İran’ın 13 Nisan’da İsrail’e tarihte ilk defa doğrudan saldırısının, henüz yeni olmakla birlikte İran’ın binlerce yıllık devlet aklıyla geniş bir bölgesel savaşa dönüşmeden sınırlı boyutta tutulacağı öngörülebilir. Bunda ABD Başkanı Joe Biden’ın, bir Amerikan başkanının -hem de bir seçim yılında- mutadı olmadığı derecede doğrudan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya “İran’a saldırırsa arkasında durmayacağını” söylemiş olması da Amerika’nın bundan sonraki tavrını çarpıcı şekilde beyan etmektedir
İsrail’in 1 Nisan’da Suriye’deki bir İran diplomatik temsilciliğine, yani egemen İran toprağına yaptığı ve İran Devrim Muhafızlarının en önemli komutanlarından ikisinin de öldürüldüğü saldırı bir anlamda Netanyahu’nun Gazze’deki insanlık ayıbından ötürü iç ve dış kamuoylarındaki imajını ve meşruiyetini kurtarma çabasının bir sonucuydu.
Netanyahu, İran faktörünü işin içine doğrudan çekerek aklınca arkasından süratle çekilmeye başlayan ABD ve Avrupa hükümetlerini ve dünya kamuoyunu tekrar yanına çekmeyi hesaplamıştı.
Bu durumun fazla bir yoruma da ihtiyacı yok, zira Netanyahu biliyor ki aşırı sağcı ve dinci partilerin desteğindeki hükümeti bir şekilde düşerse kendisi mevcut davalarından dolayı hapse girme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla, tek çıkışı, kendince, İran tehdidinin arkasına sığınmaktı. Netanyahu kendisini kurtarabilmek için elini yükselterek hem Amerika’yı işin içine çekmek hem de ülkedeki muhalefeti dış tehditle sindirmek istiyor.
İsrail, İran hava saldırısının “yüzde 99’unun” hedefe ulaşmadan yok edildiğini açıkladı. Bunda ABD ve İngiltere uçaklarının dron ve füzeleri Irak-Suriye hava sınırı dolaylarında imha edilmesinin büyük payı olduğu anlaşılıyor.
Bununla birlikte, bilgisine güvenilir yerli ve uluslararası askeri yorumcular, İran’ın İsrail Demir Kubbe savunma sistemini aşabilen 7 balistik füzesinin Nevatim hava üssüne düştüğünü, İsrail kaynakları tahribat fazla olmadı deseler de bu hedefin çok anlamlı olduğunu öne sürüyorlar.
Zira Suriye’deki İran diplomatik misyonunu vuran İsrail jetlerinin bu üsten kalktığını, sembolik olarak da İran’ın bu üssü vurup bunu da iç kamuoyuyla paylaştığını aktarıyorlar. Zaten Tahran’daki kalabalıkların da bunu belirten sloganlar attıklarını, İran’ın bir anlamda (dün İran BM Daimi Temsilciliğinin daha İHA’lar İsrail’e varmadan yaptığı resmi beyanında da açıkça söylendiği gibi) “bizim açımızdan görev tamamlanmıştır, cevap verilmiştir” diyerek, ölçülü bir mukabelede bulunduğunu ihsas ettiğine dikkat çekiyorlar.
Esasen, İran temel siyaseti gereği asla doğrudan İsrail’e saldırmayı düşünmez. Bunun yerine vekalet savaşları yürütür. (Şimdiye dek İsrail’in dikkatini dağıtmak için saldırılar düzenleyen Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husi’lerin ne şimdi ne yapacağı da önem taşıyor.)
İran bugüne dek kaybedeceği hiç bir savaşa girişmedi. Ancak İsrail’in Suriye’deki konsolosluğa saldırısı içerde Rejimin itibarına ciddi darbe vurabilirdi. Zaten halkın geniş kesimleri ülke çapında zaman zaman hala farklı nedenlerle isyan halinde. Tahran dikkatleri dış düşmana, özellikle de İsrail’e misillemeye yönlendirmekten siyasi çıkar da gözetmiş olabilir. Eğer kendi konsolosluğuna doğrudan yapılan saldırıya cevap vermeseydi Orta Doğu’da -ve özellikle Suudiler nazarında- artık kimse İran’ı ciddiye almazdı. İran’ın itinayla korumaya çalıştığı güç projeksiyonu sekteye uğrardı.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in birkaç gün önceki “Cezalandırma” tehdidi bu koşullar altında yapıldı. İran bu defa cevap vermeyi kaçınılmaz zaruret olarak gördü. Bu, gerçek bir mukabele, misillemedir, ancak “ölçülü”dür. İsrail, bu saldırının etkisinin şiddetini görüp ona göre cevap verecektir. Ama bu cevabı ABD’nin desteği olmadan vermesi ciddi bir zaaf olacaktır.
ABD’nin tutumu bu krizde doğrudan ve dolaylı olarak en belirleyici unsur olmakta ve olacaktır. İran bu ihtilafta asla Amerika’yı doğrudan işin içine sokacak bir maceraya girmek istemez. Amerikan hava kuvvetleri dün doğrudan İran saldırısına karşı aktif rol almıştır. Bunu yaparak İsrail’e verdikleri güvenlik taahhütlerini yerine getirdiğini göstermek istemiştir
Amerika hiçbir zaman İran’ın İsrail’e doğrudan mukabele etmesini istemez, hatta bu defa verdiği mesajlarla adeta “Aman ters bir şey yapma” diye de yalvaracak hale geldi. Esasen, arka planda -genellikle İsviçre üzerinden- İran’la sık görüşürler.
