İsrail, yargı reformu tartışmalarıyla başlayan derin bir siyasi krizin içinden geçiyor.
Binyamin Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümeti tartışmalı yargı reformu kapsamında Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini sınırlayan yasal düzenlemeyi -içeriden ve dışarıdan gelen tepkilere kulak tıkayarak- meclisten (Knesset) geçirince kritik bir eşik aşılmış oldu.
Kararı protesto etmek amacıyla ülkenin dört bir yanında binlerce kişi sokağa döküldü. Yolları kesen protestocularla polis güçleri arasında çatışmalar yaşandı. Histadrut sendika konfederasyonu geniş çapta greve gitme kararını değerlendirirken, başta teknoloji şirketleri olmak üzere işveren kesimi de protestolara destek veriyor.
Moody’s not düşürdü
Ülkeyi içine alan siyasi kaos ekonomiyi olumsuz etkiliyor. Kararın ardından şekelin dolar karşısında değer kaybetmesi ve borsadaki düşüş üzerine kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s İsrail’deki gelişmelere dair uyarıda bulundu. Nisan ayında ülkenin kredi notunu pozitiften durağana çevirmişti.
Yargı düzenlemesinin yol açtığı toplumsal kutuplaşma ülkenin iç ve dış güvenliğini de tehdit ediyor. Aralarında hava kuvvetlerinde görevli pilotlar, donanma subayları ve istihbarat çalışanları bulunan 10 bini aşkın yedek asker, çağırıldıkları takdirde görev yapmayacaklarını duyurdu. Yılın 50 ila 80 günü görev yapan yedek askerler İsrail ordusunun hatırı sayılır bir kısmını oluşturuyor. Güvenlik zaafı yaratan boykot tehdidi gerçekleştiği takdirde, uzun vadede ordunun operasyonel gücünü zayıflatacağından endişe ediliyor.
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Yargı reformu veya hükmetme girişimi
Aslında hükümet yargı reformu teklifini sunduğundan bu yana, yani yaklaşık sekiz aydır ülke çapında protesto gösterileri devam ediyor. Yahudilerce kutsal sayılan Şabat gününün bitimiyle birlikte Cumartesi geceleri -çoğu zaman çocuklarını da yanlarına alıp- meydanlara çıkan İsraillilerin protesto gösterileri adeta bir ritüel haline gelmiş durumda. Tepkilerin gerisinde yatan sebep Netanyahu hükümetinin söz konusu yargı reformu paketiyle demokratik güçler dengesini yürütme lehine değiştirecek düzenlemeler getirmeye çalışması.
Örneğin, 24 Temmuz’da mecliste onaylanan tasarı, temel yasalarla çeliştiği durumlarda Yüksek Mahkeme’nin “akla uygunluk/makullük” ilkesini işleterek hükümetin meclisten geçirdiği kararları veto etme yetkisini elinden alıyor.
Bu neden önemli? Çünkü yargının gücünün budanması İsrail siyasetinde demokratik işleyişin aşınması demek. Zira, parlamenter sistemle yönetilen İsrail’in yazılı bir anayasası yok. Birbirini denetleyecek çift kamaralı meclis de yok. Hükümetin mutlak çoğunlukla istediği kararları yasalaştırabilmesinin önündeki tek fren mekanizması Yüksek Mahkeme. Dolayısıyla, yargı reformu kisvesi altında getirilecek çeşitli düzenlemelerin keyfi bir idarenin önünü açmasından endişe ediliyor.
Endişelerin neden yersiz olmadığını anlatabilmek için filmi biraz geriye saralım.
Netanyahu’nun aşırı sağ ile dansı
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında seçimlerden galip çıkan Netanyahu, İsrail tarihinin en aşırı sağ partilerinden oluşan koalisyon hükümetini kurdu. Rüşvet, yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçlarından yargılanan Netanyahu için başbakanlık koltuğu aynı zamanda dokunulmazlık zırhı demek. Merkez sağ partiler, kendisiyle ortaklık yapmak istemeyince, siyaseten sıkıştığı alanı aşırı sağ dindar partilerle yakınlaşarak aşmaya çalıştı.
Bu partilerin büyük bir kısmı laik kesimin yaşam tarzından rahatsız. İsrail-Filistin meselesinde örneğin, ilhaktan yana, iki devletli çözümü reddediyor. Mescid-i Aksa’nın Yahudilerin ibadetine açılmasını destekliyor. Koalisyon ortakları arasında daha evvel halkı düşmanlığa tahrik, terör örgütüne destek vermekten hüküm giymiş olanlar var. Hatta bazıları bakanlık koltuğunda oturuyor. İşte bu hükümetin başa gelir gelmez ilk icraatlarından biri Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini kısıtlayan, yargıç atamaları üzerinde hükümet kontrolüne geçit veren birtakım düzenlemeler içeren yargı reformunu meclise sunmak oldu.
