2023 seçimleri sonrası siyasi atmosferimiz hızla değişti. Belki de en somut değişiklik, siyasi ilginin kaybı olarak gerçekleşti. Katılım oranının yüzde 85 üzerinde gerçekleştiği bir genel seçimin sonrasında siyasete ilgi adeta serbest düşüşe geçti.
Demokratik kanalların zaten oldukça kısıtlı olduğu bir ortamda, hele de yeni bir seçime aylar kala bu siyasi ilgisizlik, ya da “apati,” kaygı verici. Dolayısıyla, bu tutumun boyutlarını, davranışsal sonuçlarını, hangi gruplarda ve hangi duygularla arttığını anlamak, bu trendi tersine çevirmek için önemli.
Reform Enstitüsü bu önemli sorulara cevap arayan bir araştırma yaptı ve öncül bulgularını da geçtiğimiz haftanın sonunda paylaştı. [1] Araştırma şu aşamada İstanbul ile sınırlı olmakla birlikte, seçmen duygularına dair işaret ettiği noktalar bize daha geniş bir perspektif sunuyor.
Siyasi ilgisizlik ya da yabancılaşma
Araştırma bulgularında “apati” net bir biçimde gözlemleniyor. Araştırmada kullanılan apati endeksinden bir örnek çekerek ifade edecek olursak, “Çoğu siyasetçi halkı umursamamaktadır” gibi bir ifadeye ne kadar katılacakları sorulduğunda averaj seçmen buna 10 üzerinden 7 puan veriyor.
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri ise siyasi ilgisizlik ya da yabancılaşmanın Türkiye’de partiler ötesi bir tablo çizdiği. Neredeyse tüm parti seçmenlerinde benzer seyreden bir siyasi yabancılaşma ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Öte yandan apati hali iktidar ve muhalif seçmende farklı duygulardan tetiklenmiş görünüyor. Erdoğan seçmeninde siyasete yabancılaşma iktidarın bir türlü çözemediği ekonomik sorunlardan, Kılıçdaroğlu’na oy vermiş seçmenlerde ise bir türlü seçim kazanamamaktan besleniyor.
Yaklaşan CHP kurultayı çerçevesinde, araştırmanın gösterdiği belki de en dikkat çekici noktalardan biri ise, toplumda yeni ve güçlü lider arayışının bilhassa siyasetten yılmış seçmen gruplarında öne çıktığı. Bu özellikle muhalif seçmende böyle. Yeni ve güçlü bir lider fikrine olan ilgi Erdoğan seçmeninde yüzde 35 civarında iken Kılıçdaroğlu seçmeninde bu oran yüzde 83’ü geçiyor. Yani diyebiliriz ki hayal kırıklığı içindeki Erdoğan seçmeni, Erdoğan’ın ekonomiyi düzeltmesini, hayal kırıklığı içindeki Kılıçdaroğlu seçmeni ise artık seçim kazanabilecek, yeni bir liderin ortaya çıkmasını ümit ediyor.
Seçmen siyasetçileri kurumların üzerinde görüyor
Güçlü lider arayışını, apatinin ifade buluş şeklinde de görebiliyoruz. Örneğin, siyasete duyulan yabancılaşma duygusunu detaylandırdığımızda, Türkiye’de bu tepkinin kurumlara değil siyasetçilere yönelik olduğunu görüyoruz. Biliyoruz ki, bu tüm ülkelerde böyle değil. ABD, Kanada, Birleşik Krallık gibi Batı ülkelerinde siyasi ilgisizliğin arkasında “oy vereceğim siyasetçi seçim kazansa dahi kurumları etkileyemez” algısı ön planda olabiliyorken, Türkiye’de apatiyi esas tetikleyen duygunun daha farklı olduğu ortaya çıkıyor. Öyle görünüyor ki, Türkiye’de seçmen, kurumların zayıf, siyaseti belirleyenin ise “lider” olduğunun farkında. Dolayısıyla, seçmenin siyasete ilgisini de tepkisini de, liderlere duyduğu yakınlık-uzaklık belirliyor. Apati kendini en çok “Siyasetçiler benim gibi vatandaşları umursamıyor,” “Siyaset kapalı kapılar ardında yapılıyor” gibi ifadelere verilen destekte gösteriyor.
Veri ayrıca gösteriyor ki siyasetten en fazla yabancılaşıp en uzağa savrulmuş gruplar aşırı yoksullar ve Kürtler. Apati endeksinin tüm sorularında bu gruplar siyasete karşı en şüpheci ve siyasi tesir duygusu en az olan aktörler olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla, siyasete tesir edebilme ve güven ihtiyacı en önce ve en çok tamir edilmesi gereken gruplar bunlar.
Yeni, güçlü ve seçmen odaklı lider beklentisi
Öte yandan araştırma gösteriyor ki, siyasi yabancılaşması en yüksek seçmenlerde yeni ve güçlü bir lider arayışı da daha kuvvetli.
