Paris’teki Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin Türkiye’ye karşı verdiği ceza, Kürt petrolü ile ilgili 1992’de Erbil’de Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH) kurulmasından bu yana süregiden tartışmalı fiili durumu, hem Erbil, hem Ankara, hem Bağdat hem de bölgedeki yabancı petrol şirketleri için daha da karmaşık hale getirdi.
Şimdi hukuka riayet, egemenliğe saygı, adil gelir paylaşımı, şirketlere güvence ve jeopolitik menfaatler temelinde “yeni bir mekanizma” arayışı başladı. Bunun hiç de olay bir iş olmadığını, ama çözümün de şu ya da bu şekilde bulunacağını – yaklaşık 9 yıl bu bölgedeki önemli bir petrol şirketinin yönetim kurulu üyeliğini yapmış, bölgeyi, değişen dinamikleri ve önde gelen oyuncuları iyi tanıyan eski bir diplomat olarak – güvenle söyleyebilirim.
Irak’ın kuzeyindeki yaklaşık günlük 450 bin varillik Kürt petrolünün uluslararası piyasalara akması, Türkiye’nin ön ayak olduğu bağımsız boru hattı, Ceyhan’da depolama, yükleme, para trafiğinde kilit Halk Bankası özel hesabı ve güçlü siyasi destek sağlanmasaydı mümkün olamazdı. Erbil bu bakımdan Ankara’ya bağımlılığı artmış, manevra yeteneği nisbeten aşınmış olsa da sağlanan bu imkan için minnettar, bedelini de ödüyor gerektikçe.
Ankara da, Irak Kürtleri üzerinde bu sayede bir manivela gücü elde ettiği, petrolün bir kısmını aldığı, transit ücret kazandığı, şayet yatırımlar zamanında yapılırsa yakında belki (Rusya, İran ve Azerbaycan’a kıyasla) en ucuz doğal gazı oradan getirebileceği, dahası Erbil’e husumet besleyen PKK’ye karşı sağlam bir müttefik bulduğu için memnun görünüyor.
Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH) yaklaşık 3.7 milyar varillik petrol kaynaklarının üzerinde oturuyor. Bir ara Kerkük üretimi ile birlikte Ceyhan üzerinden günde 1 milyon varil petrolün dünya piyasalarına akıtıldığını hatırlıyorum. Yani, Bakü-Tiflis-Ceyhan üzerinden gelen Azeri petrolünden bile daha fazla.
O zaman yapılan hesaplara göre, KBH’nin hiç saklamadığı nihai bağımsızlık tutkusunu sürdürülebilir kılmak için en az 1 milyon varillik üretim düzeyini yakalaması gerekiyordu. Yani, varili ortalama 83 dolardan hesaplarsak günde 83 milyon, ayda 2,5 milyar, yılda 30 milyar dolar gelir. Şu anda ihracat günde 450,000 varil olduğuna göre bu hesapla günde 37 milyon, ayda 1.2 milyar, yılda 13,5 milyar dolar civarında kazanabiliyor, beklenmedik sorunlar, kesintiler yaşanmaz ise. Tabii bunun yarıya yakını üretici şirketlere, masraflara gidiyor.
Geçen yılın ilk yarısında – petrol üreticilerine, taşıma ve depolamaya ödenen paraları çıkarsak – dış dünyaya Türkiye üzerinden petrol satışı sayesinde 3 milyar dolar kazandı. Aynı performansın ikinci yarıda da devam ettiği varsayılırsa yıllık toplam net geliri 6 milyar doların üzerinde.
Irak petrol şirketi SOMO ile Kürt yönetimi arasında Haider al-Abadi ve Necirvan Barzani döneminde varılan anlaşma uyarınca günlük ilave 150,000 varillik Kerkük petrolü de kuzeye akıyordu, bunun gelirinin de 50-50 paylaşılması karara bağlanmıştı. Ancak Irak, Kürdistan bağımsızlık referandumundan sonra bu anlaşmadan çekildi.
Kürt yönetimi adeta bağımsız devlet gibi hareket ediyor, hükümeti, parlamentosu, yargısı, yurtdışı diplomasi misyonları var. Petrolden sağladığı gelir ile 6.2 milyon nüfusa hizmet veriyor, ekonomiyi ayakta tutuyor, silahlı kuvvetleri (Peşmerge) besliyor. Siyasi dengeleri korumak adına kazancın bir kısmının da Erbil ve Süleymaniye’deki büyük aşiretler ile paylaşılması zorunlu. Türkiye’ye, petrol üretici ve tacirlerine de yaklaşık 5 milyar dolar ödenmesi gereken borcu bulunuyor.
