Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen Mayıs ayındaki açıklamaları Suriye’yle, Beşar Esad yönetimiyle açılım konusunu Türkiye’nin gündemine soktu.
Sinyaller o kadar güçlüydü ki, New York’taki BM Genel Kurulu marjında Suriye’yle Bakan/Bakan Yardımcısı düzeylerinde bir görüşme yapılabileceğini dahi düşündürüyordu ama olmadı.
İki ülke istihbarat teşkilatları arasında yapılan görüşmelerin Cumhurbaşkanının bu kadar hassas bir konuda kamuoyuna açıklama yapmasına imkan verecek kadar olgunlaştığı, veya öyle algılandığı, ama görüşmelerin bir ileri aşamaya, siyasi düzeye taşınmasına imkan verecek kadar olgunlaşmadığı anlaşılıyor.
Başarı hikayesi açıklama peşindeki siyasetçilerin aceleciliği de belki fiili durumun önünde gidiyordur.
Çok kısa bir süre önce Türkiye gündeminin en üst yerine oturan konu son iki haftadır gündemden düşmüştü. O kadar ki, Cumhurbaşkanı Meclis açılışındaki konuşmasında dahi Suriye’yle ilişkilere değinmedi.
Suriye’yle ortak zemin arayışı
Ama dün akşam (6 Ekim) Prag’da birincisi yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu toplantısı sonrasında basınla konuşan Cumhurbaşkanı, bir soruya verdiği cevapla, konuyu yine gündeme taşıdı. Şu an için Esad’la görüşmenin söz konusu olmadığını ama mümkün değil de demediğini, vakti geldiğinde Suriye başkanıyla görüşebileceğini, halen alt düzeyde görüşmeler yapıldığını söyledi. Cumhurbaşkanı, Suriye’nin kuzeyinden kaynaklanan tehdide vurgu yaptı. Sığınmacılarla ilgili olarak da briket evlerin geri dönüşü hızlandırdığını, bu çerçevede, 550 bin Suriyelinin ülkelerine döndüğünü söyledi.
Cumhurbaşkanının konuşmasından şunları çıkardım: Esad rejimine kapıyı kapatmadı. İstihbaratçılar arasındaki görüşmelerin kesilmediğini de öğrendik. Ama -en azından şimdilik- Suriye’yle ortak bir zeminde buluşulamadığı da anlaşıldı.
Suriyelilerin bu konuşmaya tepki verip vermeyeceklerini göreceğiz.
Ama Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ve diğer bazı Suriyeli yetkililerin kısa bir süre önceki açıklamalarından, ilişkilerde ilerleme kaydedilebilmesi için “Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesinin” ve “Suriyeli terörist gruplara desteğin kesilmesinin” Türkiye’ye bir nevi şart koşulduğu söylenebilir.
“Terörist gruplar” tanımı farklı
Türkiye’nin de Suriye topraklarından neşet eden (başta PKK/YPG) tehditlerden Suriyeli sığınmacıların dönüşüne kadar bir dizi konuda talepte bulunduğu tahmine müsaittir.
Suriye’nin terörist gruplardan kast ettiği, Türkiye topraklarından faaliyet gösteren Suriyeli muhalif oluşumlar ile Suriye sahasındaki Suriye Milli Ordusu ve diğer gruplardır.
Türkiye’nin başka zamanlarda diğer bölge ülkeleriyle ara düzeltme görüşmelerinde de benzer taleplerin geldiği yazılıp çizildi, söylendi.
Mesela Mısır, Türkiye’den yayın yapan televizyon kanallarının kapatılmasını ve ülkemizdeki bazı muhaliflerin iadesini istedi. Ankara’daki (artık Büyükelçi unvanı taşıyan) İsrail temsilcisi İrit Lillian da bir süre önce bir İsrail gazetesine verdiği demeçte, İstanbul’daki Hamas ofisinin ilişkilerin gelişmesinin önünde engel oluşturduğunu ve bu ofisin kapatılması talebinde bulunduğunu dile getirmişti.
Türkiye’nin de Suriye’nin de ilişkileri düşmanlıktan çıkarmayı istemek için gerekçeleri var. Ama şu anda daha arzulu olan taraf Türkiye gibi gözüküyor. Bunu, güvenlik ve Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü konularının yaklaşan seçimler ve iç siyaset bakımından taşıdığı özel öneme bağlayabiliriz.
PKK, ABD ve Suriyeli sığınmacılar
Esad ise koltuğunu korumakla birlikte hala risk altında. Özellikle, koltuğunda kalabilmesini sağlayan Rusya’nın Ukrayna savaşına yoğunlaşmış olması, İran’ın da ülke çapında bir isyan dalgasıyla karşı karşıya bulunması Esad yönetimini kaygılandırıyor olsa gerek.
Suriye krizi bağlamında Türkiye açısından öne çıkan iki meseleden ilki güvenlik, özellikle YPG.
İktidar, Esad yönetimiyle ara düzeltmeyi kamuoyuna açıklarken, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına ve ülkenin kuzeyinden kaynaklı bölücü, ortak tehdide vurgu yaptı.
Türkiye YPG’nin Suriye’nin bir bölümünde devletleşmesini istemiyor. Kürtlerin ve YPG’nin halihazırdaki konumları ve gelecekte Suriye’nin idari sisteminde ne şekilde yer alacakları Türkiye’nin iç siyaseti ile de bağlantılı çok önemli bir konudur.
