“Dış politikada her gün başka bir türkü çığırılmaz” derdi bir meslek büyüğümüz. Şimdilerde uhrevi dünyada kulakları epey çınlıyordur herhalde…
Türkiye, uzunca bir süredir, fırtınalı bir denizde yalpalayarak yol almaya çalışan rotasını kaybetmiş bir gemi görüntüsü veriyor.
Ülke içinde akıl almaz bir kutuplaşma, bilinçli şekilde körüklenerek sürdürülüyor. Hak, hukuk, adalet kavramlarının içi boşaltılmış, kurumlar tamamen işlevsizleştirilmiş durumda. Ekonomik sıkıntı almış başını gidiyor. Hane halkının geleceğe yönelik refah beklentisi her geçen gün biraz daha aşınıyor.
Bu meyanda, dış ilişkilerde de görülmemiş bir savrulma yaşanıyor. Türkiye’nin, uluslararası planda neyi hedeflediğini, ne yapmak istediğini anlayabilmek veya öngörebilmek pek mümkün değil.
Küresel güvenlik sisteminin yeniden kurgulanmakta olduğu bir sırada Türkiye, sorunlarla dolu bölgesinde adeta “züccaciye dükkanındaki fil” gibi hareket ediyor. Uluslararası ilişkilerini de üyesi bulunduğu Batılı kurumların ilkelerini göz ardı ederek yürütmeyi ısrarla sürdürüyor.
Sarkaç misali bir Batı alemine bir Doğu’ya göz kırpıyor. Bunu da “çok yönlü dış politika” izlendiği gerekçesine dayandırıyor.
Beni görmezden gelmeyin mesajı
Seçim sath-ı mailine girmiş bulunan iktidarın bu söylemine kemikleşmiş iktidar destekçisi bir grup seçmen dışında itibar eden yok. Zaten, iktidarın da yegâne amacı bu fanatik seçmen kitlesini konsolide etmek. Dış politikanın hassas dengeleri umurlarında değil.
Bu savrulma halinin son tezahürü Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Özbekistan’ın Semerkant kentinde yapılan zirvesi oldu. Eskinin deyimiyle Doğu Bloku bir araya geldi. Kurulduğu günden bu yana Rusya ve Çin tarafından NATO’ya rakip bir örgüt olduğu ifade edilen ŞİÖ’nün bu misyonunu bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin, Ağustos 2007’deki Bişkek Zirvesi’nde “tek kutuplu dünya kabul edilemez” sözleriyle ortaya koymuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, buna rağmen, sadece ve sadece Putin ile görüşebilmek ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere “beni görmezden gelmeyin” mesajını vermek için toplantıya katıldı. Yoksa, ŞİÖ’nün dünya nüfusunun yüzde 40’ını, ekonomisinin yüzde 30’unu temsil etmesine rağmen, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler bakımından bir hiç olduğunu, toplantıya katılmasının içeride ve dışarıda ciddi eleştiriye sebep olacağını biliyordu.
Putin Türkiye’yi Truva Atı mı görüyor?
Ancak, Erdoğan temel hedefine ulaştı. Putin ile görüştü ve iç siyasette kendisi için hayati önem taşıyan enerji tedariki gibi birkaç konuda muhatabından söz almayı başardı. Bu meyanda, Batı camiasına, kendini hep daha rahat hissettiği mahalledeki arkadaşlarının yanından gösteri yapma imkanını buldu. Ayrıca, ziyaretini Semerkant Zirvesine dair görsellerle Türkiye içindeki kitlesini motive etmek için de kullandı.
Çin lideri Şi Cinping zirveye sanki kerhen gelmiş gibiydi. Gözlerden ve özellikle Putin’den uzak durmaya çalıştı. Hindistan Devlet Başkanı Narendra Modi de ön plana çıkmamaya özen gösterdi. Zaten Çin ve Hindistan geçen yıl sınır çatışmalarıyla bir savaşın eşiğinden dönmüşlerdi. Katılımcılardan Tacikistan ve Kırgızistan liderleri oraya adeta birbirlerini Putin’e şikayet için gelmişlerdi.
ŞİÖ Semerkant zirvesinde, genel anlamda Putin de beklediğini bulamayan liderler arasındaydı. Putin, Çin lideri Şi ve Hindistan Başbakanı Modi başta olmak üzere görüştüğü liderlerden arzu ettiği desteği bulamadı. Putin’in yegâne başarısı, NATO üyesi olan Türkiye’ye zirveye katılımıyla bir nevi “Truva atı” rolü oynatabilmesiydi.
Dış politika adına ne kazanıldı?
Kısacası, ŞİÖ zirvesi Erdoğan için Doğu aleminde gösteri yapmak bakımından uygun bir platform haline geldi.
Hal böyle olmakla birlikte, ŞİÖ Zirvesi’nin Erdoğan’a ve Türkiye’ye uluslararası planda bir getirisi olmadı. Daha Erdoğan Semerkant’tayken ABD yönetimi Kongre baskısıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerindeki silah ambargosunu kaldırma kararı açıkladı. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ise 8 Kasım Kongre seçimlerine yönelik bir hamle olduğu çok belli olsa da Ermenistan’a Azerbaycan ve Türkiye’yi kışkırtma amaçlı bir sefer düzenledi. Ancak Batı hükümetleri genel olarak Erdoğan’ın ŞİÖ hamlesine kayıtsız kaldı.
Erdoğan, ŞİÖ Semerkant zirve toplantısından hemen sonra BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere Nev York’a geçti. Kraliçe İkinci Elizabeth’in dünya liderlerini bir araya getiren 19 Eylül’deki cenaze töreninde Türkiye’yi en üst düzeyde temsil etmek istemedi.
Cenazeye katılmaması isabet oldu
Bence Erdoğan’ın Kraliçe Elizabeth’in cenaze törenine katılmama kararı son derece isabetliydi. Zira, son zamanlarda Batı karşıtı kamp ile açıkça flört eden bir liderin, ŞİÖ zirvesinde yakaladığı profilin Londra’da zedelenmesi olasılığı hayli yüksekti.
Güvenilirlik bakımından Batı aleminde epey zemin kaybettiğinin Erdoğan da farkında; bunu önemsemiyor görünse de farkında. Dolayısıyla, 19 Eylül’de başlayacak BM Genel Kurulu’na ev sahipliği yapacak olan ABD Başkanı Joe Biden’dan muhtemel randevu talebi riske girebilirdi. Bu yüzden, yalnız başına Nev York’ta beklemeyi tercih etti.
Peki, çok yönlü diplomasiden ziyade çok bilinmeyenli bir savrulmaya benzeyen bu hareket tarzı, Erdoğan’a, BM Genel Kurul toplantısı sırasında Biden ile çok arzu ettiği ikili görüşme imkanını sağlayabilecek mi? Biden’a, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin TBMM tarafından onaylanacağı müjdesini verecekse, belki…
Nasıl olsa artık dış politikada her gün başka bir türkü çığırmaya başladık