Tabii ki Federal Irak’ın egemenliği altındaki bu bölgenin dış dünya ile Bağdat’ın rızası hilafine petrol ticareti yapması, kazandığı parayı federal bütçeye aktarmadan kendi başına kullanması, bağımsız bir devlet gibi hareket etmesi Irak’ın Sünni ya da Şii olsun Arap kökenli nüfusunu ve liderlerini rahatsız ediyor. ABD, İngiltere ve İsrail burada tampon bir bağımsız Kürt varlığını stratejik bakımdan çok önemsiyor.
Bu nedenledir ki, Erbil ile Ankara arasındaki petrol ticaretinin hem egemenlik haklarının hem de iki ülke arasında imzalanmış olan ve SOMO’yu ticarette tek muhatap gösteren 1973 tarihli anlaşmanın ihlali olduğunu ileri sürerek o zamanki Irak Başbakanı Nuri al Maliki Mayıs 2014’te Paris’teki Tahkim Mahkemesinde Türkiye’ye karşı SOMO aracılığıyla dava açtı. Dokuz yıl süren davayı, beklendiği gibi, Ankara kaybetti ve 1.4 milyar dolar ceza ödemeye mahkum edildi.
Bu, daha ilk aşama, 2014-2018 dönemini kapsayan. Tahkimciler, 2018-2023 dönemi üzerinde de çalışıyorlar. Konuştuğum hakimler bunun da iki yıl içinde sonuçlanacağını ve benzeri bir cezanın yüksek olasılık olduğunu söylüyorlar. Yani 1,5 milyar dolar ceza daha yolda. Ankara’nın eli uluslararası hukuk bakımından zayıf, aslında beklenen astronomik 30 milyar dolar beklentisinden daha düşük olan cezayı ödeyecek mecburen. Tek başına mı Erbil ile paylaşarak mı göreceğiz. Mahkeme kararına itiraz etmesi de muhtemel.
Jeopolitik realite, Türk hükümetini bu şekilde hareket etmeye zorladı. Barzani yönetimi, ABD’nin Irak işgali sonrasında tarih boyunca çatışma içinde olduğu Talabani ile de güç birliği yaparak özerk bir bölge yarattıktan sonra ayakta kalabilmek için Ankara’nın desteğine ihtiyaç duydu.
Hem PKK’nın etkisizleştirilmesi, hem Irak’ın kuzeyinde sınırları boyunca kontrol edebileceği bir varlığın olması hem de Türk şirketlerine iş imkanları yaratılması güdüleriyle Barzani desteklendi. Genel Enerji ve diğer Türk şirketlerine yeşil ışık yakıldı. Ne zaman finansal darlığa düşseler kredi hatları açık tutuldu.
Elbette ki Barzani de Ankara’daki iktidara yakın işadamlarına, aile üyelerine iyi para kazandıracak açılımlar yaptı. Kendisini sonradan destekleyecek güçlü bir Türk işdünyası ve siyasetçiler lobisi yaratmaya çalıştı. Dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı – daha önce bakanlar ile bile görüşemezken – muhatapları oldu.
Perde gerisinde MİT, özel kuvvetler, Dışişleri, Enerji, Milli Savunma ve Ekonomi bakanlıkları ile henüz gün ışığı görmemiş operasyonlar, iş bağlantıları kurgulandı, gerçekleştirildi.
Hatırlıyorum, bundan yıllar önce Kürt bölgesinin başbakanı ile aynı özel uçakta seyahat ederken bana şunu söylemişti: “Etrafımız Arap, Fars, Türk düşman ülkelerle çevrili ama en sevdiğimiz düşmanımız Türkler”.
Sadece İŞİD’in saldırısı sırasında Ankara geç hareket etti destek vermede, İran’ın gerisinde kaldı. Güven bir ölçüde sarsıldı Erbil’de. Bir de kendisine danışmadan oldu-bitti şeklinde ilan edilen Kürtlerin (zamanlama yanlışlığı konusunda İsrail dışında hemen herkesin söz birliği ettiği) bağımsızlık referandumunda KBH’yı cezalandırmak, geri adım attırmak için İran ve Irak ile ortak hareket etti Türkiye.
