14 Mayıs 2023 genel seçimlerine kısa zaman kala siyaset sahnesinin harareti giderek yükseliyor. Son olarak Hür Dava Partisi’nin (Hüda-Par), seçimlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nı destekleme kararının yanı sıra AK Parti listelerinden seçimlere gireceğinin açıklanması kamuoyundaki tartışmaları daha da artırdı. Bu tartışmaların odağında ise Türkiye’nin yakın tarihinde, gerçekleştirdiği kanlı şiddet eylemleriyle anılan Kürt Hizbullahı ile Hüda-Par arasındaki ilişki bulunuyor.
Hüda-Par ve Kürt Hizbullahı arasındaki ilişki kamuoyu tarafından haklı gerekçelerle sorgulanırken, Hüda-Par yöneticilerinin bu ilişkiye dair sorulara verdiği yanıtlar çoğunlukla “konuyu geçiştirici” türden oluyor. 2001 yılında Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ı, 20’ye yakın militanın katıldığı saldırıyla öldüren Kürt Hizbullahı, Hüda-Par tarafından katiyen terör örgütü olarak kabul edilmiyor.
14 Mayıs seçimleri sonrasında AK Parti listelerinden seçilerek, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) sıralarında temsil imkânı bulması kuvvetle muhtemel Hüda-Par’ın bu tutumunu anlamak için öncelikle Kürt Hizbullahı’nın tarihsel gelişimini ve etkilerini mercek altına almak gerekiyor.
İran İslam devriminin etkisi
Kürtçü-İslamcı ideolojik çerçevede, 1979 yılında Batman’da bir kitabevinde kurulan -ve Lübnan’daki Hizbullah’tan ayrı örgüt olduğunu yeterince vurguladığımız için atık kısaca Hizbullah diyeceğimiz- yasadışı örgüt, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüz yıllık tarihi boyunca mücadele etmek zorunda kaldığı pek çok terör örgütü içerisinde belki de en gizemlilerinden biri durumunda.
Hizbullah’ın kurulduğu yıl olarak kabul edilen 1979 yılı; İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği, Türkiye’nin ideolojik çatışmalarla tam anlamıyla düşük yoğunluklu bir iç savaş içerisinde olduğu, Millî Görüş temelindeki İslamcı hareketlerin güçlendiği ve bir yıl önce kurulan yasadışı PKK’nın örgütlenmesine hız verdiği bir yıldı. 1979 siyasi iklimindeki bu dört kritik unsur, Hizbullah’ın kuruluşu ve örgütlenmesinde doğrudan etkili oldu.
O yıllarda sayıları onları bulan pek çok sol fraksiyona benzer şekilde bölgedeki İslamcılar da pek çok farklı grup olarak örgütleniyordu.
PKK ve Hizbullah’ın yöntemleri
Bunlardan başlıcaları olarak: Kürdistan İslam Partisi (PİK), İslami Cemaat, Harekâta İslami, Fecir gibi gruplar sayılabilir. İhvancı ve İran İslam Devrimi’nin taze rüzgarlarından aynı kaynaklarla beslenseler de özellikle şiddet kullanımı konusunda söz konusu İslamcı grupların birbirlerinden ayrıldıkları görülüyor.
PKK’nın rakip olarak gördüğü diğer Kürtçü-aşırı sol örgütleri şiddet yoluyla sindirerek, bölgedeki tek hâkim örgüt durumuna gelmesine benzer şekilde Hizbullah da diğer siyasal İslamcı grupları şiddet yoluyla susturmuş ve Kürtçü-İslamcı ideolojinin bölgedeki yegâne sözcüsü rolünü ele geçirmiştir.
Hizbullah ve PKK, örgüt liderliği anlamında da benzeşmektedir. İki yasadışı örgüt, PKK ve Hizbullah’ın kurucu liderleri Abdullah Öcalan ve Hüseyin Velioğlu, aynı despot ve kararları sorgulanması imkânsız lider rolünü paylaşmaktadırlar. Her ikisinin de bir dönem yolu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden geçmiştir.
Said-i Nursi etkisi
Öte yandan Kürt Hizbullahı’nın kendi kaynaklarına göre Velioğlu, üniversiteye bir yıllık ara verdiği dönemde kendini dış dünyaya kapatıp Said Nursi’nin kaleme aldığı tefsir külliyatı olan Risale-i Nur’u okumuştur.
Cumhuriyet’in ilk Kürt-İslamcı ayaklanmasının lideri Şeyh Said kadar Said Nursi etkisinin de Hizbullah’ın temellerinde bulunmasına rağmen, muhtemelen şiddet ve terör eylemlerini benimsemeyen Said-i Nursi odaklı diğer İslamcı cemaatleri sakınma endişesiyle güvenlik güçlerince öne çıkarılmamıştır.