Orada da hayat tarzı ve laiklik
Böyle olunca, hayat tarzlarına müdahale edilmesinden tedirgin olan liberal kesimler, demokratik gerileyişin ülkenin ekonomik rekabet gücünü olumsuz etkilemesinden iş çevreleri, hükümetin Filistinlilere yönelik provokatif söylem ve eylemlerinin şiddeti daha da tırmandırmasından endişe edenler çareyi protesto hakkını kullanmakta arıyor.
Aslında yargı krizinin gerisinde ülkenin siyaseten seçeceği yöne bağlı bir yaşam tarzı mücadelesi var. Vergisini veren, zorunlu askerlik hizmetini yapan laik kesimler, kendini din eğitimine vakfetmiş, devlet yardımıyla geçinen dindar grupları (Haredim) ekonomik anlamda sırtlarında taşımak, dahası gündelik yaşamın onların inançlarına göre şekillendirilmesini istemiyor.
ABD Başkanı devriye girdi
Aylardır süren protestolar dalga dalga büyürken, uluslararası kamuoyundan da baskılar geldi Netanyahu’ya geri adım atması için. Bunların arasında en önemlisi kuşkusuz ABD Başkanı Joe Biden’ın çağrısıydı. Dünya liderleriyle kurduğu samimi ilişkilerle övünen Netanyahu, başbakan seçildiğinden beri Beyaz Saray’a davet alamamış olmanın rahatsızlığı içinde. Yakın zamanda bir görüşme olacağı açıklandı ancak bunun Beyaz Saray’da mı yoksa New York’ta BM toplantısı marjında mı gerçekleşeceği netlik kazanmış değil.
Ama asıl tartışma, geçtiğimiz hafta İsrail CB İzak Herzog’un ABD ziyareti öncesi gerçekleşen Biden-Netanyahu telefon görüşmesinin içeriğine dair basına iki farklı metin verilmiş olmasından ötürü yaşandı. İsrail tarafının sunduğu metinde, Biden’ın eleştirilerine yer verilmemişti. Bunun üzerine Başkan Biden NYTimes yazarlarından Thomas Friedman’a verdiği mülakatta mesajını yineledi. Yargı düzenlemesi meclisten geçtiği takdirde yalnızca İsrail demokrasisine değil, İsrail ile ABD arasındaki özel ilişkilere de zarar verecekti. Bu beyanatın ardından, ABD’nin yıllardır İsrail’e sağladığı askeri destek de sorgulanmaya başladı.
Hükümet düşebilirdi
Ancak Netanyahu geri adım atmadı. Atsaydı, hükümet düşecekti. Netanyahu’nun bu denli ayak diremesinde bir hesabı var. O da yargı reformu adı altındaki düzenlemelerle kendi dava sürecini etkileyebilmek. Toplumsal yarılma ülke güvenliğini bu denli tehdit ederken, CB Herzog’un uzlaşı girişimleri kapsamında Netanyahu için af çıkarıp çıkarmayacağı merak konusu.
Mecliste sandalye çoğunluğuna sahip olan koalisyon hükümetinin, tartışmalı yargı reformunu parçalar halinde geçirmeye devam etmesi bekleniyor. Bu durumda protestoların yönüne bağlı hükümetin üzerindeki baskı artabilir. Sendikaların toplu greve gidip gitmeyeceği bu noktada önemli. Öte yandan, hükümetin geçirdiği yasayı nasıl işleteceği de olayların seyri üzerinde etkili olacak. Örneğin, akla uygunluk ilkesinin iptali oylandığı sırada askerlikle din eğitimin eş hizmet sayılmasını savunan bir yasa tasarısı teklifi yapıldı. Sonra apar topar geri çekildi. Muhtemelen daha fazla infial yaratmamak için. Ancak hükümet uygun zaman kollayıp bu tasarıyı yeniden gündeme alabilir mi? Pekâlâ mümkün.
Bundan sonra neler olabilir?
Diğer yanda, meclisten geçen yargı reformu yasadının iptali için Yüksek Mahkeme’ye yapılan başvuru İsrail’de anayasal bir krizin de kapısını aralıyor. Gelecek hafta meclise bağlı Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi, Savunma Bakanı ile bir toplantı düzenleyerek, yedek askerlerin boykot kararı ve ordunun hazırlık durumunu değerlendirecek. 30 Temmuz itibariyle tatile girecek olan meclis
üyeleri Ekim’de iş başı yapar yapmaz önünde kritik bir dosya bulacak. Yüksek Mahkeme’ye biri başkan olmak üzere iki yargıç seçilmesi gerekiyor. Yargıç seçimine hükümet kanadından yapılacak herhangi bir müdahalenin yeni bir protesto dalgası yaratması kuvvetle muhtemel.
İsrail’de sular bir müddet daha durulmayacak gibi görünüyor. Coğrafya kaderdir sözüne meydan okurcasına demokrasiye sahip çıkmaya çalışan İsrail halkının mücadelesi ise tüm dünyaya örnek olacak türden.