1999 Gölcük depreminde aile üyelerimizin bir kısmını Yalova’da tatil yaptıkları sitede kaybettik. Oturdukları yapı zikzaklar yapan ve sekizgen biçiminde sonlanan bir bloktu. Sekizgenin olduğu kısım ayakta kalmış, geri kalanında katlar birbiri üstüne yığılmıştı. Sonradan enkaz ve çevresinin fotoğraflarını, binanın projesini gören mühendis arkadaşlar yerleşim yoğunluğunun zemin karakterine uygun olmadığı ve yapının taşıyıcı sistem tasarımı açısından hatalı olduğu düşüncesinde birleştiler. Yazlık sitenin yatırımcısı aynı zamanda müteahhidiydi, proje neyse ona göre uygulama yapmıştı ama inşaat hakkını artıran, projeyi tasarlayan ve yapımına onay verenlerin üst üste eklenen hataları çok sayıda cana mal oldu.
Bugünlerde Antakya’daki Rönesans Rezidansın olduğu gibi arkaya yatmış bloklarına ve deprem bölgesinde çekilmiş tüm diğer fotoğraflara bakarken ayrı ayrı sorumluların birbirine eklenmiş benzer hataları deprem yerine dahi gitmeden net biçimde okunabiliyor. Son yaşadığımız depremde yaraları bir an önce sarma telaşı içinde önemli hataların bir kısmı tekrarlanırken yanına yenileri ekleniyor, korkulan İstanbul depremine dair de endişeler artırıyor.
Sorun sadece müteahhitler değil
Depremde yıkılan binalar olduğu için akla gelen ilk sorumlu müteahhitler. Nitekim bazıları gözaltına alındı, bazıları tutuklandı. Oysa bir şehir parçasının yapılaşmaya açılmasından, binaların birer birer yükselmesi ve içlerinde yaşamın başlamasına kadar uzanan süreçte siyasetçiler, yatırımcılar, mimarlar, mühendisler, projeleri onaylayanlar, şantiye sahalarının inşaatçı ve denetimci grupları, sigortacılar ve tekrar iskân ve işletme ruhsatlarını verenler gibi çok sayıda aktör var.
Lewis Mumford harika kitabı Tarih Boyunca Kent’te yaptığı tanımda kentten “asgari alandan azami biçimde yararlanmak üzere yoğunlaştırılmış, giderek kalabalıklaşmaya ve yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek yapısal genişlemeleri gerçekleştirme gücüne sahip bir yapı” olarak bahsediyor. Tanımın içindeki yoğunlaşma nedeniyle, deprem veya henüz bitip bitmediğinden emin olamadığımız Covid-19 salgını gibi doğal tehlikeler asıl yıkımı yoğun şehirsel alanlarda ortaya çıkarıyor.
Bu yıkımların önüne geçmek, afete dayanıklı kentler yaratabilmek ancak azami yararın sınırını belirlemek, yarar kadar zararın hesabını yapabilmekle yani “planlama” ile mümkün. Doğru planlama afete karşı alınabilecek ilk önlem. Fotoğraflar ise bu önlemi yansıtmıyor.
Siyasetçiler davetiye çıkartıyor
Yerkabuğunun vaaz ettiği planlamayı himaye etmek yerine arazilerin rantını artırıp giderek daha çok alan üretimini teşvik eden siyasetçiler bu felakete ilk davetiyeyi çıkartmış bulunuyorlar ve öyle görünüyor ki bu kötü tecrübeyi tekrarlamakta ısrarcılar. Depremin hemen ardından kamu ihale kanununda yapılan son değişiklik soru işaretlerine yol açtı. Zararı telafi etmek için hemen harekete geçme isteği anlaşılabilir olsa da şehir merkezlerinin taşınarak yeni konutların bir yıl içinde teslim edileceği açıklaması bize planlamaya hâlâ gereken önemin verilmediğini anlatıyor. Eldeki kapasite ile tümünün bir yılda tamamlanması zaten mümkün değil ama yeterli olduğunu varsaysak bile kalıcı konutların bir yılda tamamlanması ancak elde her anlamda hazır bir projenin var olması ve yarından tezi yok başlamak ile mümkün olabilir.