Velioğlu’nun Kürtler içerisinde “seyda” olarak bilinen din bilginleri, şeyhler ile Batman merkezli olarak köy camileri, medreselerde 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasındaki yoğun örgütlenme faaliyetinin ardından somut görünüme kavuşan Hizbullah, kuruluş döneminde kısa sürede büyük grupların ayrılığına tanık olmuştur.
Bu ayrılıklarda şiddet kullanımı temelinde yaşanan anlaşmazlıkların etkili olduğu anlaşılmaktadır. Batman’da istediği örgütlenme düzeyine ulaşamayan Velioğlu’nun kısa sürede bu faaliyetler için Diyarbakır’ı merkez olarak seçmesinde ve sonrasında 1990’lı yıllardaki örgüt içi infaz ve işkenceli sorgulama hadiselerinde bu ilk dönemin psikolojik etkilerinin olduğu söylenebilir.
İlim-Menzil çatışmaları
Bu dönemde Batman’da “Vahdet” isimli kitabevinde sürdürülen çalışmalar Velioğlu’nun merkezini Diyarbakır’a kaydırmasıyla birlikte daha sonra “İlim” ve “Menzil” olmak üzere iki başlı bir yapıyla sonuçlanmıştır. Silahlı mücadelenin zamanlaması ve şiddetin kullanımına ilişkin tartışmaların bu iki yapının karşılıklı “münafık” suçlamalarını da beraberinde getirmiştir. Bu grupların 1993’e kadar süren fraksiyon çatışmalarında, 70’e yakın sempatizan ve militanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir.
Teoriyi dışlayarak eylemselliği ön plana alan İlim grubunun kesin üstünlüğüyle biten çatışmalar sonrasında “Menzil” grubu tasfiye edilmiş ve Velioğlu yegâne lider olarak ön plana çıkmıştır.
Çeşitli kaynaklarda örgütün ilk isminin “Cemaata Ulemayên İslâmi (İslam Âlimleri Cemaati)” olduğu fakat grup üyelerinin topluca katıldığı bölge düğünlerindeki sloganlardan yakıştırmayla Hizbullah ismini aldığı belirtilmektedir. Güncelde HÜDA-PAR destekçilerinin de yer aldığı bu tür toplu halay etkinliklerinin “Hizbullahi Düğün” olarak nitelendirilmesi bu açıdan dikkat çekicidir.
Hüda sözcüğünün Farsça ve Kürtçe’de Allah demek, Par’ın da Parti kısaltması olduğu dikkate alınırsa, Hüda-Par’ın Allah Partisi, ya da Arapçasıyla Hizbullah çağrışımı yaptığı söylenebilir.
Şiddet sarmalı
Kürt Hizbullahı ve PKK arasındaki çatışmalı dönemin başlangıcı 1991 yılı olarak kabul edilmektedir. Bu tarihte Hizbullah’ın, Şırnak’ın İdil ilçesinde bir mensubunun ebeveynlerinin PKK tarafından öldürülmesi önemli bir eşik olarak görünmektedir. Konuyla ilgili önemli araştırmalar yapan gazeteci Ruşen Çakır’ın “Derin Hizbullah” kitabındaki aktarımına göre; PKK’nın üst düzey bölge sorumlularından biri olduğu öne sürülen Süryani asıllı Mihail Bayro da Hizbullah tarafından misilleme olarak öldürülür.
Kısa süre içerisinde PKK ve Hizbullah arasındaki güç mücadelesi yoğun bir şiddet sarmalına dönüşür. 1991-1995 arasında çoğunluğu PKK’lı olmak üzere her iki örgütten de 700’den fazla kişi öldürülür. PKK’yla bölgesel hakimiyet adına yoğun bir rekabet ve şiddet sarmalına giren Hizbullah’ın, o dönem devlet güvenlik güçleri içindeki bazı odaklar tarafından örgütlenme ve eylemlerine göz yumulmasından, korunma ve kollanmasına dek varan bir kullanma ilişkisine girdiği görülmektedir.
Cinayetlerde Hizbullah imzası
17 Ocak 2000’de Velioğlu’nun polisle girdiği çatışmada öldüğü Beykoz Operasyonu’nda ele geçirilen ve bizzat Velioğlu’nun oluşturduğu kapsamlı örgüt arşiviyle ilgili kamuoyuyla yeterince bilgi paylaşılmaması da bu konuda kuşkuların hâlâ sürmesine neden olmaktadır. Oysa örgütün o dönem çökertilmesinde bu bilgiler rol oynamıştır.
