CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan’a verdiği en ağır siyasi hasar sizce hangisi?
Dün vatandaşlara banka ve (eskiden tefeci denilen bazı varlık şirketlerine) borçları nedeniyle kapılarına dayanan avukatların “tehditlerine” aldırmayıp borçlarını ödememe çağrısı mı örneğin? Tam da Kur Korumalı Mevduata geçiş sonrasında AK Parti torpili olmayanların Merkez Bankası faizinin birkaç katıyla aldıkları borçlarını geri ödeme vakti gelmeye başladığı sırada.
Yoksa Kılıçdaroğlu’nun düşük bütçeli araçlarda ÖTV indirimi yapacağın söyleyip Erdoğan hükümetinin ÖTV planlarını dağıtması mı? Ya da öğrencilere kredi borçlarının faizlerini ödememeye çağırması mı? Erdoğan buna çok sinirlenmiş, CHP’yi AK Parti’nin faizleri kaldırma planını öğrenip vaat gaspı yapmakla suçlamıştı.
Asgari ücretin, tarımsal ürün alımı fiyatlarının son üç senedir CHP’nin (ve İYİ Parti’nin) ittirmesiyle belirlenmesini hiç saymıyorum.
Oysa Erdoğan’ın bu iddiada bulunması bile Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara hükümetin tartışmalı kararlarına ortak olmama çağrısı yapması ardından, beklenen sızıntının başlamış olduğunun itirafı gibiydi.
Asıl hasar İstanbul’da
Bana kalırsa Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a verdiği asıl hasar İstanbul oldu.
Bununla en stratejik darbe olan İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Erdoğan kontrolünden çıkartan İYİ Parti lideri Meral Akşener ile Millet İttifakını kurmalarını kast etmiyorum.
İstanbul (ve tabii ki Ankara, ayrıca Adana, Antalya, mersin gibi küçük birer ülke büyüklüğündeki kentlerin) Büyükşehir Belediye başkanlıklarının AK Parti kontrolünden çıkması Erdoğan’a içeride ve dışarıda atfedilen “yenilmezlik” unvanının yıkılması açısından da önemliydi.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a 2023 seçimleri istikametiyle en ağır taktik saldırısı 10 Kasım 2021’deki Kanal İstanbul tehdidi oldu. CHP lideri sadece Türk şirketlerini değil, Ankara’daki Büyükelçiliklere yazdığı yazıyla “İstanbul’un talanı” dediği Kanal İstanbul yatırımına girecek yabancı şirketleri de iktidara gelirlerse pişman edeceğini söylüyordu. Erdoğan’ın yabancı şirketleri muhtemel iktidar değişikliği durumunda Türk hükümetine karşı peşinen savunarak “Söke söke alırlar” demesi doğrusu Türkiye Cumhurbaşkanı adına talihsiz bir açıklamaydı. Ama şu ana dek pek işe yaramadı; en azından yaradığı görünür değil.
Kanal İstanbul sıkıntısı
Kanal İstanbul’a yabancı yatırım gelmiyor.
Erdoğan’ın çok umutlu olduğu Arap ülkelerinden yatırımcılar oralardan ucuza arazi kapattı ama projeye yatırım yapmıyor. Ruslar zaten baştan projeye karşı, Ukrayna savaşında aleyhlerine işlemiş olsa da asıl ABD ve İngiltere’nin rahatsız olduğu Montrö Sözleşmesi uyarınca Boğazı kullanacaklarını açıkça söylüyorlar.
Şurada seçimlere bir yıldan az zaman kalmışken kimse kendisini Türk iç siyasetinde hedef yapmak istemiyor. Bu durumu 2023 seçimini kazanmasına yabancı yatırımcının da çekinceyle bakması olarak gören Erdoğan haklı olarak sinirleniyor.
Çünkü Erdoğan’ın 2019’da Kılıçdaroğlu-Akşener ittifakıyla bozulana dek tıkır tıkır işleyen, büyük projelere dayalı başarılı bir inşaat stratejisi vardı. Nasıl olsa alım garantileriyle maliyeti hazine yoluyla halka ödetilen her büyük proje, ardından gelen daha büyük bir proje tarafından ilerletiyordu. Bu zincirin Üçüncü (Yavuz Selim) Köprüsü sonrasındaki halkası İstanbul Havalimanı, sonra da Kanal İstanbul olacaktı. Olmadı.
Erdoğan bunun bu yüzden acısını İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’dan çıkarıyor; belediye gelirlerini sürekli tırpanlıyor.
Kılıçdaroğlu’nun MİT modeli yöntemi
Kılıçdaroğlu’nun beklenmedik anlarda Erdoğan’a beklenmedik konularda çıkışlarından her biri seçmen kitlesinin bir başka alt grubuna hitap ediyor; destekçilerine “aynı gemideyiz” uyarısı boşuna değil.
Bu biraz MİT’in son yıllarda geliştirdiği yeni PKK ile mücadele çizgisine benziyor.
MİT son yıllarda PKK’nın en üst düzeyiyle fazla uğraşmıyor. PKK’nın tabanıyla, mahalle, sivil toplum, öğrenci örgütlenmesi vb de fazla uğraşmıyor; o iş Emniyet’e bırakılmış. MİT onun yerine son yıllarda PKK’yı asıl ayakta tutup tabanla bağlantısını sağlayan orta kademe yöneticilerini ortadan kaldırmayı böylece örgütün işleyişini etkisiz hale getirmeyi hedefliyor.
Bu benzetmeden Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a mikro konularda saldırılarını hükümet işleyişini PKK’ya benzettiğim sonucu çıkarmaya filan boşuna çalışmasın kimse. Kasıt o değil; kasıt yeni bir mücadele tekniğine dikkat çekmek.
Kılıçdaroğlu adeta AK Parti’nin seçmenle irtibat noktalarıyla, sinir uçlarıyla oynuyor bu çıkışlarıyla.
Erdoğan’ı Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu’nu ise “iç rekabet” zorluyor. İç rekabetle sadece CHP içindeki müzmin klikleşmelerden söz etmiyorum, Altılı Masadan da söz ediyorum.
Onu da başka yazıda tartışırız artık.