ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nün değerli öğretim görevlilerinden Helga Tılıç Hocamdan aldığım tek bir ders üzerinden uzman olmadığım alanda teknik bir yazı yazmak niyetinde değilim. Ama şunun altını çizmek isterim ki “Toplumsal hareketler”, Sosyolojinin önemli uzmanlık alanlarından birisi.
Genel anlamıyla toplumsal hareketler, “elitlere, otoritelere, başka gruplara ya da kültürel kodlara karşı, ortak hedeflere sahip ve dayanışma içinde olan bireyler tarafından geliştirilen kolektif eylemler” olarak tanımlanmaktadır [1]. Tarihte farklı coğrafyalarda ortaya çıkan toplumsal çatışma ve talepler, 19. yüzyıldan itibaren toplumsal hareketler olarak ifade edilmeye başlanmıştır.
Yeni toplumsal hareketler
Tilly’e göre [2] 19. yüzyılda çok önemli bir değişim meydana gelmiş ve geleneksel olarak cemaat gurupları tarafından gerçekleştirilen eylemlerden, organize, öz bilincine sahip, daha kalıcı hareketlere ve yeni haklar ile fırsat arayışlarında olan eylemlere doğru bir dönüşüm yaşanmıştır.
1960’ların sonlarında ise dünyada açıkça gözlenebilen derin ve dramatik bir dönüşüm söz konusu olmuştur. 1960’ların sonu ve 1970’lerin başındaki sivil haklar, ifade özgürlüğü ve öğrenci hareketleri; 1970’lerdeki kadın, barış ve çevre/ekoloji hareketleri; ve 1980’lerle yaygınlaşan nükleer silahsızlanma hareketleri bu dönüşümün göstergeleri olarak ve “yeni toplumsal hareketler” olarak kabul edilmektedir. [3]
Yeni toplumsal hareketler, ekonomik ve kurumsal siyaset kaynaklı sorunlar yerine eşitlik, farklılık, katılım ve kimlik inşasına ilişkin meselelere odaklanır ve feminizm, kadın hakları gibi konular ağırlıklı bir yere sahiptir.
Türkiye’de sivil toplum ve kadınlar
Dünyadaki bu değişim ve dönüşüm ülkemizde de gerçekleşmiş, geniş bir yelpazede sivil toplum örgütleri toplumsal düzen içerisinde yerini almıştır.
Bu süreçte özellikle kadın örgütleri en çok söz söyleyen, mücadelesinden vazgeçmeyen, değişik eylem yöntemleri geliştiren gruplar olarak dikkat çekmiştir.
Bugün sık sık yazılarımda yer verdiğim, çalışmalarını dikkatle takip ettiğim Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne fesih davası açıldığını öğrendiğimde sivil toplum örgütlerine yönelik notlarıma dönme gereği duydum.
Yoksulluğun tanımının psikolojik algılarla değiştirilmeye çalışıldığı, istatistik bilimine karşın verilerle oynandığı, matematik gibi bir temel bilimle zıtlaşmak pahasına enflasyon oranımızın çarpıtıldığı bir ortamda, sosyolojik bir ihtiyaç olan örgütlenmeye karşı baskının ayak seslerini bir kez daha güçlü bir şekilde duyduk bu dava ile.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu
“Kadın Cinayetlerini Durduracağız” Platformu 12 yıl önce kurulan bir oluşum.
Gazetelerin üçüncü sayfalarında “aşk, sevgi cinayeti” olarak yazılan haberlerin aslında kadınların yaşam mücadelesi olduğunu ortaya koymak için yola çıkmışlar.
Öldürülen her kadının sadece bir isim değil, hikayesi olduğunu göstermek, “kadın cinayeti” kavramını beyinlere kazımak, şüpheli kadın ölümlerinin arkasındaki gerçekleri açığa çıkarmak hedefleri olmuş. Ayak basmadıkları adliye bırakmamış ve pek çok şüpheli kadın ölümünde gerçekleri açığa çıkarmışlar.
Çoğu gençlerden oluşan bu cesur kadınlar platformu, her ay yayınladıkları verilerle “kral çıplak” dediler ve “şiddetten ölen kadınlar dijital anıtında” o kadınları yaşattılar. Bugün itibariyle 2022 yılının sadece 3 ayında 111 kadının şiddetten ölmüş olduğunu o anıtta görebiliyorsunuz. Bu anıt gözlerden ırak olsun diye mi kapatılmak isteniyor Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu?
Platforma fesih davası
Dernek yetkilileri kadına karşı şiddetin önlenmesi için yürüttükleri mücadelenin, hukuksuz ve hiçbir dayanağı olmayan iddialarla “kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” suçlaması ile durdurulmak istendiğini ve fesih davası açıldığını duyurdular.
Derneğe yönelik yapılan muhtelif şikayet dilekçeleri mahkemece kuvvetli suç şüphesi oluşturmuş. Bu dilekçelerde derneğin “kadın haklarını savunmak kisvesi altında aile mevhumunu yok sayarak aile yapısını parçaladığı” gibi somut hiçbir olguya dayanmayan şikayetler yer alıyormuş.
Ayrıca dosyada dernek yöneticilerine yönelik, davaya bile dönüşmemiş, suç oluşmamış soruşturmalar dahil bir dizi kolluk kayıtları listelenmiş.
Dernek yetkilileri, açılan bu davayı, yalnızca kendi mücadelelerine yönelik bir saldırı olarak görmediklerini, bu saldırının tüm demokratik kamuoyuna yönelik bir saldırı olduğunu söylediler.
Dayanışma çağrısı
Siyasi iktidarın, savcıların, mahkemelerin kadınlar lehine göreve çağrılırken; kadınlar lehine çalışan bir dernek için dava açılması sonrası pek çok kişi de tepkisini dile getirdi ve dayanışma çağrısı yaptı.
Finlandiya Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ödülünü alan Platforma açılan fesih davasının uluslararası kamuoyunda da ses getireceğini göreceğiz.
Ödülü Finlandiya Başbakanı Sanna Marin’in elinden alan Gülsüm Kav, ödülü “özgürlüğü için mücadele eden kadınlara” adamış ve “Kadınların şiddetten kurtulduğu bir hayata kavuşması kamusal ve bütünsel bir mücadele gerektiriyor. Amacımız kadın cinayetlerini durdurmak, kadınların tümüyle şiddetten kurtulduğu, tam olarak eşit ve özgür yaşadığı bir dünyaya kavuşmaktır. Bunun için hiç kimsenin eşitsizlik, baskı ve sömürüye maruz kalmadığı başka bir dünyayı yaratmamız gerekiyor. Böyle bir dünyaya kavuşana kadar hep birlikte mücadeleye devam edelim,” demişti o gün.
Platformun “asla yalnız yürümeyeceksin” sloganı, bugün itibariyle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği için tekrarlanacak gibi görünüyor. Onlar da inanıyor ki, bu mücadelede de yalnız yürümeyecekler.
[1] Tarrow, Sydney; Power in Movement: Social Movements and Contentious Politics; Cambridge; 2011; ss. 7[2] Tilly, Charles Wood, Lesley J. ; Social Movements 1768-2008; Routledge; 2008.
[3] Topal Demiroğlu, Elif; “Yeni Toplumsal Hareketler: Bir Titeratür Taraması”; Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi içinde; Cilt 2, Sayı 1, Mart 2014, ss. 133-144.