu olarak gösterdiği enflasyonla mücadelenin önemini sonunda kabul edecek gibi görünüyor.
Zamlar mı konuşuluyor, yanıt İBB’ye terör soruşturması perdelemesiyle geliyor. Kovit salgını mı yayılıyor? Yanıt Fox TV’deki eğlence programında satanizm propagandası safsatasıyla geliyor.
İktidarın erken seçim çağrılarına dayanma gücü, psikolojik operasyonlardan siyasi muhalefeti polis ve yargı gücüyle susturma gücüne bağlı halde geliyor.
Muhalefetin dayanma gücüyse iktidarın çekim alanından uzaklaşan ama henüz kopmayan seçmeni kendisine çekme yetenek ve gücüne bağlı. Aday tartışması bunun bir parçası.
Oyun daha yeni başlıyor.