O yüzden ABD’nin bugün İran’ın gücünü denemek ve görmek gibi bir niyeti olduğunu sanmıyorum. İran’ın İsrail ile savaşması ve kendisinin buna müdahale etmek zorunda kalması en istemeyeceği senaryodur. Netanyahu ise kendisini kurtarmak için ABD’deki Kongre lobisini “İşte İran saldırdı” propagandasıyla kışkırtıp Biden’a baskı kurmayı yapmayı hedefliyor; seçim senesi olması da tam işine geliyor.
Biden dahil, Dünya’nın önde gelen güçlerinin giderek Netanyahu’dan kurtulma arzusu nedeniyle şimdilik bu sıcak hadise sınırlı boyutta kontrol edilebilir. Bunda İran liderliği ve diplomasisinin genetik sağduyusuna da rol düşecektir.
Biden’ın Netanyahu’ya açıkça “İran’a saldırırsan desteklemem” demesi bundan sonrasında Netanyahu için en büyük darbedir. Zira, Gazze’de yaşanan faciaya rağmen meşruiyetini ABD’nin katıksız desteğinden alıyordu. ABD’yi İran saldırısıyla tetikleyerek yanında olmaya icbar ettiğini sandı. Ancak, Biden yönetimi (ilginçtir şahsi nedenlerle Kasım seçimlerindeki rakibi Donald Trump da) Netanyahu’dan kurtulmak istiyor. Zira Netanyahu’nun zulmü Amerikan iç siyasetinde Biden’ın da Trump’ın da aleyhine döndü.
“Swing state” denen ve ikinci seçmen sayımında seçimi belirleyen 7 eyalette Yahudi kökenli Amerikalıların oyu, Florida hariç, sınırlıdır. Ama özellikle Müslüman ve Filistin dostu oylar, özellikle de Michigan, Illinois, Pennsylvania ve Wisconsin’de önemli orandadır. Netanyahu’nun Amerikan iç siyasetine doğrudan müdahalesi ters tepebilir. Kritik durumdaki senatör ve temsilciler Netanyahu’nun baskısından uzak durmak zorunda kalıyorlar. Bu da Amerikan iç siyasetinde uzun zamandır ilk defa yaşanan bir durum.
Bu nedenle de bu krizden ABD ve İran yönetimlerinin zımni veya doğrudan bir ortak menfaat anlayışıyla çıkmaları hiç de şaşırtıcı olmaz.
Şimdi tek risk Netanyahu’nun akıl dışı bir “ya hep ya hiç” siyaseti olabilir. O takdirde İran’ın mukabelesi de mutat ölçülülüğünün ötesinde olabilir ki bu zaten bölgeye yayılma istidadı taşır.
ABD Başkanı Biden, bu son krizi kendisinden beklenmedik bir enerji ve dikkatle yönetiyor. Biden’ın bu süreçte en büyük şansı CIA’nın başına Dışişleri’nden getirdiği Büyükelçi Bill Burns oldu. Biden’ın kurmaylarıyla yaptığı toplantının dün medyaya servis edilen fotoğrafı, çekilmiş onlarca kareden özenle seçilmiş olabilir.
Dikkatle bakınca çok şey anlatıyor. Burns’ün İsrail konusunda Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın aksine gerçekçi ve sakin ABD diplomasisinin Gazze faciası ve aşırı İsrail yanlısı tavrı nedeniye aşınan itibarını tamir edip, hatta Biden’ın şahsi etkisine katkı verebilir. (Netanyahu ve çevresinin Burns’den geçmişteki Dışişleri Bakan Vekilliğinden beri hiç hazzetmediği bilinir.) Esasen bu kare, Netanyahu’ya, “Bak kimi dinliyorum” mesajıdır. Çoğu yorumcunun aksine bu krizin Netanyahu’ya yarayacağını düşünmüyorum. Kısa vadede Netanyahu günü kurtarmış olabilir, ancak kendisini kurtaramayacak şekilde geri dönülmez bir yola girmiştir.
Türkiye’nin menfaati bölgesel bir savaştan kaçınmaktır. Türkiye, tarafsız kalacaktır ve taraflara, sakin olmaları ve sağduyuyla davranmaları telkininde bulunacaktır.
Arabulucu rolü oynaması, Gazze’den dolayı İsrail’le aramızda bir ilişki olmaması nedeniyle güçtür. Ancak, bazı makamlar arasında, başta Dışişleri Bakanları olmak üzere, arka planda bazı istişarelerin yapılmakta olduğu ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile telefon görüşmesi yaparak “Bölgede gerilimi artırıcı adımlardan kaçınma” çağrısında bulunmuştur.
Türkiye’nin bu durumu fırsata çevirme kabiliyeti, diplomatik geleneğinin imkanlarından ve birikimlerinden ne ölçüde yararlanabileceğiyle orantılı olacaktır.
Balıkesir'de Karesi ilçesinde patlayıcı üretilen fabrikada patlama ve çökme meydana geldi. Yetkililerden gelen ilk açıklamlara…
Baştan söyleyeyim: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ona bu Cuma namazını Emevî Camiinde kıldırma yarışındaki meslektaşlarımızı hayal…
Orta Doğu, güvenlik, ekonomik, kültürel, tarihi ve insanlık ilişkilerimiz açılarından dış politikamızın yaşamsal alanlarından birini…
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında önemli gündem maddeleriyle toplanıyor. Kabine gündeminde Suriye'deki son…
Geçen hafta sonu gazeteci Nevşin Mengü aleyhine bir mülakatı nedeniyle soruşturma açıldı; gözaltına alındı, adli…
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…