Suriye’nin petrol sahalarının önemli bir bölümü İŞİD kontrolünde idi. Daha sonra ABD’nin desteği ile bu bölgelerden İŞİD militanları sökülüp atılınca onların yerine PKK güdümündeki PYD yerleştirildi. Petrol üretiminin yüzde 70’ini kontrol ediyor şimdi.
Bu petrolün bir kısmı araları limoni olsa da Şam yönetimindeki Suriye’ye gönderiliyor, tüketilenden geri kalan bölüm Irak sınırını geçerek Kürt petrolü ile karıştırılıyor, KBH’den Ceyhan’a giden boru hattına yükleniyor. Bundan hem PKK, hem KBH liderleri hem de muhtemelen Türkiye’de bazı kişiler nemalanıyor.
Sözün özü, PKK’ya dolaylı gelir yaratılmasında KBH ve Türkiye’nin de katkısı oluyor, şayet bölgedeki hidrokarbon varlıklarının üzerine çöküldüğünü belirten Batılı petrol şirketlerinin ve Şam yönetiminin BM Güvenlik Konseyi’ne ilettiği iddiaları doğruysa.
Bugün gelinen noktada tahkim mahkeme kararını değerlendirmek ve danışmalarda bulunmak için geçici olarak Kürt bölgesi kaynaklı petrol trafiği Ceyhan’da askıya alındı. KBH heyeti Bağdat’a geçti (unutmayalım ki Irak’ın cumhurbaşkanı Kürt asıllı Abdül Latif Rashid), Türk hükümeti de Irak ile “yeni bir mekanizma” yaratılması için müzakerecilerini gönderdi başkente.
Daha Irak başbakanı Mohammed Shia Al Sudani’nin 28 Mart’ta Ankara’da imzaladığı bir dizi işbirliği ve yatırım anlaşmasının mürekkebi kurumadan tahkim kararının çıkması ilginç. Bunun daha önce aralarında konuşulmamış olması mümkün değil çünkü benim bildiğim tahkim kararı Mayıs 2022’de alındı, sadece onay süreci uzadığı için yeni ilan edildi. Pazarlıklar için yeterli süre vardı.
Doğrusu, karmaşık bir denklem ile karşı karşıyayız ama geçmiş deneyimler ışığında kolay olmasa da çözüm bulunacağına inanıyorum çünkü “akacak kan damarda durmaz”, yani petrol üretildiği sürece akmaya devam edecektir. Beyaz Saray’dan bu konuda Kürtlerden yana tavır alınması, tankerlerin dolumuna izin verilmesi için Ankara’ya bir “nezaket” telefonu geldiği kulağıma çalındı.
Şimdilik imkanlar ölçüsünde KHB ve Yumurtalık’taki depolama tesislerine park edilecek üretilmeye devam eden petrol, çözüm işaret fişeği çakıldıktan sonra da yeniden uluslararası piyasalara ihraç edilmeye başlanacaktır Ceyhan üzerinden. Ankara, uluslararası hukuk ile reelpolitik arasındaki ince çizgiyi ihlal etmeyecek bir yaklaşım izlemek ihtiyacını hissediyor, ne Erbil’i ne de Bağdat’ı küstürmeden.
Bağdat’ta etkinliği artan İran, Kuzey Irak’taki KHB üzerinde ağırlığını arttırmaya, bölgenin münhasıran Türkiye’ye bağımlılığını kendi lehine azaltmaya çalışıyor. Petrol ihracının bir kısmını kendisi üzerinden yapılması, hatta Suriye’den Akdeniz’e ulaştırılması gibi girişimleri masaya getiriyor. Bu arada, Ruslar Rosneft üzerinden KHB’de önemli köprübaşlarını tutmaya, enerji altyapısi satın almaya başladı.
Bölgenin güneyini kontrol etmekte olan Talabani’nin partisi PUK hem Bağdat hem de Tahran istikametinde hareket ediyor, bölgesel Kürt hareketi içinde farklılaşmaya yol açıyor. Yeni siyasi güç Goran da durumu daha karmaşık hale getiriyor.
Baba Mesut Barzani köşesine çekildi, onursal lider olarak gereken yerde devreye giriyor. Jalal Talabani, vefat etti, çocukları Qubad Talabani ve Bafel Talabani aynı karizma ve kıvraklığı gösteremiyor, aralarında çekişiyorlar. Şu anda özellikle işdünyasının ve uluslararası camianın daha cevval bulduğu Cumhurbaşkanı Necirvan Barzani ile başbakan Masrur Barzani arasında da zaman zaman gerginliğe yelken açan bir siyasi rekabet var, ama aralarında makul bir görev dağılımı yapmayı becerdiler.
