Körfez, coğrafi konumu, jeostratejik önemi ve zengin hidrokarbon kaynakları sebebiyle yüzyıllardır büyük güçlerin oyun alanı olmuştur. 19. ve 20. yüzyıllarda İngiliz ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki rekabet ve ikincisinin çöküşü, devasa petrol ve doğal gaz rezervleri üzerinde oturan ve Arap hanedanları tarafından yönetilen yeni devletlerle mevcut siyasi düzeninin yaratılmasına yol açtı. Bölgede süregelen iktidar ve çıkar kavgaları sıradan bir mevzu haline geldi.
Suudi Arabistan ve İran
Dünya Savaşı sonrası dönemin başlıca iki rakibi, Suudi Arabistan Krallığı ve İran, hâlâ şiddetli rekabet ve düşmanlık içinde. Kendi dar ve farklı İslam yorumlarını bir dış politika aracı olarak kullanmaya devam ediyorlar ve karşıt ideolojilerini (Suudi Arabistan için Vahhabilik ve İran için Şii Humeynizm) diğer İslam ülkeleri ve ötesine empoze etmeye çalışıyorlar. Din adamları, her iki ülkede de hukuk düzenini, sosyal hayatı ve eğitimi zorla kontrol etmeye ve sıkı denetimini sürdürmeye devam ediyor.
Körfez hanedanlarının İran’ın Ortadoğu genelinde artan etkisinden duydukları rahatsızlık bölgede önemli bir gelişme olarak öne çıkıyor. İran’ın özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki varlığı bir tehdit olarak algılanıyor. Ayrıca çeşitli Körfez ülkelerindeki Şii nüfus, İran’ın manipülasyonuna uygun bir Truva atı olarak görülegelmiştir.
Katar, Müslüman Kardeşler ve ABD
Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yöneticileri için bir başka endişe kaynağı, Katar ve Türkiye’nin bu rejimlerin kendilerine tehdit olarak gördüğü İslamcı grup Müslüman Kardeşler’e verdiği iddia edilen destek oldu. Türkiye ile Katar arasında 2014’te imzalanan ve 2017’de onaylanan askeri işbirliği anlaşması da ayrı bir hüsran kaynağı oldu.
Tüm bu gelişmeler, ABD Başkanı Donald Trump’ın Riyad ziyareti ile birleşerek Haziran 2017’de Katar’a kara, deniz ve hava ambargosuna yol açtı. Ancak Türkiye’nin temel ihtiyaçların karşılanması için oluşturduğu hava koridoru, ambargoyu etkisiz hale getirdi. Ayrıca, ilave Türk kuvvetlerinin Katar’a konuşlandırılması iyi karşılanmadı ve Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin kötüleşmesine yol açtı.
Bununla birlikte, yeni jeopolitik ortam ve özellikle Beyaz Saray’daki müttefikleri Trump’ın koltuğunu Joe Biden’a bırakması göz önüne alındığında, Suudi yetkililer ve ortakları, 5 Ocak 2021’de Katar’a yönelik haksız ambargoyu kaldırmaya karar verdiler. Bu, Katar ile Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (GCC) komşuları arasında bir yakınlaşmaya yol açtı. Devam eden ekonomik zorluklar ve batıdan gelen doğrudan yabancı yatırım eksikliği göz önüne alındığında, Türkiye de fırsatı değerlendirdi ve bölgedeki izolasyonunu sona erdirmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde BAE ve Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretler bu yönde atılmış adımlardır.
Ukrayna-Rusya Savaşı ve enerji krizi
2021’deki beklenmeyen ekonomik toparlanma, enerji talebinde artışa ve petrol ve gaz fiyatlarında keskin bir artışa neden oldu. Sert hava koşulları ve gaz depolama kapasitelerinin yanlış yönetimi Avrupa’da bir enerji krizine yol açtı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Rusya’ya yönelik yavaş yavaş artan yaptırımlar, Avrupa’daki enerji krizinin daha da kötüleşmesine neden oldu. Bu sebeple Körfez ülkelerinin bu görünürlüklerini, petrol kaynaklarını ve sıvı doğal gaz kapasitelerini bir fırsata çevirmeleri olasıdır. Başkan Biden’ın Temmuz ayında bölgeyi ziyaret etme kararı bu durumun bir örneği olarak görülebilir.
Suudi Arabistan’da hükümdar değişikliği
Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler son on yılda ivme kazandı ve gelişti. Türk şirketleri ve müteahhitleri, büyük Suudi altyapısının inşasında önemli bir rol oynadı. Türkiye, Suudiler ve yatırımcılar için önemli destinasyonlardan biri haline geldi. Bir diğer dikkat çekici nokta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski Kral Abdullah ile ilişkilerine verdiği özel önem. Aslında, Türk Suudi ilişkileri Türk hükümetinin öncelikleri arasında üst sıralarda tutuldu. Hatırlanacağı gibi, Kral Abdullah 2006 yılında Türkiye’yi ziyaret ettiğinde Türk heyeti tarafından özel bir şekilde karşılanmış, bu özel muamele muhalefetin eleştirilerine sebep olmuştu. 2015 yılında Kral Abdullah’ın vefatı üzerine üç günlük yas ilan edilerek bir başka jest yapılmıştı. Ancak Kral Süleyman bin Abdülaziz ve Suudi Arabistan’ın fiili hükümdarı veliaht prensi olan oğlu Muhammed bin Salman’ın gelişiyle işler çarpıcı biçimde değişti. Türk tarafı, Veliaht Prens’in iddialı dış politika uygulamalarından rahatsız oldu. Suriye, Libya, Yemen ve Katar ambargosu gibi bölgesel konularda iki taraf aynı noktada değildi.
Kaşıkçı Cinayeti
Son olarak, Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu’nda öldürülmesi, zaten gergin olan ilişkilere büyük bir darbe vurdu. Olay, Türkiye’nin egemenliğine ve prestijine büyük bir meydan okumaydı, ancak aynı zamanda Suudilerin imajını da zedeledi. Suudiler Türk yetkililerle görüşmeyi reddetti. Ancak Türk mahkemesinin davayı Suudi makamlarına devretme kararıyla bu konu geride kalmış görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28-29 Nisan 2022 tarihlerinde Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği son ziyaret, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın önünü açtı. Suudi tarafı, ziyaret öncesi Türk mallarına yönelik boykotu bir iyi niyet göstergesi olarak kaldırdı.
Veliaht Prens Muhamed Bin Salman’ın 22 Haziran’da Türkiye’ye yapacağı ziyaret, Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi yolunda önemli bir adımdır. Ancak, güven boşluğu göz önüne alındığında, tam normalleşme zaman alabilir. Diplomasi ve diyalog yoluyla güven artırıcı eylemlerle her iki tarafça da iyi niyetle sürdürülmelidir.