Fransa’da 17 yaşındaki Cezayir ve Tunus asıllı bir gencin polis tarafından vurularak öldürülmesinin ardından başlayan isyanlar dördüncü gününde sönümlenerek devam ediyor.
İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, hükümetin isyanları bastırmak için 30 Haziran gecesi boyunca 45,000 polis görevlendirdiğini, 1 Temmuz’un ilk saatleri itibariyle ülke çapında en 471 kişinin tutuklandığını açıkladı.
Dermanin, “olayların 900’den fazla kişinin tutuklandığı bir önceki geceye göre çok daha az yoğunlukta olduğunu” söyledi.
27 Haziran’da Fransa’nın başkenti Paris’in işçi sınıfı banliyösü olan Nanterre’de 17 yaşındaki Cezayir ve Tunus asıllı Nahel polis tarafından trafik çevirmesi sırasında silahla vurularak öldürüldü.
Polis kaynakları önce Nahel’ın trafik kontrolü sırasında dur ihtarına uymadığını, arabayı polislerin üzerine sürecekken vurulduğunu açıkladı. Daha sonra sosyal medyada yayılan ve Nahel’ın ölüm anını gösteren video kayıtlarının bu iddianın aksine Nahel’in duran halde olduğunu göstermesiyle isyanlar körüklendi.
Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar tarafından yapılan açıklamalarda düzenin sağlanması için “tüm seçeneklerin” değerlendirileceği belirtildi.
Fransa’nın her yerine yayıldı
Nanterre’in içinde bulunduğu Hauts-de-Seine’de banliyöde yaşayan gençlerin çoğunlukta olduğu protesto gösterileriyle başlayan eylemler, ikinci günde Marsilya, Lyon, Pau, Tolouse ve Lille şehirlerine sıçradı.
Sosyal medyada 29 Haziran gece boyunca paylaşılan videolarda ülke genelinde göstericilerin binaların yanı sıra otobüs ve araçları ateşe verdiği, mağazaları yağmaladığı görüldü.
Lyon kentinde bir tramvay ateşe verildi ve Paris’in kuzeyindeki Aubervilliers’de bir depoda 12 otobüs yakıldı.
30 Haziran öğle saatlerine kadar çatışmalarda iki yüzden fazla polis yaralandı, 875 kişi tutuklandı.
İçişleri Bakanlığı gece boyunca 79 polis karakolunun yanı sıra 34 belediye binası ve 28 okul dahil 119 kamu binasının saldırıya uğradığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gece boyunca 492 binanın hasar gördüğünü, 2 bin aracın yandığını ve 3 bin 880 yangının çıktığını açıkladı.
Bazı şehirlerde akşam saatlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanırken, ülke genelinde toplu taşıma araçları askıya alındı ve halka açık gösteriler yasaklandı.
İçişleri Bakanı Gerald Darmanin 29 Haziran’da ulusal polis sayısını dört kat arttırarak 40,000’e çıkardığını açıkladı. Bu sayı 1 Temmuzda 45 bine çıkarıldı.
Macron AB toplantısını yarıda kesti
Olağanüstü hal ilan etmekten kaçınan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron iki günde iki kere toplanan olağanüstü kabine toplantısına katılmak için Avrupa Birliği zirvesi için bulunduğu Brüksel’deki seyahatini yarıda keserek 30 Haziran’da Paris’e geldi.
Başbakan Elisabeth Borne gazetecilerin olağanüstü halin düşünülüp düşünülmediği sorusu üzerine hükümetin huzursuzluğu durdurmak için “tüm seçeneklerin” değerlendireceğini söyledi.
Başbakan, sosyal medyadan paylaştığı mesajında olayları “kabul edilemez ve mazur görülemez” olarak nitelendirdi.
Borne daha sonra Paris’in bir banliyösünü ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada “Öncelik ulusal birliği sağlamaktır ve bunu yapmanın yolu da düzeni yeniden tesis etmektir” dedi.
Macron: “Çocuklarınızı ayaklanmalardan uzak tutun”
Cumhurbaşkanı Macron toplantının ardından yaptığı açıklamada, sosyal medyayı “protestoların düzenlenmesini kolaylaştırarak ve şiddetin tekrarlanmasına yol açarak şiddetin alevlenmesinde rol oynadığı” gerekçesiyle suçladı.
Nahel’in ölümünün araçsallaştırıldığını “gencin ölümünün kabul edilemez bir şekilde istismar edildiğini” söyleyen Macron, sosyal medya platformlarından ayaklanmalara ilişkin “hassas” görüntüleri yayınlarından kaldırmalarını ve şiddeti körükleyen kullanıcıların kimliklerini yetkililere açıklamalarını isteyeceğini söyledi.
Ebeveynlerin çocuklarını evde tutmaları gerektiğini belirten Macron, “çocuklarını ayaklanmalardan uzak tutmanın” devletin değil, ebeveynlerin sorumluluğu olduğunu söyledi.