Bu durum iki önemli sonuca işaret ediyor. Birincisi, Türkiye’de lider önemli ve siyasette “yenilik” arayışı, kendini “yeni bir lider” arayışı olarak hissettiriyor. Siyasete yeniden bağlanmak demek, yeni bir lidere bağlanmak demek.
İkinci olarak ve belki tam da bu sebepten, seçmen siyasetten soğusa da sandıktan tümden ümit kesmiyor. Sandığa gideceğini belirtenler yüzde 70 seviyesinde. Evet kaygı verici bir düşüş var ama diğer yandan, sandık hala anlamlı. Ne de olsa seçimler, başka pek çok güçten yoksun seçmene, siyasetin temel aktörü olarak görülen siyasetçileri belirleme imkanı sağlıyor.
Yani, tam da zamanın ruhuna, ya da populist dönüşüme paralel biçimde, Türkiye’de seçmen siyasi liderleri kurumların üzerinde görüyor ve tesir edebileceği, “seçmen odaklı” bir lider arıyor. Siyasetçilerin vatandaşı umursamadığından, siyasetin kapılı kapılar ardında gerçekleşmesinden şikayet eden seçmenler, aynı zamanda yeni ve güçlü lider arayışı da en yüksek olan seçmenler. Bu demek oluyor ki, seçmen, gücüyle onu ezen, yok sayan değil, onun sayesinde kendini daha güçlü hissettiği lideri seviyor. Yani seçmen güçlü lider sevse de patrimonyal bir lider-seçmen ilişkisi tahayyül etmiyor. Gücünden çekindiği değil gücüyle özdeşim kurabileceği bir liderlik özlemi bu.
Seçmenin “yetkinlik” algısı
Bu konuya ışık tutan bir başka bulgu da, belki de Türkiye’de ilk defa ölçülen, İngilizce literatürde “agency” kavramıyla ifade edilen, Türkçeye ise muhtariyet, edimsellik yahut yetkinlik algısı diye çevirebilecek duygu durumu ile ilgili.
Bireyin kendisi, hayatı ve yakın çevresi üzerinde kontrol ve güç sahibi olduğu algısı olarak tanımladığımız “yetkinlik” duygusunu ölçtüğümüzde, burada da apati’ye benzer paternler gözlemleyebiliyor ve güçlü lider arayışının izlerini görebiliyoruz.
Öncelikle, elimizdeki veri gösteriyor ki, yetkinlik algısı Türkiye’de çok güçlü olmamakla birlikte, farklı parti seçmenleri arası benzer seyrediyor. Örneğin, Erdoğan’a oy vermis seçmen, Kılıçdaroğlu’na oy vermis seçmene göre kendini daha zayıf veya pasif hissetmiyor.
Bireyin “hayatı üzerinde tümüyle kontrol sahibi olduğu” duygusu, beklenenin aksine eğitim seviyesi ile de bağlantılı değişmiyor. En düşük eğitim seviyelerinde bu soruya verilen cevap en üst eğitim seviyelerine yakın seyrediyor.
Yetkinlik yahut muhtariyet duygusu, siyasi memnuniyetle ise oldukça bağlantılı. Görüyouz ki, seçmen verdiği oydan memnunsa kendini güçlü hissediyor ve özel hayatında da kendini kontrol sahibi hissediyor.
Tüm bunlar da bizi yine günümüzdeki seçmen-lider ilişkisinin duygusal temeline götürüyor. Seçmen destek verdiği liderin gücüyle, kendini de güçlenmiş hissediyor.
Siyaset bağını güçlendirecek o lider kim olacak?
Nihayet görüyoruz ki, tıpkı apati gibi, yetkinlik algısı da bugün en çok ekonomik kırılganlık ile ilintili. Yıllar süren ağır ekonomik sorunların ezdiği dar gelirli kesimler hem kendilerini en güçsüz hisseden hem de siyasetten en fazla kopmuş durumdaki kesimler. Ekonomik kırılganlık, ideolojiden de, cinsiyetten de, eğitimden de çok daha fazla bireyin hayatta kendini ne derece yetkin hissettiğini ve siyasete olan ilgisini etkiliyor. Bu kesimler belki de kendini güçlü hissetmeye en çok ihtiyacı olan ve şartlarını iyileştirebilecek bir lider özlemini en çok çeken kesimler. Fakat öte yandan biliyoruz ki, güçsüzlük aynı zamanda riskten kaçıngan bireyler yaratıyor. Oy değiştirmekte en muhafazakar davranan seçmenler genelde en kırılgan bireylerden oluşuyor. Dolayısıyla bu kesimlerin desteğini almak daha kuvvetli bir güven ilişkisinin tesisini gerekli kılıyor.
O halde kritik soru şu: kırılgan seçmeni daha güçlü hissettirecek, siyasi tesir gücünü yeniden kazandırıp siyasetle bağını restore edecek, seçmenin duygusuna tercüman, ekonomik sıkışıklığına derman olabilecek o lider kim olacak? Gözler ister istemez CHP kurultayında.
Notlar:
- “İki Seçim Arası Seçmen ve Duygular Araştırması,” Reform Enstitüsü, Ekim 2023