Washington DC havaalanında beni karşılayan şoför 4 yıl önce Türkiye’den ABD’ye göçmüştü. Ülkede yasal yollarla kalıyordu, ancak oturma ve çalışma izni yoktu. ABD’nin ekonomisini döndüren kayıtdışı göçmen işçilerden biriydi.
Arabaya biner binmez Washington’ın ne kadar tehlikeli bir yer olduğundan söz etmeye başladı. “Black lives matter (siyah hayatları değerlidir)” eylemlerinden beri suçun kontrolden çıktığından, polisin eli kolu bağlı bir biçimde oturduğundan, kamu güvenliğinin Biden döneminde ihmal edildiğinden söz etti. Burası, dedi, bir “jungle” yani vahşi ormana dönüştü. Sonra da ekledi “oy verebilecek olsam sırf bu nedenle Trump’a oy verirdim, çünkü haklı.”
Trump ve Biden yeniden sandık karşısına mı çıkacak?
ABD’nin bir önceki başkanı Donald Trump son anketlerin tamamında başkanlık yarışında mevcut başkan Joe Biden ile ya berabere ya da önde gözüküyor. Demokrat Parti içinde de Trump karşısında şansı daha yüksek olabilecek Biden dışı adaylar aransa da bu çok mümkün gözükmüyor. Trump üstelik bu yarışa geleneksel olarak destek alamadığı grupların da desteğini alarak girecek gibi. Bir zamanlar küçük kasabaların olduğu kadar büyük şehirlerin yoksullarının ve endüstriyel işçi sınıfının temsilcisi olan Demokrat Parti ile bu grupların arası açılmaya devam ediyor. John Judis ve Ruy Teixeira’nın iddia ettiği gibi bu son dönemde bu gruplara geleneksel olarak Demokrat Parti’nin omurgasını oluşturan siyah ve hispanik seçmenler ile yeni göç edenler de eklenmiş durumda.
Kendisi kayıtdışı ve güvencesiz koşullarda çalışan bir göçmen, siyasi kariyerinin önemlice bir bölümünü göçmen karşıtlığı üzerine kuran bir siyasi lideri neden destekler? Aslında bu soru pek çok popülist lider için benzer bir biçimde sorulmalı. Nasıl oluyor da pek çok seçmen çıkarları kendilerininkiyle taban tabana zıt bu tarz liderlere dünyanın pek çok yerinde oy veriyor? Nasıl oluyor da dört yıl önceki, Joe Biden’in kazandığı ölüm kalım seçimlerinin ardından sonuçları kabul etmeyen, hile yapıldığını iddia ederek bir darbe teşebbüsünde bulunan, destekçilerinin Kongre binasını basmalarını teşvik ve tahrik eden, bu nedenle yargılanmasına başlanan Donald Trump’ın bugün yeniden aday olma ve hatta seçimleri kazanma olasılığı bu kadar yüksek?
Sisteme yönelik öfke
Bunun ilk nedeni öfke. Amerikan seçmenleri artık kendilerine hiçbir şey vaat etmediğini düşündükleri siyasal düzene ve onun temsilcilerine öfkeli. Bu öfkenin nedeni herkes için farklı. Kimisi sokaklarda artan (ve çoğu zaman da Trump yanlısı medya tarafından öne çıkarılan) cürümlere karşı bir şey yapılmadığını düşündüğü için öfkeli. Kimisi Amerikalıların elinden işlerini çaldığını düşündükleri göçmenlere karşı öfkeli. Kimisi beyaz ayrıcalıklarının yok olmasına öfkeli. Kimisi ahlaki değerlerin aşınmasına öfkeli. Kimisi barınma krizine, kimisi enflasyona karşı öfkeli. Kısacası bu öfkenin tek bir sebebi yok. Dolayısıyla da Trump tek bir toplumsal grubun/sınıfın üzerinde yükselmiyor. O öfkeyi örgütlüyor.
Pek çok seçmen artık sistemi temsil edeni değil, sistemi yıkmaya aday olanı arzuluyor. Trump gibi siyasetçilerin gücü ise kurumlara meydan okumalarından geliyor. Çünkü kurumlar pek çok seçmen için işlevini yitirmiş durumda, onların taleplerini ya da arzularını temsil etmiyor. Kendine karşı açılan davaları da sistem karşıtlığının kampanya malzemesi haline getirip kendisini sistemin ezmek istediği kahramana dönüştürüyor.