Hizbullah-PKK çatışmasını “düşmanımın düşmanı” mantığıyla taktiksel bir sessizlikle izlemekle başlayıp alan açma ve aktif desteğe dek varan terörle mücadele yaklaşımının başarısızlıkla sonuçlandığı açıktır. Bu yaklaşım yalnızca Türkiye’de değil, bu anlayışta ısrarcı güç odaklarının bulunduğu her ülkede (ABD, Fransa vb.) aynı zararları getirmiştir. Her türden terör unsuruna karşı sürdürülen mücadelede; devletin meşru-hukuki araç ve yöntemlerle mücadele sınırları içerisinde kalması, mücadelenin başarıyla noktalanması açısından kritik önemdedir.
Hizbullah bu dönemde eylemlerinde, her ikisi de Sovyet yapısı silahlar olan Tokarev ve Makarov otomatik tabancaları kullanmaktaydı, cinayetler genellikle arkadan yaklaşarak maktulün ensesine bir el ateş edilmesiyle işleniyordu. Kişiye -yine arkadan yaklaşıp- satırla saldırılığı da görülüyordu. Kullanılan tabancalar ve cinayet yöntemleri örgütün bir nevi “imzası” niteliğindeydi.
Mezar evler, işkenceli kasetler, domuz bağı
Hizbullah’ın eylemsel odağında yalnızca ideolojik karşıtı PKK değil, İslamcı çevreden ve benzer köklerden gelen pek çok grup da bulunmaktaydı.
Nurcu ve Kürtçü çevreden Zehra Vakfı’nın kurucusu İzzettin Yıldırım’ın öldürülmesi bu örneklerden biridir. 29 Aralık 1999 tarihinde İstanbul, Üsküdar ilçesindeki evinden kaçırılan Yıldırım’ın cansız bedeni yaklaşık bir ay sonra Kartal ilçesindeki bir evde bulunmuştu. Basına yansıyan fotoğraflara göre Yıldırım’ın bedeninin son hali, onun “domuz bağı” denilen yavaş yavaş boğma yöntemiyle öldürüldüğünü gösteriyordu.
Örgütün kamuoyunu sarsan diğer bir diğer kurbanı ise, kadın hakları mücadelesine getirdiği İslamcı perspektifle bilinen Konca Kuriş idi. 1998 yılında Yıldırım’a benzer şekilde kaçırılan Kuriş, 38 günlük bir işkenceli sorgulamanın ardından katledilmiş ve cesedi tam 555 gün sonra Konya’daki bir evin bodrumuna gömülü halde bulunmuştu.
Farklı şehirlerde ortaya çıkarılan mezar evler, işkenceli sorgu kasetleri, enseye tek kurşunla infazlar, satırlı ve şırıngalı yaralama eylemleri, Hizbullah’ın terörizm ve şiddet ile olan bağının derinliğini açıkça ortaya koymaktaydı.
İran Bağlantıları
Aslında 1985’te kurulan Lübnan Hizbullahı’ndan önce, 1979’da kurulan Kürt Hizbullahı 1979 İran İslam Devrimi’yle birlikte molla rejiminin kaldıracı olan “devrim ihracı” politikası çerçevesinde Tahran için önemli bir fırsat olarak değerlendirildi. Hizbullah’ın çekirdek kadrosundan pek çok ismin doğrudan İran’a giderek dini ve silahlı eğitimler aldığı devlet kayıtlarında yer almaktadır.
Bu dönemde İran ve Kürt Hizbullahı arasındaki ilişkilerin İran Dışişleri Bakanlığı ve Devrim Muhafızları olmak üzere iki ayrı kanaldan yürütüldüğü öne sürülmüştür. Yine örgütün bazı üst düzey isimlerinin bu bağlantılar içerisinde Sünni mezhebinden Şii mezhebine geçecek kadar İran etkisi altına girdikleri kaydedilmiştir.
Bu noktada, 2000 yılındaki Beykoz Operasyonu’nda Cemal Tutar ile birlikte sağ olarak ele geçirilen üst düzey sorumlulardan Edip Gümüş’e bir parantez açmak gerekiyor. 2011 yılında gerçekleştirilen yargı düzenlemesiyle serbest bırakılan Gümüş’ün vakit kaybetmeksizin İran’a kaçtığı biliniyor. Bu açıdan Hizbullahı ve İran arasındaki ilişkilerin yakın dönemde de sıcaklığını koruduğu söylenebilir.
