Prof. Dr. Yeşim Arat, Türkiye’deki kadın haklarını tartıştığı bir makalesinde 17 Şubat 1926 tarihinde ilan edilen Medeni Kanun’u zamanın koşullarına göre “devrimci” olarak tanımlıyor.
Arat, “her ne kadar kocaların ailenin reisi olduğu ataerkil önyargısını içerse de, Medeni Kanun devrimciydi. Yeni yasaya göre kadınlar, devletle vatandaş olarak ilişki kurma fırsatına sahip olacaklardı,” sözleriyle Cumhuriyetin kurulmasından yalnızca üç yıl sonra, bir ülkenin yasal çerçevesinin çizildiği, temel ilkelerinin belirlendiği yıllarda böyle bir yasayı ortaya koymanın, yeni doğan Türkiye için kadın-erkek eşitliğinin önemsendiğini gösterdiğini, vurguluyor.
Ulus Devletin isteği kadın-erkek eşitliği idi
“Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılından bu yana, kadınlar, yeterince aktif temsilci olamasalar da, modern Türkiye yolunda, vazgeçilmez rolleri nedeniyle her zaman sahnedeydi. Öncelikle yasal çerçeve, yeni ulus devletin değişen isteklerini ifade etmek için yeniden tanımlandı,” diyor Arat.
Bu isteklerin içinde İslam hukukunun yerini alacak olan, İsviçre yasasını örnek alacak bir Medeni Kanun da vardı. Kadınlar boşanma miras ve velayet konusunda erkeklerle eşit haklara sahip olabildiler, çok eşlilik kaldırıldı. “Kadınlara bağımlı roller biçen İslamcı muhalefete bir darbe” idi bu.
Bu kazanımın üzerinden on yıl geçmeden 1934 yılında kadınlar oy hakkı kazandılar. Sadece özel alanda değil siyasi alanda da kadın varlığı tanındı. “Oy hakkı, kadınların devletle yurttaşlar olarak ilişkilerini genişletmekte Medeni Kanunu güçlendirdi,” diyor Arat. “Geleneksel yönetim biçimini dönüştürmeyi hedefleyen bir devlet için bu, katılımcı bir yapının sağlanmasında önemli bir hamleydi.”
Kadın örgütleri Medeni Kanun için ayakta
Medeni Kanunun kabulünün 96. yılında bugün, eşitlik ve eşler arasında dayanışmaya dayalı aile modeli yok edilme riski ile karşı karşıya. Her gün bir kadın cinayeti ülke gündemine düşerken, kadınları ve kırılgan grupları şiddete karşı koruyacak uluslararası anlaşmalardan siyasi gündemin ihtiyaçlarıyla uzaklaşılıyor. Bu siyasi ihtiyaçların, Medeni Kanun’un yasa önünde kadın-erkek eşitliğini sağlayan diğer maddelerinden de uzaklaşmak istediği açık.
Tüm bu gelişme içerisinde Türkiye’nin kadınları ise ayakta. Kadın örgütleri, asırlık kadın-erkek eşitliği mücadelesi cephesini de bırakmamakta kararlı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temsilcisi Gülsüm Kav, Yetkin Report’a verdiği demeçte, Türkiye’de kadınların hayatta kalma mücadelesi verirken, haklarına kavuşmasını sağlayan Medeni Kanun’a sahip çıkmanın önemini şu sözlerle anlattı:
“Medeni Kanunumuzun 96 yıl önce evlenmede, boşanmada, mirasta eşit yurttaşlık hakları getirmesi çığır açmıştı. Aslında bu demokrasinin, hukukun bir gereği idi. Daha sonraki yıllarda kadınlar geleneksel, feodal kalıntılarla uğraşmak zorunda kaldılar ve kadın mücadelesinin çok önemli kazanımları oldu. Nitekim 2002 yılında Medeni Kanun daha da güçlendirildi, aile hukuku bölümü yeniden düzenlendi. Aile reisliğine dayanan aile modeli yerine, eşitlik ilkesine dayalı aile modeli getirildi. Çalışma hayatına katılmak için eşin izninin gerekmemesi, eşit mal paylaşımı ve nafaka ile ilgili gereken adil düzenlemeler de eklendi. Ancak kadınların üreme haklarının kendisinde olması gerekliliğine ilişkin daha da ileri düzenlemeler gerekirken, içinde bulunduğumuz dönemde, neredeyse 100 yıl öncesinde kazandığımız haklar ile oynandığını, geriletilmeye çalışıldığını görüyoruz.”