“Çıkarlarının değil öfkelerinin temsili”
Washington Post gazetesi yazası Robert Kagan’ın çok güzel ifade ettiği gibi
“Trump kurumların işlevsiz hale gelmesinden faydalanıyor çünkü o işlevsizliğe basit bir yanıtı var: kendisi. İşleri halletmek için eşi benzeri görülmemiş bir güç kullanma iddiasına sahip, yönetimin elini kolunu bağlayan kuralların canı cehenneme. Ve artan sayıda Amerikalı tam da bunu istiyor. Trump sisteme karşı yarışıyor. Biden ise memnun olunmayan sistemin vücut bulmuş hali. Bu denklemde avantajlı olan Trump.”
Trump’a oy verenler onda kendi çıkarlarının değil kendi öfkelerinin temsilini görüyor.
Örneğin Trump kampanyası Biden’ın dış politika gündemini sorguluyor: ABD neden NATO ya da Ukrayna’ya kaynaklarını aktarmak zorunda? Sonra cevap veriyor: önceliğimiz Amerika. Trump kampanyası Biden’in genişleyen sosyal devlet vurgusuna karşı soruyor: Neden polis gücünü güçlendirip, göçmenleri ülkeden kovup kendimize güvenli ve yerli bir Amerika yaratmıyoruz?
Müesses nizamın temsilcisi olarak Biden
Trump’ı karşısında kim olduğuna bakmadan anlamak imkânsız. Zira artık bütün dünyada seçmenler daha çok sevdiklerine değil, daha çok nefret ettikleri karşısında kazanma şansı daha yüksek olan adaya oy veriyorlar. Trump’ın karşısında ise Biden var.
Biden sadece sistemi temsil etmiyor, aynı zamanda kendi fiziksel durumu ile çökmeye yüz tutmuş ve ancak arkadan itekleyerek ilerleyen çürümüş bir sistemi simgeliyor. Burada sorun sadece Biden’in yaşı da değil, zira Trump ve Biden neredeyse aynı yaştalar. Ama Biden Trump’tan bambaşka bir “yaşlı”. Yürüyemiyor. Uyuyakalıyor. Bazen yönünü bulmak için bile yardıma ihtiyaç duyuyor. Bu durum esasen Biden ne yaparsa yapsın, Trump’ın “yetersiz aday Biden” vurgusunu güçlendiriyor. Zira ortam/bağlam artık hız ve gücün ana değerler olduğu bir gösteri toplumu.
Bidenomics bedir?
Biden seçim kampanyası sırasında “Orta Sınıf İçin Dış Politika” yapacağını söylemişti. Biden yönetimi, altyapıyı modernize etmek ve istihdam yaratmak için Amerikan İş Yaratma Planını uygulamaya koydu. Uygun fiyatlı sağlık hizmetleri, eğitim ve çocuk yoksulluğu gibi sorunları ele alan sosyal programları genişletti. Yüksek gelirlilerden alınan vergilerde artışlar da dahil olmak üzere vergi kanununda değişiklikler önerdi. 2023 yılında son yirmi yıldaki tüm zamanlardan daha fazla sayıda ABD işçisi greve gitti ve sendikalar yaklaşık 317 iş bırakma eylemi başlattı.
Ancak Bidenomics olarak da adlandırılan bu program hem çok geç gelmişti hem de kapsamı dardı. Üstelik her ne kadar son dönemde ücretler enflasyon karşısında yükselme eğilimine girmiş olsa da, yüksek enflasyon Amerikan ücretlilerinin alım gücünü ezdi. Barınma krizi büyük kentleri yaşanamaz hale getirirken, çalışan nüfusun göç etmesine yol açtı. Siyaseti sınıf ve sosyal adalet üzerinden örgütleyerek Trump seçmenlerine açılma çabası beklenen meyvesini bir anda vermedi.
Daha da önemlisi Amerikan elitleri bu yükselen korumacılığa, sosyal harcamaların artmasına ve işçi aktivizmine karşı topyekûn örgütlü mücadele başlattılar. 2016 kampanyasının aksine bugün Trump kampanyası çok daha örgütlü ve çok daha zengin. Bu destek Trump bir kez daha önseçimlerden Cumhuriyetçi aday olarak çıktığında daha da artacak ve Trump’dan desteğini çeken Koch gibi büyük sermaye gruplarını da yeniden Trump’a çekecek gibi gözüküyor.
