Üçüncü Dünya Savaşının aslında çoktan başladığını söyleyen ilk hükümet yetkilisi Ukrayna Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Mihaylo Podolyak oldu. Podolyak, “Brüksel’de Amsterdam’da kafelerde oturup Netflix izliyor, savaşın size dokunmayacağını sanıyorsunuz” diye sitem ediyordu.
Podolyak bu sözleri 4 Mart’ta, Rusya’nın Ukrayna’yı istila harekâtına başlamasının 9’uncu gününde söyledi. Birkaç gün önce, 27 Şubat’ta Almanya Şansölyesi, sosyal demokrat Olaf Scholz, Almanya’nın silahlanmaya 100 milyar avro ayıracağını duyurmuştu. Tabii ki ABD yapımı ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzesi aldığı için üretimine katıldığı ve parasını ödediği halde alımına izin verilmeyen F- 35 uçakları buna dahildi. Aynı çerçevede Ukrayna’ya 1000 tanksavar füze ve 500 Stinger yakın erim hava savunma füzesi verileceği açıklandı. Almanya’nın barış meleği Yeşiller Partisi eş başkanı ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da 18 Mart’ta bu silahlanmayı Almanya’nın yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi olarak duyurdu.
Almanya’nın silahlanmaya ağırlık vermesi son yüz yıldır Avrupa’da siyasi dengeleri kökünden değiştiren gelişmelerden olmuştur.
ABD’nin S-400’leri Ukrayna’ya verin talebi
Aslında Almanya da Türkiye gibi tarihsel sorunları ve ciddi enerji bağımlılığı bulunan Rusya ile arayı bozmadan Ukrayna’ya yardımcı olmak istiyor. Almanya ABD ile daha iç içe; Türkiye şimdiye dek diplomaside daha önde.
ABD ise Rusya’ya karşı sadece Almanya, Türkiye değil, bütün NATO müttefiklerinden daha aktif, daha bağlayıcı tavır istiyor. Geçtiğimiz haftalarda Polonya’dan elindeki Mig-29’ları Ukrayna’ya vermesini istedi. ABD’nin piyonu olup bir NATO-Rusya savaşını başlatmak istemeyen Polonya ABD’ye “Uçakları sizin Almanya’daki Ramstein hava üssüne nakledelim, siz verin” dedi. Tabii bunun üzerine Vaşington’dan ses çıkmadı.
Benzer şekilde ABD’nin Türkiye’den de elindeki S-400 füzelerini Ukrayna’ya vermesi talebi geldi. Ankara da Polonya’nın yaptığını yaptı, talebi geri çevirdi.
Türkiye savaşın yayılmasını önlemek için Rusya ile yakın ilişkileri devreye almak zorundaydı. Ülke ekonomisi bir de savaşı kaldıracak durumda değildi. Ankara diplomasiye ağırlık verecek, nitekim sonuç da alacaktı.
ABD hamlesi acemilik mi, yoksa devamı gelecek mi?
S-400 hamlesi ABD adına acemice hazırlanmış bir kışkırtma taktiği miydi, yoksa kademeli bir hamlenin ilk adımı mıydı? Çünkü, birincisi Amerikalılar S-400 satışının “non-transferable”, yani “devredilemez” olduğunu biliyorlardı. İkincisi, Ukraynalılar Rus uçak ve füzelerini Amerikan uçak ve füzelerini vurmak üzere tasarlanmış S-400’lerle mi vuracaktı? Üçüncüsü, S-400 sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için değil, Türkiye için “geri alınamaz” bir adım niteliğindeydi. Kendisine saygısı olan hiçbir hükümet ve ordu elindeki üstün nitelikli bir silahı başkası istedi diye elden çıkarmazdı. Başa CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’da gelse S-400’ler Türkiye’de kalırdı.
Öte yandan Ukrayna’nın Türkiye’den, daha Rusya’nın istilası başlamadan önce aldığı Bayraktar TB-2 silahlı insansız hava araçları (SİHA) Ukrayna direnişinin adına şarkılar dizilen simgelerinden olmuştu. Batı basınında TB-2’ler ABD’nin Javelin tanksavar füzeleriyle birlikte Rus ordusunun ilerleyişini yavaşlatan en önemli silahlar arasında gösteriliyordu. Siyasi cephedeyse Montrö Sözleşmesi devreye alınarak Rus savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişinin kısıtlanması ardından Rus ve Ukrayna dışişleri bakanlarını Antalya’da buluşturması Ukrayna’ya elinden gelen desteği verdiğini gösteriyordu. Araya S-400’ü sıkıştırmak kurnazlığa giriyordu.
Gelelim üçüncü dünya savaşı konusuna
Birinci Dünya Savaşına “Birinci” sıfat tamlamasının eklenmesi, İkinci Dünya Savaşına 1941’den itibaren Dünya Savaşı denmeye başlamasından sonradır. Yoksa iki büyük askerî harekât öncesinde bu da bitmek bilmez Avrupa savaşlarından biri olarak görülüyordu. Bu iki saldırı, Alman ordularının 22 Haziran 1941’de Sovyet yönetimindeki Rusya topraklarına “Barbarossa Harekâtını” başlatması, 17 Aralık’ 1941’de de Japon Hava Kuvvetlerinin Pearl Harbor Deniz üssündeki Amerikan donanmasını yok etmeleriydi. O zamana dek Moskova da Vaşington da savaşı kendilerinden uzak tuttuklarına inanıyorlardı. Ancak onun da 1914-1918’deki gibi bir “Büyük Savaş”, bir dünya savaşı olduğuna kanaat getirildikten sonra “Birinci” ve “İkinci” olarak anılmaya başladılar. Birincinin tetikleyici nedeni olarak bir Sırp anarşistin 1914’te Saraybosna’da Habsburg Veliaht Prensi Arşidük Ferdinand’ı öldürmesi, İkincisinin başlangıcı olarak da Nazi Almanyası’nın 1939’da Polonya’nın Gdansk (Danzig) limanına saldırması kabul edildi.
Modern çağda savaşların gerçek boyutları genelde çıktıkları zaman değil, yayılmaya başladıktan sonra anlaşılıyor.
Üçüncü Savaş çok daha yıkıcı olabilir
Üçüncü Dünya Savaşı çok daha yıkıcı olabilir: bu defa aktörlerin atom bombaları var.
Yükselen güç olarak Çin var. Şu ana dek hiçbir şey yapmayarak ve pek az söyleyerek en az hasarla çıkacak gibi görünen küresel güç Çin. O da nükleer bir güç olan Fransa’da Emmanuel Macron yönetimi seçimler öncesinde Ukrayna Krizindeki denge çabalarıyla can buldu. ABD’de Joe Biden yönetimi de öyle.
Türkiye, şu ana dek izlediği diplomasi ile en karlı çıkacak bölgesel güçlerden. Erdoğan, Türkiye’nin artan potansiyelini ekonomide halkın yararına kullanabildiği ölçüde bunu seçim siyasetine de tahvil edebilir.
Ukrayna yerle bir oldu ama Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in hamlesi sayesinde Ukrayna halkından bir Ukrayna ulusu doğuyor; canlı yayında bir uluslaşma süreci izliyoruz.
Yine de tehlike geçmiş değil. Küresel güçlerin birbirlerinin burnunu sürtme kavgası beklenmedik bir anda kıvılcımı çakabilir. Umarım Ukraynalı sözcünün kehaneti yanlış çıkar. Üçüncü Dünya Savaşı değil, yeni Soğuk Savaşın ilk örneği olarak kalır bu içinden geçtiğimiz çılgınlık.