Biz beyin göçünü konuşurken Almanya kapılarını nitelikli göçmenlere açıyor, Türk doktorları Almanya’daki yabancı nüfusa güç katıyor.
İlk torunumuzun hayatla tanışmasına tanıklık etmek üzere geçtiğimiz hafta Essen’deydim. Diplomatik hayatımın önemli bir bölümü bu ülkede geçtiği için aralıklarla Almanya’yı ziyaretlerimde gözlem yapmaktan ayrı bir zevk alıyorum. Bu defa da öyle oldu; yaklaşık 10 gün boyunca bazen taksilerle, bazen bisikletle, çoğunlukla da yürüyerek şehirde dolaştım; ailemize yeni katılan torunumuzla geçirdiğim zamanlar dışında yerel insanlarla sohbet imkânı da buldum.
Almanya’nın bir özelliği, şehirlerin 10-15 yıl gibi bir zaman diliminde büyük değişikliklere uğramamasıdır. 1990-94 yılları arasında görev yaptığım Bonn’u geçen yıl ziyaret ettiğimde mahallemizdeki evleri ve iş yerlerini 30 yıl sonra da bıraktığım gibi bulmuştum. Sokağımızdaki fırınımızı, kitapçımızı ve restoranımızı aradan geçen yıllardan sonra hiç değişmemiş bir şekilde faaliyette görünce zaman içinde yolculuk yapar gibi hissettim kendimi. Essen’in de Bonn’dan veya Almanya’nın diğer şehirlerinden pek farklı olmadığını söyleyebilirim. Bizde hemen hemen tüm yerleşim yerlerinin nüfusları zaman içerisinde artar; Essen ise yıllar içinde nüfus kaybetmiş. Nüfusu bir zamanlar 900 bin civarında olan şehirde şimdi yaklaşık 600 bin insan yaşıyor.
Her dört kişiden biri yabancı kökenli
Alman İstatistik Kurumu tarafından son yayınlanan rakamlara göre Almanya’da yaşayan nüfusun yüzde 27’si yabancı kökenli. Bunların bir bölümü Alman vatandaşlığı aldığı için kayıtlarda artık Alman vatandaşı olarak yer alıyor. Ülkedeki yabancıların sayısı yeni göçlerle her geçen gün daha da artıyor. Essen’i bu ziyaretimde öncelikle insanları gözlemlemek istedim. İlk gözüme çarpan sokaklardaki yaşlı sayısının artması oldu. Bizde belli bir yaşa gelen büyüklerimiz evlerinin dışına çıkmayı pek tercih etmezler. Almanya’da ise her yaştan insanı sokaklarda görebilirsiniz. Essen’in prestijli semtlerinden Rüttenscheid’daki kafeler gençler yanında, ileri yaşlardaki insanlarla dolu. Bizde annelerimizin evlerinde düzenledikleri “altın günlerini” yaşlı Alman “tanteler” (teyzeler) yakın arkadaşlarıyla kafelerde yapıyorlar. Benzer buluşmalara, dalya yapmalarına az kalmış yaşlı Alman erkekler arasında da rastlıyorsunuz. Yaşlı nüfusun artması günlük işleri yapacak iş gücü için ülkeyi göçmen işçilere daha da muhtaç hale getirmiş.
10 gün içerisinde sanırım 10-15 kez taksi kullanmışımdır. Taksi çağırmak istediğinizde bizdeki “Bi Taksi” uygulamasına benzer bir mobil uygulama kullanıyorsunuz. Bir yere gitmek için uygulama üzerinden talepte bulunduğunuzda 2-3 dakika içerisinde taksi kapınızda oluyor. Taksinin plakasını, şoförün kim olduğunu, diğer müşterilerinden aldığı puanın ortalamasını arabanız gelmeden telefonunuzun ekranında görüyorsunuz. Ödemeleri de tamamen bu uygulama üzerinden yaptığınız için taksilerde para kullanımı da artık tamamen ortadan kalkmış.
Bir tek Alman taksi şoförüne rastlamadım
İlginç bir şekilde, şehir içinde seyahat ettiğim taksi şoförlerinin hiçbiri Alman değildi. Mehdi, Muhammed Kasım, Raşit, Erdoğan gibi, bize hiç de yabancı gelmeyen isimleri vardı bindiğim taksi şoförlerinin. Filistinli, Iraklı, İranlı, Arnavut, Suriyeli ve küçük bir bölümü de Uzak Doğulu’ydu. Sanırım söylememe gerek yok; bir bölümü de ülkemizden gelen “misafir işçilerdi”. Ama dediğim gibi, biri bile Alman veya Batılı değildi taksi şoförlerinin.