Kendi Tabanını Kaybetmek
Ortadoğu krizi de hemen seçimler öncesinde Biden’ın işini zorlaştıracak bir gelişme. 7 Ekim’den beri Filistin konusunda (Demokrat Parti içindeki tüm ayrışmaya rağmen) Biden yönetimin aldığı tutum Amerikan hükümetinin iki yüzlülüğü eleştirisi üzerinden üniversite kampüslerini mobilize etti. Bu aynı zamanda ABD içinde artık hatırı sayılır bir seçmen ağırlığına sahip olan Arap ve Müslüman seçmeni de Demokrat Parti’den uzaklaştırdı. Kıl payı belirlenecek bir seçimde, özellikle kritik eyaletlerde, bu seçmenlerin kaybının telafisi güç olacak.
Buna bir de geleneksel olarak Demokrat Partiyi destekleyen genç ve eğitimli seçmenlerin de bir üçüncü yol arayışına girmelerini eklemeliyiz. Cumhuriyetçi tabanı ikna edemeyen, bu esnada kendi tabanını da memnun edemeyen Biden, bir de Demokrat seçmenin protesto oylarını çekebilecek Cornell West gibi bir üçüncü adayla yarışmak zorunda kalabilir.
Oy kullanma oranı çok düşük
Son olarak şunu söylemeli, geleneksel olarak oy kullanma oranlarının yüksek olduğu Türkiye gibi ülkelerden farklı olarak ABD seçmenleri için oy vermemek değil oy vermek zor olan. Her iki seçmenden birisi seçimlerde oy kullanmıyor. Oy kullanmayan oranı çok yüksek olduğu için oy kullanma oranlarının artması ve azalması seçimlerin sonucunu ciddi şekilde etkiliyor. Oy kullanma oranları çekişmeli ve kritik seçimlerde özellikle de seçmene hitap eden adaylar yarıştığında artıyor. Seçildiği dönemde bir heyecan yaratamayan Biden’ın ise en büyük sorunu Demokrat Parti seçmenlerini sandığa götüremeyebilecek olması.
2022 ara seçimlerinde Yüksek Mahkemenin kürtaj konusunda aldığı karar Demokrat Parti seçmeninin mobilizasyonunda önemli bir rol oynamıştı. Bu seçimlerde Demokratlar olası bir Trump rejiminin tehlikelerinin altını çizerek seçmeni sandığa çağıracaklar.
Trump Diktatör Olur mu?
Kagan bu ayın başlarında yayınladığı yazısında Trump’ın yeniden Başkan seçilmesinin bir diktatörlüğe gidiş anlamına geleceğini söylüyordu. Çünkü zaten güçlü olan başkanlık yetkilerini Trump bu sefer daha da cesur bir biçimde kullanmaya hazırlanıyordu. Kendi sadık seçmeni açısından hileyle gaspedilen başkanlığını nihayet geri alacaktı. Eldeki her çare kullanılmıştı. Bütün denge ve denetim sistemleri Trump karşısında çaresizdi. Seçilmesi olasılığında Amerikan sistemi düşünce özgürlüğü ve temel hakların aşındığı yeni bir döneme hazırlanmalıydı.
Geçtiğimiz hafta Trump’ın seçilme olasılığına karşı Kongre herhangi bir ABD Başkanının tek taraflı NATO’dan çıkamayacağına dair bir yasa onayladı. Buna benzer kararlarla sistemi Trump-korumalı (Trump-proofing) hale getirme çabaları şimdiden hızlanmış durumda.
Kagan diktatörlük uyarısı yaptığı yazısından bir süre sonra başka bir yazı daha yayınlayarak, Cumhuriyetçi Partiyi farklı bir aday etrafında birleşerek Trump’ı durdurmaya çağırdı. Ancak halihazırda refah kazanımlarına karşı Trump etrafında birleşen örgütlü güç bunu imkânsız hale getiriyor.
Aslında Trump dağınık saçları, şımarıklığı ve kural tanımazlığı ile sistemi koruma adına ne varsa onu temsil ettiği gerçeğini gizliyor. O öfkeli kitlelerin afyonu.
Kısacası 2024’te hem ABD hem de dünya için ciddi dönüşümlere gebe yeni bir Trump başkanlığı ufukta belirmiş gibi. Ve her sene olduğu gibi sanırım bu sene de gelen gideni aratacak. Gene de gün doğmadan neler doğar veya büyük beysbol oyuncusu ve antrenörü Yogi Berra’nın dediği gibi “hiçbir iş, bitmeden bitmez” (It ain’t over till it’s over)