Mustazaf-Der dönemi
Hizbullah ve Hüda-Par arasındaki ilişkiye dair tartışmaların bir ayağına da Mustazaf-Der’in koyulması gerekiyor. Güvenlik güçlerinin 2000’li yılların başında yaptığı başarılı operasyonlarla büyük ölçüde çökertilen örgütün destekçileri tarafından imaj düzeltme ve toplumsal taban kazanma stratejilerinden biri olarak 2004 yılında kurulan Mustazaflar ile Dayanışma Derneği (Mustazaf-Der) 2012 yılında Hizbullah’la bağlantıları gerekçesiyle kapatılmıştı.
Ezilen, baskılanan, sömürülen anlamındaki “mustazaf” kavramı İran’ın molla rejimi literatüründe önemli bir yere sahiptir. İran İslam Devrimi sırasında mustazafların ideolojisinin egemen olacağı bir devrim portresi çizilmiş, bu açıdan mustazaf kavramı rejimin önemli bir kavramsallaştırması olmuştur.
İran İslam Devrimi’nin lideri olan Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin kurduğu ve bugün Orta Doğu’nun en büyük holdinglerinden biri olan “Mustazaf İslam Devrimi Vakfı”, ismiyle bu açıdan dikkat çekicidir. Hizbullah’ın kurdurduğu Mustazaf-Der’in isim seçimi bu açıdan tesadüfi görülmemelidir.
Mustazaf-Der’in kapatıldığı 2012 yılı içerisinde Hüda-Par’ın kurulması, örgüt destekçileri açısından belki de planlanandan daha erken yapılmak zorunda kalınan bir hamledir.
“Çözüm Süreci” ve Hüda-Par
Kamuoyunda “Kürt sorununa çözüm süreci” olarak bilinen, AK Parti’nin ise “demokratik açılım” diye adlandırdığı dönemin zirve yılı olan 2014’te, Hüda-Par ilk kez yerel seçimlere girdi. Türkiye genelinde 95 bine yakın oy alan Hüda-Par için bu sonuç hayal kırıklığına neden olsa da belli bir kitleyi sandıkta mobilize edebildiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Çözüm süreci dolayısıyla bölgede etkinliğini artıran iki unsur olarak Hizbullah ve PKK arasındaki gerilim 90’lı yıllardaki şiddet dönemine benzer vakaların yaşanmasına sebep olmuştur.
İlk olarak Mardin’in Dargeçit ilçesinde Hüda-Par bağlantılı bir şahıs PKK’lılar tarafından öldürülmüş, akabinde taraflar arasında pek çok şiddet olayı yaşanmıştır. HDP’nin IŞİD saldırısı altındaki Kobani’ye (Ayn el-Arab) destek çağrısı sonrasında başlayan 6-8 Ekim 2014 olayları sırasında Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Köy-Der’in, PKK’lı bir grup tarafından basılması ve üç kişinin öldürülmesiyle taraflar arasındaki gerginlik zirve noktasına varmıştır. Bu olaylarda en az 46 kişi öldürülmüş, 682 kişi yaralanmıştır.
Aslında her şey ortada
Bu süreçte PKK’nın Hizbullah’a “Hizbulkontra” ve Hizbullah’ın da PKK’ya Partiye Kâfiren Kurdistanê (Kürdistan Kafirler Partisi) adını takması husumetin yeniden baş gösterdiğine işaret etmesi bakımından önemlidir.
Sonuç olarak, başta Genel Başkanları Zekeriya Yapıcıoğlu olmak üzere Hüda-Par’ın üst düzey isimlerinin Hizbullah’ın terör eylemleri tarihine dair red çabasına dahi girmemesi bu ilişkinin niteliği konusunda ipucu vermektedir.
Bugün Hizbullah örgütsel yapı ve dinamizmini yeni bir çerçevede inşa etmiştir. Mustazaf-Der ile başlayan sivil toplum yoluyla taban kazanma ve yayılma çalışmaları, Hüda-Par ile doğrudan yasal siyasete giriş hamlesiyle devam etmiştir.
Hüda-Par’ın şiddeti ve silahlı mücadeleyi tamamen reddetmediğinin en önemli göstergesi ise 2014 yılında ortaya çıkan “Şeyh Said Seriyyeleri” isimli oluşumdur. Hüda-Par destekçisi olduğu anlaşılan ve bu yasadışı grubun, uzun namlulu silahlarla görüntüleri, sosyal medya ve çeşitli basın organlarına yansımıştır. Kürt Hizbullahı’nın yasal olarak siyasi faaliyet gösteren yapısı durumundaki Hüda-Par ile ilişkisinin, PKK ve HDP arasındaki ilişkiyle benzer düzeyde olduğu açıktır.