Her konuda aynı ifadeleri büyük bir başarıyla farklı anlamlarda kullanmayı başarmada ustalaşan Kıbrıs’taki taraflar, 1964’ten beri dura kalka devam eden Kıbrıs toplumlararası görüşmeler sürecinin Kıbrıs’ta çözümü neden bir türlü gerçekleştiremediğini de çok farklı şekillerde izah etseler de artık uluslararası gözlemciler bile çözümün önündeki en büyük engelin Birleşmiş Milletler’in parametreleri olduğu görüşünde birleşmeye başladılar.
Adada görev yapmış olan ve süreçte birkaç kez “çözüm aşamasına geliniyor galiba” ümidine vardığını anlatan bir BM yetkilisi, BM Genel Sekreterine bir rapor göndererek, adada başarılı bir sonuç alınabilmesi için temel engelin Kıbrıs Rum tarafında çözüm motivasyonu eksikliği olduğunu belirtti.
“Birleşmiş Milletler kararı çözümsüzlüğün mimarı”
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 4 Mart 1964 tarihli 186 numaralı kararı kapsamındaki “gereklilik koşulu” nedeniyle adadaki anayasaya uymayan ve sadece Kıbrıs Rumlarından oluşan hükümetin sanki meşru Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetiymiş gibi kabul görmesinin Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe mahkum ettiği görüşünün paylaşıldığı değerlendirmede, bu karar nedeniyle tüm görüşme süreçlerinde Rum ve Yunan tarafının “tek meşru Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinden ödün vermeme” pozisyonuyla süreçleri başarısızlığa mahkum ettiği vurgulanıyor.
Bu nedenle, özellikle İngiltere’nin adadaki BM Barış Gücünün süresinin uzatılmasıyla ilgili neredeyse tüm oturumlarda bu gücün adadaki varlığını sorgulayan, değişiklik talep eden öneriler yaptığını ancak şimdiye kadar durumu değiştirecek destek bulamadığını anlatan diplomatik kaynaklar şu değerlendirmeyi yapıyor:
“186 nolu Güvenlik Konseyi kararı mevcut Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğünün mimarı olarak görülebilir. Rum tarafı tek meşru hükümet ise, Kıbrıs Türk toplumu o hükümetten hak talep eden bir azınlık ise ve Kıbrıs Türkleri ‘Hayır biz eşit kurucu ortağız, azınlık statüsünü asla kabul etmeyiz’ diyorlarsa bütünlüklü bir çözüm mümkün olamaz”
Yeni ve yaratıcı fikirlere ihtiyaç var
Öte yandan, Rum tarafındaki “çözümden faydamız yok” algısını, diğer bir deyişle motivasyon eksikliğini, gidermek mümkün olmasa da, çözümsüzlük durumunda neleri kaybedebileceklerini göstermenin yararlı olabileceğini belirten kaynaklar, bu duruma da hem BM parametrelerinin hem de 2004’de Kıbrıs’ın çözümsüzlüğe rağmen ve tüm ada halkı ve toprağını temsil ederek Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi nedeniyle “AB dayanışması” kavramının büyük engel çıkardığını kaydettiler.
İki devletli çözüm talebi ile ilgili ise, neredeyse tüm ülkelerin Kıbrıs Türklerinden çok daha fazla etnik, kültürel ya da dini gruplara sahip olduklarına ve bu grupların benzeri statüyü talep edebileceklerine dikkat çeken kaynaklar, mevcut durumda ne BM parametrelerinde federal veya konfederal, ne de o parametreleri bir kenara itip iki devletli çözüme ilerlemenin mümkün olmadığını, başka yeni ve yaratıcı fikirler geliştirilmesi gerektiğini söylediler.
Üçüncü yol, ya da “incremental” yani “giderek büyüyen küçük paketlerle ve öncelikli olarak hayatı kolaylaştırmak, adadaki iki halkın temasını artırarak acı adımları da içerebilecek nihai bir uzlaşmaya hazırlamak gibi yaklaşımların denenmesini öneren kaynaklar, İngiliz üs bölgesi bitişiğindeki, Rum-Türk karma köy Pile’ye yol götürülmesi karşılığında ara bölgede inşaat izni verilmesine dayanan uzlaşmanın buna güzel bir örnek olabileceğini ancak maalesef bu sürecin de tıkandığını kaydettiler.
Pile yolu krizi
Dört kilometre derinlikteki ara bölgeden üç-beş dakikada geçip Türk bölgesine ulaşamadıkları için 1974’den bu yana Pile köyü sakinlerinin İngiliz üs bölgesi üzerinden bazen yarım günü bulan seyahate zorlanmaları köydeki Türk nüfusun neredeyse üçte bire düşmesine neden oldu. Rum nüfus ise üniversite ve diğer gelişmelerle aynı dönemde hızla arttı.
