Bugün neresinden bakarsanız bakın Çin kaçınılmaz şekilde dünya ekonomisini, jeopolitiğini, teknoloji yarısını, uzay ve okyanus hakimiyetini derinden etkileyen bir süpergüç. Siyasi sistemi, kültürü, etnik mozaiği, küresel vizyoner girişimi “Kuşak ve Yol” ile her denklemde mutlaka hesaba katılması gerekiyor.
Aklı başında tüm öngörüler, şayet doğal bir felaket, COVID’ten daha vahim bir salgın hastalık ya da kapsamlı bir dünya savaşı patlak vermezse, nüfus bakımından dünyada her beş kişiden birisinin yaşadığı bu “Orta Krallık”ın çok geçmeden Sovyetler’in çökmesinden sonra kendisini “yegane süpergüç” olarak tanımlayan ABD’yi geçerek dünyanın bir numaralı ekonomik gücü olacağına işaret ediyor.
“Kızıl” kapitalist Çin, sadece büyüklük bakımından değil dünyada yaşanmakta olan hemen her değişim sürecinin, yeni “Büyük Oyun”un da en önemli aktörlerinden birisi.
Sadece Çin Halk Cumhuriyeti olarak da düşünmeyin
Hesaplara Hong Kong, Tayvan, Macao ve de ekonomik elitini Çin kökenlilerin oluşturduğu Singapur, Tayland, Malezya, Endonezya’yı da eklerseniz “Büyük Çin Ekonomik Alanı” halihazırda dünyanın en kuvvetli ve büyük ekonomisini zaten oluşturuyor. Batı’nın Çin ile ticaret ve yatırım ilişkilerini de büyük ölçüde o ülkelerde mükin “denizaşırı Çinliler” yürütüyor.
Serbest piyasa, serbest ticaret, serbest sermaye amentusunun en ateşli savunucusu konumuna kayarken, ABD, AB ve Japonya sermaye akımlarının, ticaretin kontrolü, himayecilik, ekonomik milliyetçilik, vergi cennetlerinin ortadan kaldırılması, insanların serbest dolaşımının kısıtlanması gibi yelpazenin diğer ucundaki küreselleşme karşıtı adımları atıyor, politikalar benimsiyor. İşler tersine döndü, anlayacağınız.
Çok kutuplu dünyada süper güçler
Kime sorarsanız sorun Soğuk Savaş sonrası dönemde, küresel düzenin taşlarının daha tam yerli yerine oturmadığını, çok kutuplu, kaos içinde bir düzende yaşadığımızı söyleyecektir. Dünyanın bugünkü en önemli iki süpergücünü sorduğunuzda da tereddütsüz “ABD ve Çin” yanıtını alacaksınız.
Evet, gerçekten de yeni “Büyük Oyun” aynı sıkletteki bu iki güç arasında oynanıyor. Denkleme Rusya, Avrupa Birliği, Japonya ve Hindistan girdiği zamanlar dengeler Washington ya da Pekin lehine değişebiliyor. Türkiye, Brezilya, Endonezya, İran, Güney Kore ve Güney Afrika gibi bölgesel oyuncular da, kimin yanında yer aldıklarına bağlı olarak, belli alanlarda etkilerini hissettirebiliyorlar.
Amerikan engellemeleri
Genel kanaat, ABD’nin tedricen ekonomik ve askeri gücünü kaybetmesi nedeniyle Pekin’in dünya liderliği koltuğuna her geçen gün daha yaklaşmakta olduğu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümü olan 2049’a kadar adım adım bu hedefine ulaşmak için sistemli bir gayret gösterdiği yönünde.
Bu hedefe giden meşakkatli güzergaha dikenli teller yerleştirmek, Çin’in ilerleyişini yavaşlatmak, hatta durdurmak, için Washington’un da tevekkülle beklemediğini, boş durmadığını da görüyoruz. Hem Japonya, Güney Kore, Tayvan, Hindistan ve ASEAN üzerinden Çin’i çevreleme, hem stratejik Malakka Boğazı’nı kontrol altında tutma, hem ticaret ve teknoloji yaptırımları, hem de ülke içindeki etnik, dini ve ekonomik hassasiyetleri kaşıma gibi yöntemleri ihmal etmiyor.