Son dönemde yaşanan şiddet olaylarını “büyük bir kararlılıkla” kınadığını söyleyen Macron, mevcut durumun “kabul edilemez ve gerekçelendirilemez” olduğunu da sözlerine ekledi.
Fransa’nın bitmeyen “sıcak yazı”
Fransa’nın göçmen, işçi ve alt sınıf yaşam alanları olan banliyölerinin ülkenin politik hafızasına “banliyö sorunu” olarak yerleşmesi, 1981 yılında Lyon şehrinde başlayan yağmalama ve yakma olaylarıyla başlamış, ve yaz sonuna kadar 250 aracın yakıldığı bu olaylara “été chaud,” “sıcak yaz,” isimi verilmişti.
Uluslararası basın Nanterre’te başlayıp büyüyen bu isyan dalgasını 2005’te Paris’te başlayan ve 3 hafta süren, nihayetinde Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ı OHAL ilan etmeye zorlayan ayaklanmalara benzetse de, 40 yıla yakın bir süredir Paris’in, Marsilya’nın, Lyon’un banliyölerinde ve alt sınıf mahallelerinde “sıcak yaz” da “sıcak kış” da pek bitmiyor.
1980’lerde “ıslah” mantığıyla yaklaşılan “banliyö sorunu” 1990’larda güvenlikçi politikalarla ele alınmaya başlayınca polis ile özellikle gençler arasındaki çatışma da yükseldi. 2000’lere gelindiğinde kentsel dönüşüm vurgusu ön plana çıktı ve bazı banliyöler yeni yapılan alanlara sevk edildi. Devlet destekli istihdam programlarındaki ani kesintiler de gerginliği artırdı.
Nicholas Sarkozy’nin 2005’te içişleri bakanlığı yaptığı dönemde sarf ettiği “banliyöleri tazyikli suyla temizleyeceğim” sözleri tartışma yaratmıştı. Macron’un Cumhurbaşkanlığı döneminde ise banliyölerdekı sıcaklık yükseliyor.
Özellikle 2005’teki ayaklanmanın ardından değiştirilen yasalar polise daha fazla müdahale yetkisi tanırken, son ayaklanma da Fransa içindeki polis şiddetini ve kolluk kuvvetleri içindeki ırkçılık ve sistematik ayrımcılığı olduğu kadar cezasızlık kültürünü, sınıf ayrımını ve kentleşme politikalarının alt sınıfları gettolaştırma eğilimini de tekrar gündeme taşıdı.
Göçmen sorunu mu?
Ancak protestolar Fransa’da yükselişte olan sağ politikacılar tarafından “göçmen sorunu,” ve “müslüman ayaklanması” olarak çerçeveleniyor ve muhalefetin ana çerçevesi de ırkçılık çevresinde şekilleniyor.
Cenevre’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları ofisi sözcüsü Ravina Shamdasani, “Bu, ülkenin kolluk kuvvetlerindeki ırkçılık ve ırk ayrımcılığına ilişkin derin sorunları ciddi bir şekilde ele alması için bir an” dedi.
Ancak Fabien Jobard’ın 2004 yılında yayınan ve Fransa’daki ayaklanmaları konu alan raporu Fransa’da sorunun kolluk kuvvetlerindeki ırkçılıktan daha derin olduğunu gösteriyor:
“Birbirini izleyen Fransız hükümetlerinin banliyöleri ihmal ettiği ya da terk ettiği yönündeki iddialar gerçeğe dayanmamaktadır. Fransız Devleti kentsel alanlarda ayaklanmaları caydırmaya yönelik politikalar uygulamaya çalışmıştır. Ancak bu politikaların etkisinin en iyi ihtimalle marjinal olduğunu ve bazı önemli açılardan son derece ters etki yarattığını söylemek de doğru olacaktır.
Polisin ölümcül güç kullanımı ve çocukların hapsedilme oranları gibi göstergeler açısından diğer Avrupa ülkelerine kıyasla ABD’ye çok daha yakın olsa da, Fransız toplumu polis ve kentli gençler arasındaki güncel ilişkilerin olumsuzluğu açısından şüphesiz istisnai bir konumdadır. Gerçekten de, ayaklanmalara giden süreçte birkaç aydır var olan gerginlik durumu göz önünde bulundurulduğunda, böylesine geniş çaplı bir çatışmacı tepkinin neden daha erken ortaya çıkmadığını sormak mantıklı olacaktır”
Fransa’nın patlamaya hazır bombası 40 yıldır değişen politikaların durumu daha da içinden çıkılmaz bir noktaya getirmesine rağmen halen tam olarak patlamış değil. Ateşlenen fitilin ne zaman barut fıçısına değeceği ise muhalefetin hareket alanına bağlı.
Mathieu Kassovitz’in 1995 tarihli “La Haine (Protesto)” filmini hatırlayanlarınız var ise, ne de olsa düşerken kimseye birşey olmaz, ancak düşme bitip de yer size çarptığında olan olur. Anlaşılan Fransız toplumu ve siyaseti arasındaki çatışma için “şimdiye kadar her şey yolunda.”