Aslında benim Almanya’da yaşadığım dönemlerde de yabancılar Alman toplumunun önemli bir parçasıydı. Ancak o dönemde ağırlık büyük ölçüde Türklerde ve Balkan ülkelerinden gelenlerdeydi. Son Almanya ziyaretlerimde Orta Doğulu göçmenlerin sayısında bir hayli artış olduğunu gözlemledim. Torunumuzun dünyaya geldiği hastaneden eve bir dönüşümüzde bize şoförlük yapan İranlı kendi kızının da uzun yıllar önce aynı hastanede dünyaya geldiğini anlattı. “Aradan 30 yıl geçti; kızım şimdi avukatlık” yapıyor dedi şoförümüz.
Son dönemde Almanya’daki Suriyeli göçmenlerin sayısında da belirgin bir artış olduğu, Suriyelilerin pek çok iş dalında çalışma hayatına katkı sağladıkları görülüyor. Bir mağazada satış elemanı olarak görev yapan Suriyeli bir Kürt, Türk olduğumu öğrenince son sekiz yıl içinde ailesiyle birlikte Almanya’da yeni bir hayat kurmuş olmaktan duyduğu memnuniyeti paylaştı benimle. “Şimdi Suriye’de olsaydık bir geleceğimiz olamayacaktı. Ama burada eşim ve çocuklarımla birlikte rahat bir hayatımız var” dedi.
Türklerin yaptığı işler artık Orta Doğulularda
Almanya’da eskiden bizim vatandaşlarımızın yaptığı işlerin önemli bir bölümünün şimdi Orta Doğulu göçmenlere bırakılmış olduğunu gözlemledim. Mazisi 1960’lara dayanan Türk göçmenlerin yeni kuşaklarında başarı basamaklarını yukarıya doğru tırmananların sayısı da bir hayli artmış. Yalnız Almanya genelinde değil, Avrupa ve dünya çapında da önemli işler yapan iş insanlarımız var artık Almanya’da. Milletvekili ve bakan olan, belediye başkanlığı yapan ve önemli kamu görevlerinde bulunan üçüncü ve dördüncü nesil Türk kökenli Almanları da burada anmamız gerekir diye düşünüyorum.
Almanya ziyaretimde hep şoförlerle ve mağazalardaki satış elemanlarıyla konuşmadım; farklı klinik ve hastanelerdeki sağlık çalışanlarıyla da bir araya gelme fırsatım oldu. Torunumuz Ege’nin dünyaya geldiği hastanedeki hemşirelerin ve doktorların yarıdan fazlası yabancıydı. Balkan ülkeleri başta gelmek üzere farklı bölgelerden gelen sağlık çalışanları Almanya’daki sağlık sektörünün önemli oyuncuları olmuşlar. Benim görev yaptığım yıllarda da Türk doktorları vardı Almanya’da; ancak ülkemizdeki son ekonomik sıkıntılar ve sağlık çalışanlarına saldırılardan sonra buradaki doktorlarımızın sayısı da artmış.
Doktorlarımıza kolaylıkla izin veriliyor
Türkiye’den ayrılmadan önce bir dostum Tıp Fakültesindeki kızının, doktor olduğunda Almanya’ya gitmeyi planladığı için şimdiden Almanca dersler aldığını söylediğinde inanmamıştım; ama Essen’i ziyaretimde gerçekten de bir bölüm genç doktorumuzun mezuniyet sonrasında Almanya’ya yerleşip orada çalışmayı planladığını daha yakından gördüm. Ne kadar üzücü bir durum. Essen’de tanıştığım, her ikisi de tıp doktoru olan genç bir çift yaklaşık bir yıl önce bu amaçla gelmiş Almanya’ya. Önce hızla Almanca kurslarına katılıp B2 düzeyinde sertifika almışlar. Yakında C2 düzeyine çıkıp mesleki Almanca sınavını da geçtikten sonra çalışmaya başlayacaklarmış.
Biz ülke olarak en nitelikli elemanlarımızı kaybederken bu kaybın bize nelere mal olduğunu anlamıyor gibi görünüyoruz; ama bu gençlerimize kollarını açan ülkeler bu insanların kendi toplumlarına hızlıca entegre olabilmeleri için yeni adımlar atıyorlar, beyin göçünü teşvik ediyorlar. Eskiden Almanya’da tıp doktoru olarak çalışmak oldukça zordu. Şimdi yabancı doktorların çalışma izni almaları oldukça kolaylaşmış. Son zamanlarda “beyaz yakalı” olarak Almanya’ya gelip çalışanlara yeni ayrıcalıklar sağlanması için hukuksal düzenlemeler de yapılıyor. Bu bağlamda, vatandaşlık verme konusunda elinin bir hayli sıkı olduğu bilinen Almanya’da yeni yasama döneminde, bu ülkede çalışan belirli kategorideki yabancıların Almanya’da doğan çocuklarına otomatik olarak Alman vatandaşlığı verilmesi de söz konusu olacakmış.