Bana kalırsa, Çin’in güçlenmesi, ABD’nin zayıflaması aslında en kötü senaryo. İkisi arasında dengesizliğin artması, uçurumun genişlemesi, derinleşmesi sıcak çatışma ihtimalini daha da güçlendirecektir. Bu itibarla, iki gücün dengede kalmaları, “kazan-kazan” işbirliği ve ortaklıkları arttırmaları, hasmane eylemlerden kaçınmaları hepimiz için büyük önem taşıyor.
Çin uzun soluklu maratonda iyi
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yıldönümü olan 2049 çok önemli bir tarihi dönemeç. Resmi ağızlara alınmasa, düşük profil ile hareket edilmesi kararlaştırılmış olsa da biliyoruz ki “Barışçıl Yükseliş Stratejisi” çerçevesinde o tarihe kadar Çin dünyada hakimiyetini kurmayı hedefliyor.
Bu stratejik oyun planı, o bizim çoktan tozlu raflarda yerini almış, tüm hedeflerinin gerisinde kalmış olan “2023 Türkiye vizyonu”na benzemiyor ya da Avrupa Birliği’nin çoğu zaman üzerine yazılı olduğu kağıt kadar bile değeri olmayan, bir süre sonra buruşturulup çöp tenekesine atılan uzun vadeli 2050 stratejisine de, ABD’nin Trump’un gündeme taşıdığı, yeniden seçilirse devam ettireceği anlaşılan “yeniden küresel hükümranlık” sevdasına da.
Çinliler bu hedefi çok ciddiye alıyorlar ve emin adımlarla sistematik şekilde ilerliyorlar, yol alırken de gerekli güncelleme ve ayarlamaları da yapıyorlar. Sabırla uygulanan bu stratejik anlayışı içeride sosyal istikrarı koruyan bir yaklaşımla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Komşular ve küresel strateji
Komşularına ve büyük güçlere fazla sataşmadan tüm enerjilerini o tarihe kadar dünyanın en büyük (hem GSMH’da hem kişi başına düşen gelirde, hem teknolojide, hem altyapı bağlantılarında, hem de askeri ve jeopolitik düzlemde) gücü olmaya adamak istiyorlar.
Zamanından önce öten horoz gibi olup boğazlanmaktan, önlerinin kesilmesinden kaçınmayı da hedefliyorlar. Ama hiç de kolay değil bu çaba.
ABD dört bir yandan bastırıyor Çin’i tökezletmek için teknoloji, ticaret, kur ve enerji savaşları yoluyla, Yaptırımları devreye sokuyor. Hindistan’ı da Japonya, Kore, Tayvan, Güneydoğu Asya eksenine katarak, ve de ülke içindeki istikrarsızlığı arttıracak şekilde Uygur, Tibet ve benzeri yumuşak karınları kaşıyarak da. Hatta Çin’e büyük darbe vuran Corona virüsü ile ilgili biyolojik silah komplo teorisyenlerine kulak verenler de var.
Dosya aynı dosya
Bizim Çin ile ilişkilerimizde ise, 1980’li yılların sonu, 90’ların başında Pekin’de diplomat olarak görev yaptığım dönemden bu yana oyuncuların yüzleri değişti iki tarafta, rakamlar da katlanarak büyüdü, karşılıklı gelip giden insan trafiği arttı, ama aramızdaki ilişkiler dosyası özde pek değişmedi.
Köprünün altından çok şu akmasına rağmen üç aşağı beş yukarı hâlâ aynı dosyalar üzerinden çalışıyoruz Çin konusunda: ticaret dengesizliği, yatırım yetersizliği, Uygur sorunu, savunma sanayii işbirliği, taşımacılık, ekonomik ve enerji işbirliği.
ABD-Çin kutuplaşmasında, tedarik zincirlerinin yeniden kurgulanmasında, Ortadoğu, Orta Asya ve Akdeniz’de artan Çin hakimiyeti karşısında nerede konumlanacağımız da yeni konular olarak gündeme girdi. 21inci yüzyılın vizyoner “Kuşak ve Yol” girişimi birçok hesabı değiştirdi, hem kendisi, hem üzerinden kara ve deniz yolutla geçtiği ülkeleri, hem de süpergüç ilişkilerini.