Oysa şu anda jeolojik incelemelere göre yeni yerleşimlerin yerine karar vermekten tutun da enkazın incelenmesinden sonra, kalan molozun nasıl kaldırılacağı, nasıl ve neye dönüştürüleceği, nereye döküleceği, nüfus, sosyal yapı, mülkiyet haklarına kadar çözümlenecek yığınla sorun ortada duruyor. Afetlere yönelik plansızlıktan tutun acil toplanma alanlarının yetersizliğine kadar sayısız ihmalin yıktığı şehirlerde barınmayı çözmek elbette önemlidir ama asıl olan ortada duran sorunları yok saymadan dayanıklı kenti ve yaşamı yeniden kurabilmektir.
İstanbul’da 25 milyon ton enkaz çıkabilir
Hazır enkaz ve molozdan bahsetmişken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem ve Zemin İnceleme Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan Enkaz Yönetim Planı’nda olası bir İstanbul depremi için 25 milyon ton enkaz oluşacağı ve elde bulunan imkanlar ile 1 milyon seferde ancak 3 yılda kaldırılabileceği öngörüsünü buraya eklemek istiyorum. Kahramanmaraş depremlerinde 10 ildeki toplam enkaz miktarının -Erciyes dağı benzetmesiyle- 230 milyon ton tahmin edildiğini hatırlatalım. İstanbul’daki toplam 5599 afet acil toplanma alanından pek çoğu da aslında afet açısından gerekli altyapıya sahip olmayan düz birer boşluk. Bu alanların beklenen depreme hazır hale gelmesi için yetki karmaşalarının bir an önce giderilmesi gerekiyor.
Deprem fotoğraflarının sergilediği bir başka konu, aşikâr tasarım ve denetim sistemi hataları. Enkazlarda, projelerde, izin belgelerinde yapılacak incelemelerle olan bitenin sorumluluğunun nasıl paylaştırılacağı belirlenip raporlanacaktır. Bu raporların bir kısmında “yıkım tasarım hatasından kaynaklanmaktadır” yazılacağından hiç şüphe duymuyorum. Ucuzcu veya deneyimsiz tasarımcılar ile onları denetlemekle yükümlü aşağı yukarı aynı yetersizlikteki meslek insanları yaşananların sorumlularından. Belediyelerdeki onayların yanı sıra meslek odalarının yaptığı tescillerin kendilerine rant sağlamaya çalıştıkları iddiasıyla iptal edilmiş olması bir başka sebep.
Müteahhit baba, mimar, mühendis çocuk
Hayli sıkı yönetmeliklere rağmen mimarlık ve mühendislik mesleklerine yönelik yasanın eksikliği de altı çizilmesi gereken bir konu. Türkiye’de bir mimarın veya mühendisin diplomayı alıp ilgili meslek odasına kaydolduktan sonra mesleğini icra etmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Mesleğe kabul eden veya çıkartan, devlet tarafından yetkilendirilmiş bir meslek kuruluşu, kendi yargısı olan bir meslek hukuku hala yok. Mimarlık veya mühendislik mesleğine sahip olmak sadece bir eğitim belgesi edinmeye bağlı olduğu için inşaat işleriyle uğraşan ve proje maliyetlerini düşürmek isteyen pek çok aile, daha doğrusu baba, çocuklarını özellikle vakıf üniversitelerinin mimarlık mühendislik okullarına yollar. Hal böyleyken, mesleğe kabulün koşullarının sorgulanması gereken yerde üniversitelerde uzaktan eğitim kararı vermek meslek standartlarını giderek aşağı çekiyor. Plansızlığın bir başka alandaki tezahürü olan bu karar, 2019-2020 eğitim yılında üniversiteye başlayan bir öğrenci için 4 yıllık uygulamalı eğitim yerine 2 yıllık eğitim anlamına geliyor.
Artık ciddiye alınmalı
Afetler karşısında yapılabilecekleri öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. Sonrasının başarısı da öncesindeki hazırlığa bağlı. Deprem öncesi hazırlıkların yetersiz olması nedeniyle sonrası da başarısız oldu. Kentsel dönüşüm adı altında depremlerin hasarlarını önlemeye yönelik hazırlıklar yapıldığı zannedilirken ortaya çıkan manzara herkeste büyük öfke yarattı. Öte yandan, afetlere toleranslı, kötü zamanları unutmaya meyilli insanlarda bu sorunun üzerine gitme, kamuyla işbirliği oluşturma kararlılığı uyandırdı.
Bir sorumluluk alabileceğini düşünen, organize olmak isteyen ve katılım talep eden insan sayısı Kahramanmaraş depremi öncesine göre azımsanmayacak kadar fazla. Bu kararlılık ile kamu üzerinde baskı oluşturup gözümüzü ayırmadan sürdürmenin, her düzeyde planlamaya katılımın tam zamanı.