“Stratejik ortak ve müttefik” ABD’nin YPG’yi Suriye sahasındaki yerel ortağı olarak belirlemesine, destek ve ciddi miktarda silah vermesine Türkiye çok tepkili.
Buna ABD’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle ilişkileri de eklenince, durum daha da olumsuz bir hal alıyor. ABD’nin YPG’ye desteği tek başına bir konu olmanın yanı sıra, esas olarak, Türkiye-ABD ilişkilerinin genel çerçevesi ve ABD’in yeni stratejik konumlanması dahilinde değerlendirilmeli.
ABD öyle de Rusya farklı mı?
ABD öyle de “dost ve ortağımız” Rusya farklı mı? Hayır, onun da YPG’yle iş tuttuğunu unutmamak gerekir.
ABD de Rusya da YPG’yi kullanışlı bir örgüt olarak değerlendirmektir. Bu durum, YPG’nin de işine geliyor. Kendi gündemlerini izliyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs ayındaki açıklamalarına mukabil, başta ABD ve Rusya olmak üzere temel aktörlerin itirazlarının da etkisiyle olsa gerek, Türkiye öncekilerin benzeri bir harekatı hala gerçekleştirmedi. Onun yerine nokta operasyonlarla YPG/PKK’nın üst düzey kadrolarını ve anlam ifade eden isimlerini etkisiz hale getiriyor. Böylece hem örgüt zayıflatılıyor hem Türk kamuoyuna terörle mücadele edildiği mesajı veriliyor.
Ama bunlar nihai çözüm değil. Türkiye’nin rahat edebilmesi için, sahadaki diğer aktörlerin işbirliği yapmaları gerekir.
Türkiye açısından önemli diğer temel konu, Suriyeli sığınmacılar ve ülkelerine geri dönmeleri.
Sığınmacılar Türkiye’nin iç politika gündeminin en üst sıralarında yer alan, istismara gayet açık bir mesele. Toplumda bu konuda hassasiyet var.
Mülteci ödülü Erdoğan’a değil Merkel’e
Her siyasi parti bir şeyler yapıyor görünme çabasında; en azından, diğerlerinin gerisinde gözükmek istemiyor. Ülkede bu konudaki yönelimi Ümit Özdağ’ın başkanlığındaki Zafer Partisi’nin belirlediği görülmekte.
Esad’ın sığınmacılara geri dönme çağrısı yaptığı, dönenleri bağrına basacağı doğru değil. Briket evler gibi projeler sayesinde Suriyelilerin kitleler halinde geri dönmeye başladıkları da. Meselenin kaynağındaki yani Suriye’deki durum ne ekonomik ne siyasi ne de güvenlik açılardan sığınmacıların kitleler halinde gönüllü geri dönüşlerine elverişli.
Lübnan ve Ürdün’de de Suriyelilerin geri dönüşü konusunda bir hareketlilik var. O ülkeler açısından da aynı meseleler geri dönüşün önünde engel oluşturuyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 2022 yılı Hansen ödülünün 2015-2016 döneminde ülkesine 1 milyon civarında Suriyeli mülteci kabul eden önceki Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e verileceğini açıkladı.
Doğal olarak akla gelen soru, bu ödülün 3,7 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan ve yıllardır en ağır yükü sırtlayan Türkiye’ye niye verilmediğidir. Olayı salt Batı’nın Türkiye’ye duyduğu düşmanlıkla açıklamak baştan savma ve yanıltıcı olur.
Suriye’yle de arayı düzeltme çabası
İktidarın, ideolojik motiflerle bezenmiş ve hamaset temelindeki politikalarında bir süredir değişikliğe gitmeye başladığını, gerginlik yaşanan bölge ülkeleriyle (Mısır, BAE, İsrail, Suudi Arabistan gibi) ara düzeltme hamleleri yaptığını görüyoruz.
Bu yönelim, önceki politikanın sürdürülebilir olmadığının idrakinin ötesinde, yaklaşan seçimlerle irtibatlıdır. Dış politika, ekonomik alandaki ve iç siyasetteki sıkıntıları telafi edebilecek bir konu olarak ele alınmaya başlamıştır. Suriye’yle sağlanabilecek bir açılım bu kapsamdaki büyük ikramiyeyi oluşturacaktır.
Son kamuoyu yoklamalarında, muhtelif ülkelerle ve bu bağlamda Suriye’yle ilişkilerin düzeltilmesi çabalarının seçmende olumlu karşılık bulduğu görülüyor.
Dolayısıyla, iktidarın daha önce söyledikleriyle çelişmesine, muhalefetin dediğine gelinmiş olmasına ve daha pek çok şeye aldırmadan, çeşitli sloganlarla süsleyerek, dün dündür şiarıyla yola devam etmesini bekleyebiliriz.
Ama, YetkinReport’ta yayınlanan 16 Ağustos 2022 tarihli yazımda da belirttiğim üzere, bu süreç çok zordur. Zira denklemde -ekonomi dahil- iç ve dış pek çok faktör bulunmaktadır, pek çok mesele vardır ve her meselenin çözümü de yeni bir meseleye gebedir.