Çin ile ilişkilerin geleceği
Çin’in “yeniden yükselişi” karşısında biz de önümüzdeki on yılları şekillendirecek, ancak henüz yerli yerine oturmamış olan bu “yeni büyük oyun”un bir parçası olarak uzun vadeli, ayakları yere sağlam bakan, yanlış ata oynamayacak bir strateji geliştirmeye çalışıyoruz.
Çin, çok sabırlı ve uzun soluklu çalışma gerektiren bir ülke, öyle gelip geçici bir vaka değil.
İlişkilerin ilerlemesi için çok şey yapıldı tabii ki, bunu inkar etmemek, emeği geçenleri şükranla anmak zorundayız. Ancak benim gözlemim, yapıldığı söylenen şeylerin çoğu ne yazık ki kağıt üzerinde ve retorik düzeyde kalıyor.
Türkiye-Çin ilişkilerinde günümüzdeki öncelik gerçek anlamda siyasi yakınlaşma ve karşılıklı güvenin arttırılması. Bu sağlandıktan sonra “kazan-kazan” temelinde siyasi, ekonomik ve güvenlik angajmanları için yeterince geniş potansiyel var.
Uygur sorunu ve gerginlikler
İlişkilerdeki ekonomik ve siyasi pürüzler, dengesizlikler bir şekilde çözüme kavuşturulabilir, ancak Sincan-Uygur Özerk Yönetim bölgesindeki Uygur azınlığa yönelik Pekin’in baskı politikası, Ankara’nın buna tepkisi, Türkiye’de yaşayan ayrılıkçı Uygurlara karşı etkili önlem alınmadığına dair şikayetleri gündemin en önemli ihtilaflı konusu hala ve olmaya da devam edecek.
Bölgeye bizim ilgimizin nedeni basit: Singapur ya da Malezya’daki denizaşırı Çinliler Pekin için ne anlam ifade ediyorsa Çin’deki Uygurlar da bizim için aynı anlamı taşıyorlar. Aynı dili, etnik kökeni, mutfağı, müziği paylaştığımız insanlar. Onların yaşadıkları ülkede barış içinde, müreffeh şekilde, uluslararası sınırlara ve ülke yasalarına riayet ederek yaşamaları, katliamlarla kırılmamaları Türkiye’nin menfaatine.
Bu itibarla, Pekin ile önümüzdeki çeyrek yüzyıla uzanacak stratejik ortaklığın temel taşlarını döşemeye çalışırken şunu unutmamak gerekiyor: “Orta Krallık” ile güçlü ilişkiler içinde iken Uygurların hak ve özgürlüklerinin daha iyi korunması mümkün. Pekin de, uygun şekilde uzatılacak, ayrılıkçılığa ve içişlerine müdahaleye taviz vermeyecek dost bir yardımcı eli geri çevirmeyebilir.
Ticaret açığı kapanmayacak
Ne zaman liderler düzeyinde bir toplantı olsa konuşma notlarının, verilen mesajların başında ticaret açığını nasıl giderileceği, Çin yatırımlarının nasıl arttırılacağı oluyor. Geçen yıl cari fiyatlara göre, 18 trilyon dolar olan Çin GSYİH’nın bu yıl 19 trilyon dolar olması bekleniyor. Ticaret hacmi de 5.87 trilyon doları buldu.
Benim görev yaptığım dönemde Turgut Özal ticaret hacmini 500 milyon dolara çıkartma hedefini koymuştu. Bizde Çin’e satacak çok şey olmadığı için ülke içinde de ihtiyaç duyduğumuz demir-çelik ve gübreyi satmaya ağırlık veriliyordu.