1974’den bu yana neredeyse tüm görüşme süreçlerinde bir şekilde gündeme gelen ancak her defasında tıkanan Pile yolu tartışmalarında geçtiğimiz yaz Türk tarafının yaptığı bir oldu-bitti ile bir kriz yaratıldı, krizin çözülmesi gündeme geldi ve ada tarihinde ilk kez ciddi bir al-ver süreci yaşandı. Ancak, krizi çıkaran da, çözen de aşırı milliyetçi görüşleriyle tanınan Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu idi.
Önce Birleşmiş Milletler askerleri ve ara bölge dikenli telleri üzerine dozerlerle ve sivil kıyafetli polis ile saldırıldı. Bu saldırının eski Yugoslavya krizinin dünyaya hediye ettiği “BM’ye saldırı insanlık suçudur” cari hukuk hükmü nedeniyle Güvenlik Konseyi başkanlık açıklamasıyla, Türkiye dışta bırakılarak ilk kez “Kıbrıs Türk yönetimi” kınandı. Sonra haftalar süren dolaylı görüşmede bir sonuca vardı.
Başarı mı, fiyasko mu?
Taraflar imza atılmasa da bir “mutabakat belgesi” olarak kabul edilen bir çözüme ulaştı.
Buna göre
- BM’ye daha önce devriye güzergahı olarak izin verilen 20 kilometre kare kadar bir alanın ara bölgeye resmen dahil edilmesi,
- O bölgeye bitişik çoğu Türk olan ara bölge dahil bir alanın bölgedeki inşaat alanı sorununa çözüm amaçlı geliştirme planlarına dahil edilmesi,
- Pile yolunun Türk tarafınca inşaatı; ara bölgedeki yaklaşık dört kilometrelik bölümünde ise BM gücünün devriye yapması, kontrol noktaları oluşturması ve kaçakçılık, insan trafiği gibi konularda önlem alması,
- Yolun sadece Pile’de yaşayan Kıbrıs Türkleri tarafından kullanılması konularında anlaşıldı.
Başarı olarak gösterilse de, aslında varılan sonuç paketin içeriği açısından büyük acemilikle varılan, dengesiz ve tam bir fiyaskoydu.
Her ne kadar böyle bavul gibi sıralandığında fark edilmesi zor ise de, bu mutabakat ile sadece Pile halkının ulaşım sorunu halledilmiyor, aynı zamanda Pile köyü bölgesinde her iki halkın da yararına bir yeni inşaat alanı açılıyor, ve bu arada KKTC de ilk kez toprak tavizi veriyor, 20 kilometre karelik bir alanı ara bölgeye bırakıp, haritasını değiştiriyor.
Türk tarafı, doğal olarak, konuyla ilgili açıklamalarında sadece yol sorununun başarıyla çözüldüğüne vurgu yapıp diğer ögeleri saklamaya çalıştı.
Askerden bu iş olmaz çıkışı
Ama mızrak çuvala sığmadı. Konuyu kamuoyuna duyurunca sıkıntılar başladı. İddia o ki askeri yetkililer altı maddelik bir itiraz mektubu hazırlayıp başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere konuyla alakalı her birime “Bu iş olmaz” izahatında bulunmuşlar.
Yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler üzerine dozer sürülerek, sivil kıyafetli polisleri BM askeri üzerine saldırtarak işlenen “savaş suçu” ardından geliştirilen Pile uzlaşısında milli çıkarların, özellikle geride unutulan askeri noktanın stratejik önemini asker hatırlatmış, bu yanlıştan dönülmesini usulünce talep etmiş. Nihayette önce frene basılmış, şimdi BM de bu uzlaşının artık olamayacağını kabul noktasına gelmiş.
Nihayette, gerek BM kontrolünde Rumlara teslim edilen ara bölgedeki bölge ve onunla birlikte ara bölgedeki bitişik alanın imara açılması çalışmaları da Pile yolu inşaatı da dört haftadır askıda, ve bu durumun kalıcı olabileceği anlaşılmakta.
Kıbrıs barış sürecinin ne federal ne de iki devletli çözüm amaçlı olamayacağının belli olduğu bu dönemde, elbette Pile tarzı işbirliği ve küçük ödünlerle ilerlemek çok önemli olacaktır.
Ancak, bu görüşmeler amatör ruhla ve cahilce değil, tecrübeli ve bilgili ekiplerle, her veçhesi hesaplanarak atılmalıdır.