Osman Kavala ve Gezi Davası mahkûmlarını hapiste tutan asli etken hukuk değildir. Hatta Anayasa ve yasalar da değildir. Öyle olsaydı zamanında Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları uygulanırdı, alt mahkemeler tarafından iktidarın siyasi tercihleri doğrultusunda bozulmazdı, hatta belki bu dava hiç açılmazdı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin 27 Eylül’de Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Can Atalay’la Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’e verilen 18’er yıl hapis cezalarını da onaması, kuşku yok ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve iktidar paydaşlarını memnun etmiştir.
Kavala kararın ardından “Yargıtay’ın onama kararı” dedi; “Hukuk ilkelerine ve insan hayatına değer vermeyen bir anlayışın ürünüdür. Bu karar, delil olmadan insanları mahkûm etmenin yargıda norm haline geldiğinin en çarpıcı göstergesi olmuştur.”
Yargıtay, 2013’teki Gezi Parkı protestolarının “hükümeti devirmek için planlanmış şiddet hareketi” olduğuna hükmetmişti.
Böyle bir adaletsizliği…
Yargıtay’ın darbecilik yapmayıp sadece izinsiz gösteriye katıldığına hükmettiği Mücella Yapıcı, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye verilen 18 yıl ceza ise bozuldu. Bir yılı aşkındır tutuklu bulunan Yapıcı ve Altınay tahliye edildi. Ekmekçi ise zaten firardaydı.
Yapıcı, tahliyesi ardından “Hiçbirimizin suçu yoktu” dedi; “Bu nasıl bir adalet anlayabilmiş değilim. Ben burada canlarımı bıraktım çıkıyorum. İçeride olan canlarımızı bir an önce çıkarmamız lazım. Böyle bir adaletsizliği hak etmiyor bu ülke.”
Başka davalarda “kumpastır” diye halen “FETÖ davalarından” aranan savcıların, hâkimlerin, polislerin marifetiyle yapılan telefon dinlemelerini dikkate almayan bağımsız Türk yargısı, Gezi Davasında o dinlemeleri kanıt saymıştı. İddianame bu kayıtlarla birlikte, daha önce ordudan dengesiz davranışları gerekçesiyle çıkarılan bir kişinin daha sonra “Benim ifademe güvenmeyin, geri çekiyorum” demesine rağmen Kavala’yı ihbarı üzerine kurulmuştu neredeyse. Can Atalay ve Tayfun Kahramanın 2012’de “Taksim yayalaştırma projesine tepki bahanesiyle” Taksim Dayanışmasını kurmalarını da “planlı hareket” kanıtı saymıştı Yargıtay.
Atalay vakası: maksat caydırmak
Atalay’ın 14 Mayıs 2023 parlamento seçimleri için Türkiye İşçi Partisi (TİP) adaylığı için başvurusunu Yüksek Seçim Kurulu kabul etmişti. Hatay Milletvekili seçildiğinde Yargıtay henüz hakkındaki kararı onamamıştı; tutuklu statüsündeydi. Benzeri durumda seçilip cezası dondurularak milletvekili yemini ederek görev yapan örnekler olduğu halde ona izin verilmedi.
Yoksa bu kararın yazılması mı bekleniyordu?
Babası Mustafa Atalay, TİP’in 1 Ekim’de Hatay’dan Ankara’ya başlatacağı protesto yürüyüşüne katılım için “Gezi’de milyonlar vardı” diye konuşmuş; “Çağrım milyonlaradır”. Bir babanın oğlu için adalet arayışı bu. Ne yazık ki Gezi Davasının aslı astarı siyaseten kitleleri yeni Gezi protestolarından ibret-i âlem için caydıracak örnek oluşturmak, bir daha protesto haklarını sokakta kullanmayı aklından geçirenlerin de işte böyle pişman edileceğini göstermek değil miydi?
Yoksa, Kavala’nın da Atalay’ın da Kahraman, Mater ve Özerdem’in de darbecilikle işi olmadığını Erdoğan bilmiyor mu? Savcılar, yargıçlar bilmiyor mu?
Gezi Davası kanıtlar yasalara da karara da uymuyorsa altta kalanın hukuk olduğunun örneği gibi gelmiyor mu size de?
Kavala ile Demirtaş’ın ortak noktası
Bu sorulara yanıt arayışında Erdoğan’ın yalnızca Kavala değil Selahattin Demirtaş’a da dinmeyen öfkesini anımsamakta yarar var.
Kavala ve Demirtaş hapiste olsa da Erdoğan’ın ikisiyle de sorunu aynıdır.
Ayrıntılarını bu bağlantıdan okuyabilirsiniz, ancak Erdoğan özellikle 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminin bastırılması ardından (tıpkı kalkışmanın arkasındaki Fethullah Gülen gibi) Kavala ve Demirtaş’ı da ABD öncülüğündeki sermaye gruplarının kendisini devirmek, ya da başkanlığını engellemeye çalışan aktörler olarak görmeye başladı. Gezi protestolarının Mısır’da Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler iktidarını deviren darbenin hemen öncesinde patlaması arasında bağ kurdu.
15 Temmuz’a dek muhalifi olan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteğiyle kazandığı 2017 halk oylaması ile Türk tipi başkanlık sistemine geçilmesi de Erdoğan’ın öfkesini dindirmedi. Hatta 2019 yerel seçimlerinde aldığı yenilgi ile daha da alevlendi. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmaması, Kavala Davasının Gezi Davasına dönüştürülerek genişletilmesi bu süreçte söz konusu oldu.
“Dinini ve kinini unutma”
Erdoğan 2023 seçimini başta CHP olmak üzere muhalefetin ağır hatalarının da etkisiyle kazandı. Şimdi sırada 2024 yerel seçimleri var. Erdoğan işini şansa bırakmayı seven bir siyasetçi değil. Uluslararası hukuk normlarına uymak uğruna iktidarını zayıflatmayı göze alacak bir siyasetçi de değil. Ayrıca “Dinini ve kinini unutma” diyen bir kültür ortamından geliyor.
Türk yargısının ne yazık ki lime lime döküldüğü Gezi Davasında bir kez daha görüldü.
ABD ve AB’den, Avrupa Konseyinden, Türkiye’nin NATO ortaklarınca verilen ve verilmesi muhtemel tepkilere gelince… Erdoğan o defteri 2021’de ABD dahil 10 Batılı Ankara Büyükelçisinin ortak imzayla Kavala’nın tahliyesini istediklerinde kapattığını düşünüyor. Erdoğan hepsini “İstenmeyen kişi – Latince diplomasi deyimiyle “persona non grata” ilan edeceğini söyleyince geri adım atmışlardı; ayrıntıları bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Şimdi ABD ve AB’den gelecek sert kınama ve tehditlerin iç hukuk yolları tükenmiş Gezi Davası mahkumları ve Kavala’nın durumunda ne yarayacağını hep birlikte göreceğiz.