Hem petrol üretimin halihazırdaki düzeyin üzerine çıkamaması hem fiyatların (iskontodan dolayı) piyasanın altında seyretmesi, hem yeni yatırımcı bulmakta güçlük çekilmesi, hem de İŞİD ve PKK’nın yarattığı güvenlik riskleri nedeniyle Erbil ekonomik sıkıntı ile karşı karşıya, memur ve Peşmerge maaşlarını, müteahhit ve petrol şirketleri alacaklarını ödemekte güçlük çekiyor. Rüşvet yolsuzluk virüsü azaltılamadı. Suriye’den kaçan mülteciler de ağır bir yük teşkil ediyor.
Kürt bölgesinde faaliyet gösteren Genel Energy, Chevron, Gulf Keystone, HKN, DNO, Danagas gibi üretim şirketlerinin anlaşmalarının hukuken geçersiz olduğunu ileri süren Irak Petrol Bakanlığı geçen yıl bu şirketlerle ilk defa doğrudan temasa geçerek federal anayasa mahkemesinin almış olduğu karar çerçevesinde mevcut anlaşmaların kendisiyle müzakere edilerek revize edilmesini istemişti.
Toptan ülke çapındaki petrol gelirlerinin (anayasada belirlenmiş olan ama şimdiye kadar uygulanmayan) yüzde 16’sini da KBH’ye bırakılacağını, kendi kullandığı teknik hizmet sözleşmelerinin Erbil’in sağladığı üretim paylaşım anlaşmalarından daha elverişli olduğunu açıkladı Bağdat. Şirketlerden hiçbiri Erbil’i atlayıp Irak ile doğrudan görüşmeye yanaşmadı. Lakin, belirsizlik kimsenin işine yaramıyor; ne yeni yatırımcı çekilebiliyor ne de üretim artttirilabiliyor. Uluslararası finans piyasalarına erişim hala pahalı ve zor.
Irak’ın derdi sadece KBH petrol ihracatından kazanılan geliri kendi kasasına aktarmak değil. Zaten OPEC içinde 3.5 milyon varil ile Suudi Arabistan’dan sonra en büyük petrol ihracatçısı ve 2017’ye kadar 6 milyon varil ihracat hedefleniyor.
Asıl, ülkenin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün risk altında olduğunu düşünüyor. Bunun ulusal onuru zedelediği düşüncesinde. Uzun vadede Arap toprağının Kürtlere geçmesine geçit vermeyeceğini vurguluyor. Bu konuda Arap Birliği ve İran’dan destek buluyor.
Bence mevcut sorunun aşılmasına katkı sağlayabilecek altı adım şunlar olabilir:
Hem bu gelişmeleri hem İran, ABD ve Rusya’nın bölgeye ilişkin Ankara çizgisine oldukça uzak düşen yaklaşımlarını dikkate alırsak önümüzdeki dönemde kuru gürültü ya da tehditler ile değil kimseyi dışlamayan çok dikkatli ve akıllıca bir satranç oyunu kurgulamak, oynamak gerekiyor. Aksi taktirde Türkiye bırakın yeni küresel düzeni, hemen sınırlarının yanıbaşındaki yaşamsal önem taşıyan “Büyük Oyun”un dışında kalabilir.
Türkiye açısından Suriye, Irak ve İran’daki Kürtlerin konumu, sınırın iki yakasında iyi komşuluk ilişkileri, bölgedeki Kürt bağımsızlık alevinin söndürülmesi ama özerk bölgelerin güçlendirilerek onlarla Bağdat, Şam ve Tahran’ı ihmal etmeden yakın işbirliği içinde çalışılması, Dicle ve Fırat’ın sularının hakkaniyete uygun paylaşılması, İran’ın artan nüfuz sahası emellerine set çekilmesi, İsrail’in nötr hale getirilmesi büyük önem taşıyor.
Hiç kuşkusuz enerji zengini Kürt bölgelerinin dünyaya açılmasında ve korunmasında Türkiye’nin üstleneceği “abi” rolü kendi içindeki etnik sorunların dizginlenmesine, enerji güvenliğinin ve kritik altyapının korunmasına da dolaylı katkı sağlayabilecektir.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…