Beyin göçü kan kaybı gibi
Göç konusunu irdelerken birkaç önemli noktayı hatırlamak yararlı olabilir: Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerin dışarıya verdikleri yasal göç nitelikli ve eğitimli bireylerden oluşuyor. Bu, “beyin göçü” aslında bir kan kaybı anlamına geliyor. Aldığımız göç ise daha niteliksiz, eğitimsiz kişilerden oluşuyor. Almanya gibi gelişmiş ülkeler, bu insan hareketinden kazançlı çıkan taraf durumunda. Zira, pahalı yatırım ve zorlu eğitim sürecini tamamlamış, yetişmiş bireyleri dünyanın her yanından cezbediyor, ülkelerine çekiyorlar. “Dünyanın en çok sayıda sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olduğumuz” övünmesine bu açıdan bakmakta fayda olduğu açık.
Türkiye dışına verdiğimiz nitelikli insan göçünün ülkemizin kalkınmasına verdiği tahribatı hesaba katıp katmadığımız ayrıca önem taşıyor. Örneğin, özellikle 1980 askeri müdahalesinden bu yana pek çoğu siyasi, bir kısmı ekonomik nedenlerle Türkiye dışına çıkmak zorunda kalan yetişmiş insanlarımız ülkemizde kalsalardı, ulusal gelirimiz hangi düzeyde olurdu? Yakın zamandaki pandemiyle yaşadığımız Biontech örneği bu soruyu akla getirmiyor mu? Şimdilerde yine ülke dışına yönelen benzeri bir göç dalgası yaşamıyor muyuz?
Almanya parayla vatandaşlık satmıyor
Bunlar bir yana, Türkiye’nin konuk ettiği çok sayıdaki göçmenin bir bölümüne para karşılığı basit şekilde vatandaşlık verildiğini biliyoruz. Almanya gibi göçmen kabul eden ülkeler ise para karşılığı vatandaşlık satmıyor. Bu durumda, yine Almanya örneğindeki gibi ilkeli, tutarlı ve uzun vadeli bir göç ve göçmen politikamızın olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu sorular üzerine düşünmeyi önemli görüyorum.
Almanya yabancı düşmanlığının her zaman çok yoğun hissedildiği bir ülkedir. Nitekim aşırı sağ parti seçimlerde sürekli olarak oylarını artırıyor. Ama yine de Hükümetin yabancılar politikasında önemli bir değişiklik yok. Suriye göç krizi yaşandığı dönemde zamanın başbakanı Merkel bir milyon Suriyeliye Almanya’nın kapılarını açacaklarını söylemişti. Söylediğini de yaptı. Yalnız Suriyeliler değil, farklı Arap ülkelerinden de çok sayıda göçmene ev sahipliği yapmaya başlamış Almanya. Yakın tarihlerinde yabancı düşmanlığıyla ilgili çok üzücü olaylar yaşanmış olsa da bugün artık yabancılar Almanya’nın toplumsal hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuşlar. Göçmenlerin olmadığı bir Almanya’da hayatın neredeyse durma noktasına geleceğini bugün herkes biliyor. Beraber yaşama kültürünün önümüzdeki dönemde daha da yerleşeceğini düşünüyorum.
Yaşlanan nüfus, nitelikli göçmen
Bu kültürün yerleşmesini sağlayacak olan da yine Almanya’nın demokratik ve insan haklarına saygılı, evrensel hukuku önceleyen liberal ve çağdaş yönetim anlayışı olacak. Almanya gibi ülkelerin önceledikleri, ucuz kol emeğine dayalı, niteliksiz göçmenlerden oluşan bir yığını ülkeye entegre etmek değil. Veyahut, bu göçmenleri kayıt dışı ve karın tokluğuna çalıştırarak, ihracatta rekabet avantajı yakalamak da değil. Zira bu ülkelerin ihracatı zaten teknoloji yoğun imalat sanayiine veya bilgi yoğun hizmet sektörüne odaklanmış durumda. Hafif teknoloji imalatına veya geleneksel tarıma dayalı bir ekonomik yapıları yok. Yaşlanan nüfus yapıları da esasen bunu gerektiriyor. Bu tespitlerde de Türkiye’nin Batı Avrupa ülkelerinden her alanda ayrıştığını ve geriye düştüğünü görmek sanırım zor olmasa gerek.
Ailemize yeni katılan torunumuz Ege’ye dünyaya hoş geldin derken büyük bir mutluluk yaşadık. Bununla birlikte, en yakınlarımızı gurbette yaşamaya mecbur eden beyin göçünün sonuçlarını bir kez daha görmek bizler için üzücü oldu.
Ülkelerinden uzakta hayat kuran beyinlerimizi umarım bir gün yeniden kazanmak mümkün olur. Fakat, görünen o ki, iyi dileklerle hayatın gerçekleri çoğu kere örtüşmüyor. Tıp ve mühendislik ile akademi gibi iş kollarından son yıllarda büyüyen kitleler halinde dışarıya verdiğimiz nitelikli göç bu tespiti doğruluyor maalesef.