Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) 20 Ekim günü yaptığı toplantıda politika faizini 1,5 puan indirerek yüzde 10,5’a düşürdü. Bununla da kalmadı, gelecek toplantıda benzer bir faiz indirimine gidip sonra duracağını da açıkladı. PPK duyurusunun ilgili kısmı şöyle: “…Kurul, politika faizinin 150 baz puan düşürülmesine karar vermiştir. Kurul, takip eden toplantıda da benzer bir adım atıldıktan sonra faiz indirim döngüsünün sona erdirilmesini gündeme almıştır.” Çift haneli faizin sonuna mı geliniyordu?
Kararın son paragrafının açılış cümlesi de bayağı hoş doğrusu. Alıntılamadan geçmek olmaz. Şöyle: “TCMB, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda enflasyonda kalıcı düşüşe işaret eden güçlü göstergeler oluşana ve orta vadeli yüzde 5 hedefine ulaşıncaya kadar elindeki tüm araçları liralaşma stratejisi çerçevesinde kararlılıkla kullanmaya devam edecektir.”
Kısmetse tek haneli faiz 24 Kasım’da
Bu yazının amacı TCMB kararı hakkında yorum yapmak değil. Bir süredir benim açımdan anlamını yitirdi bu kararlar çünkü. Ancak kararda yer alan iki müjdeye yorum yapmadan değinmek isterim. Birincisi, yüzde 5 hedefine ulaşılması sürecinin devam ettiği anlaşılıyor. “Nasıl yani” diye sorarsanız; unutmayın, yorum yok. İkincisi, o çok arzulanan tek haneli politika faizine 24 Kasım PPK toplantısında alınacak kararla artık ulaşacağımız anlaşılıyor.
Böylelikle MÜSİAD Başkanı’nın Dünya gazetesinde 11 Ekim günü yayınlanan röportajında dile getirdiği “… faizin tek haneli rakamlara inmesi önemli. Faizi ülke gündemimizden çıkaralım” isteği gerçekleşmiş olacak.
Ancak ortada ‘küçük’ bir sorun var.
Krediye erişim sorunu
Alınan tüm zorlayıcı kararlara karşın (ya da tam da o nedenle) bankalar kredi açmakta nazlanıyorlar. Zaten sözünü ettiğim röportajda MÜSİAD Başkanı da bu sevimsiz olgunun altını çizmiş.
Hatırlarsanız benzer bir şikâyet TCMB Başkanı’nın İstanbul Sanayi Odası’nda katıldığı ve basına açık olan toplantıda da gündeme gelmişti. O toplantıda söz alan bir sanayici TCMB’nin açıkladığı politika faizinin çok üzerindeki kredi faiz oranlarından yakınmıştı. Toplantıda ayrıca kredi bulmaktaki zorluklar da dile getirilmişti.
Seçimler yaklaşıyorken muhtemelen özellikle kamu bankaları aracılığıyla kredi arzının artmaya başladığını göreceğiz. Ne kadar ‘kredi bulamıyoruz’ şikâyetlerine merhem olur; bugünden söylemek zor. Yine de merhem olmama olasılığı yüksek. Döviz talebini dizginlemek gibi devasa bir sorun var çünkü.
O sorun orada öylece duruyorken muhtemelen ‘harcayacaksak biz harcarız’ şiarı doğrultusunda ağırlıklı olarak bütçe kaynaklarının kullanıldığı bir seçim ekonomisi uygulaması göreceğiz.
Tehlikeli talepler
Öyle her sektörün krediye boğulması göze alınır bir risk değil çünkü. Bunun açık bir göstergesi Haziran ayında çıkarılan ek bütçe ile 5 Eylül günü yayınlanan Orta Vadeli Program’da (OVP) tahmin edilen 2022 yılı bütçe açığı değerleri arasındaki fark. Ek bütçedeki 278 milyar liralık bütçe açığı gerçekleşme tahmini, OVP’de 461 milyar liraya yükseldi.
Enflasyon bu kadar yüksek, politika faizi bu kadar düşük ve bu nedenlerle ortaya çıkan/çıkacak döviz talebini dizginlemek için alınan kararlar bu kadar bitmez tükenmezken Türkiye’nin riskinin çok yüksek olmasına şaşmamak lazım. Hele bir de büyük gelişmiş ülkelerin faiz artırım kararları peşi sıra geliyorken.
Hal böyleyken, Türkiye’nin riskini çok daha fazla artıracak önerilere giderek daha fazla şahit oluyoruz. Yazının başında sözünü ettiğim röportajda TCMB’nin bankaları haftalık vadede fonlamak yerine daha uzun vadeli fonlaması isteniliyor. Gerekçe de TCMB’nin kısa vadeli fonlama tercihi nedeniyle reel sektörün uzun vadeli finansmana erişememesi.
Ne ilk bu tür bir talep ne de son olacak. Üstelik ‘kalkınmacı merkez bankacılığı’ falan gibi şatafatlı isimler altında zaman zaman karşımıza da çıkmıyor değil.
Tek millet, tek para, tek banka
İşin riskli tarafı şu: TCMB’yi neredeyse doğrudan şirketlere uzun vadeli kredi açar hale getirmekle özdeş bu öneri. TCMB bankalara veriyor, bankalar da şirketlere. Önemli bir parasal genişleme anlamına gelir.
Bazen ‘abartmak’ iyidir: Gelin bu öneriyi abartarak uç noktaya götürelim. Şu: Ticari bankalar ortadan kalkıyor ve TCMB aynı zamanda mevduat toplayan ve kredi veren bir bankaya dönüşüyor. Slogan da hazır: “Tek millet, tek para, tek banka”.
Bir merkez bankasının uzun vadeli ve elbette enflasyonun çok altında düşük faizli kredi vermesinin ‘limitte’ gideceği sonuç böyle ele alınabilir. Ne tür bir ahbap çavuş ilişkilerine yol açacağını, nasıl bir parasal genişlemeyi ve dolayısıyla enflasyonu tetikleyeceğini siz düşünün.
Bu abartı çok komik ve saçma gelebilir size. Ama bunun mümkün olduğunu söylesem?
Tek banka olabilir mi?
Merkez bankalarının ‘sayısal (digital) merkez bankası parası’ çıkarmalarının ne gibi sonuçlar doğuracağı hakkında ciddi araştırmalar yapılıyor. Bir alternatif, sayısal paranın kullanımının herkese açık olmaması. Bir diğeri ise herkesin kullanımına açık sayısal para. Bu ikincide hepimizin merkez bankasında hesabı oluyor. Her türlü alışverişte kullanılabiliyor bu sayısal para.
İkinci alternatif geçerli olsun. Bir finansal gerginlik dönemi yaşandığını düşünün. Küresel kriz sırasında bazı ülkelerde ‘bankalara hücumun’ kıyısından dönüldüğü hatırlardadır. Bu tür dönemlerde bankalardan mevduat çekilip nakit tutulabiliyor. Bu nakdi nerede tutacaksınız? Evde tutarsanız hırsızlık kaygıları ağır basabilir.
Oysa merkez bankasında hesabınız varsa tereddüt etmezsiniz; bankadan çekip merkez bankasına yatırabilirsiniz. Dolayısıyla, sayısal merkez bankası parasının varlığı, böyle dönemlerde bankalardan para çekilişini hızlandırabilir. Ticari bankadaki hesabınızdan merkez bankasındaki hesabınıza aktarabilirsiniz parayı. Böyle koşullar, ‘tek bankaya’ dönüşümünün hızlanacağı koşullar.
Neyse, ayağımızı yere basarsak durum şu: Tek haneli faize bir ay kaldı.