Medeni Kanun’un yok sayılmasına yol açan söylemler
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan Moroğlu da, laik Cumhuriyeti savunan herkesi ve özellikle kadınları Medeni Kanuna sahip çıkmaya çağırdı. Medeni Kanunun laik hukukun simgesi olduğuna, günümüzde, Medeni Kanun’un yok sayılmasına yol açan söylemlere ve yasalarda yapılmak istenen ve yapılan değişikliklere dikkat çekti. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda 17 Ekim 2017’de yapılan değişiklikle “müftülere resmi nikah yetkisi” verilmesinin hukuk birliğinin gözardı edilmesine yol açtığını, yoksulluk nafakası hükmünün de “erkeğin hayatının ipotek altına alınmaktan kurtarılması” gerekçesiyle kaldırılmasının yeniden gündeme taşındığını ve bu yanlıştan dönülmesi gerektiğini bildirdi.
Nazan Moroğlu gibi Gülsüm Kav da, neredeyse her gün bir kadın cinayeti ülke gündemine düşerken, hukukla bağdaşmayan biçimde, müftülüklere nikah kıyma yetkisinin tanınması uygulamasının, hepimizin içini yakan Sıla Şentürk isimli gencecik kız çocuğunun kaybı ile ilişkilendirilebileceğini, bu yetkinin erken yaşta evlilikleri kolaylaştırması anlamına geldiğini düşünüyor. Kadın cinayetlerinin en çok boşanma döneminde gerçekleştiğine, Türkiye’de kadınların boşanmak için ölümü göze aldığına, bunlara rağmen, arabuluculuk gibi boşanmayı zorlaştıran işlemlerin gündeme getirilmesinin doğru olmadığına dikkat çekiyor.
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) üyeleri de Medeni Yasa ile birlikte anayasal laiklik ilkesinin de tehlikede olduğundan kaygı duyuyorlar. EŞİK üyeleri, 2010 yılında “kadın erkek eşit değildir” söylemiyle başlayıp, 2012 yılında kürtajın yasaklanmak istenmesiyle devam eden ve 2016 yılında TBMM Boşanmaların Araştırılması Komisyonu Raporuyla bir hükümet programına dönüşen kadın-erkek eşitliğine karşı ideolojik saldırıların bugün Medeni Kanun’u bütünüyle hedef aldığına dikkat çektiler.
Eşitliği sağlayan haklar tehlikede
Medeni Yasa ile elde edilen kazanımların bir bütün olduğunu, bu bütünün bir parçasına yönelen bir saldırının aslında bütünü hedef aldığını, sadece nafaka değil, kadınların izin almadan çalışma hakkı, yerleşim yerini izin almadan belirleme hakkı, aile konutunu birlikte seçme hakkının tehlikede olduğunu düşünüyorlar. Mirasta, mülkiyet hakkında, evlilik içi edinilen malların paylaşımında, evlilik birliğini yönetmede, evlat edinmede, velayette veya vasi olmada eşitlik gibi, yasa önünde eşitliği sağlayan hakların tehlikede olduğu konusunda endişelerini paylaşıyorlar.
Medeni Kanunun kabul edilişinin 96. yılında kadın örgütlerinin ortak mesajı, kadınların haklarına kavuşmasını sağlayan Medeni Kanuna sahip çıkmanın bugün çok daha önemli olduğu yönünde.
Medeni Kanunun o toplumun medeniyet seviyesini gösterdiğini, sadece kadınlar için değil, tüm toplumun geleceği için mücadeleye devam edeceklerini, yaşam için, özgürlük için, eşitlik için laiklikten vazgeçmeyeceklerini, Laiklik ilkesini özel hayatta güvenceye alan Medeni Yasa’yı savunacaklarını, Medeni Yasa tehlikedeyse, herkesin tehlike altında olduğunu seslendiriyorlar.