Şimdi iki ülke arasındaki ticaret açığı (44,6 milyar dolarlık toplam ikili dış ticarette) yaklaşık 38,1 milyar dolar. O zaman hayal bile edemezdik. Bu durum haklı olarak Ankara’da ciddi rahatsızlık yaratıyor, ama açığı kapatma konusunda kimse umutlu değil. Çünkü Çinliler, yakınmalarımıza cevaben, “gelin Çin piyasasında mevcudiyet kurun, eyaletlere doğrudan satın, kendiniz arttırın ihracatınızı” diyor. Ama kim giderse gitsin Çin mal ve hizmetlerinin cazibesi karşısında ithalatçı olarak dönüyor geriye.
Dolayısıyla, açık kapanmayacak; tam tersine daha da artacak önümüzdeki dönemde.
Tabii ki bu sadece bize özgü bir sorun değil. Geçen yıl 575 milyar dolarlık ABD-Çin ticaretinde Amerikalılar da 280 milyar dolar açık verdiler. AB ülkelerinin açığı 291 milyar dolar. Hintlilerin Çin ile ticaret açığı 100 milyar dolar eşiğini geçti.
Çin ile ilişkilerin geleceği
“Orta Krallık”ı bir Türk’ün küresel gözlüğünden yazma düşüncesi William Dalrymple’ın “City of Djinns” kitabını okuduktan sonra şekillendi kafamda.
Benden üç yaş küçük İskoç asıllı bu tarihçi ve seyahat yazarının Yeni Delhi’de geçirdiği bir yılını ballandıra ballandıra anlattığı kitabını okurken Pekin’de diplomat olarak yaşadığım 721 gün canlandı gözümün önünde.
Onu izleyen 35 yıl boyunca Uluslararası Enerji Ajansı, OECD üst düzey yöneticisi, British Gas yöneticisi, son yillarda da işadamı/yatırımcı olarak beni Çin’in dört bir köşesine taşıyan binlerce kilometrelik, yüzlerce günlük görev gezileri, keyif seyahatları, Çinli dostlarla sohbetler, Harvard ve LSE’de Çin üzerine verdiğim dersler ve bunların beyinsel harmanlaması olan binlerce sayfalık küçük küçük notlar ve imbikten damla damla süzülen yazılar.
Tarihten gelen bugünlere de yansıyan iniş çıkışlar elbette ilişkilerimizi zaman zaman geriyor ama yine de 21inci yüzyılın bu en önemli güçlerinden birisi ile karşılıklı menfaatlere hizmet eden sağlam ortaklık temelinde çalışmaya devam edeceğiz hemen her alanda.
Türkiye de Çin için yaşamsal önem taşıyan Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Körfez ve Afrika’da hesaba katılması gereken Batı ile ilişkilerinde de nisbeten bağımsız bir çizgi izleyebilen önemli bir köprübaşı.
Onun için “yeni süpergüç” ile ilişkilerimizi önümüzdeki on yıllarda nasıl yürütmemiz gerektiğine dair stratejik bakış açısını hep canlı tutmalı, işadamlarımızı, diplomatlarımızı ve hükümet liderlerini anlaşılması kolay olmayan, tüm dünyanın gözünü diktiği bu ülke hakkında eğitmeli, yönlendirmeliyiz.
Türk-Çin Akil İnsanlar 2049 Stratejisi
Daha önce kaleme aldığım “Yeni Ekonomik Süpergüç Çin ve Türkiye: Somut Tavsiyeler (1994, TÜSİAD), Yükselen Asya (1996, İmge), Geleceğimiz Asya’da mı? (1996, Milliyet), China’s Quest Worldwide for Energy Security (2000, İEA), China’s Regional Development and Foreign Direct Investment (2003, OECD), “Yeni Büyük Oyun: Neresindeyiz, Nereye Gidiyoruz? (Doğan, 2019) ve “Yeni Dünya Düzeninin Şifreleri (Destek 2022) gibi kitaplarımda, yüzlerce makale ve televizyon programlarında, konferans konuşmalarında bu cabaya kafa yordum.
Lakin, Çin ile ilgili yazılan, konuşulan şeylerin ömrü, ne kadar iyi analizler ve öngörüler yaparsanız yapın, birkaç yılı geçmiyor, süratle eskiyor.
Baş döndürücü hızda değişiyor her şey bu ülkede. Ve Çin adım adım 2049 stratejik hedeflerine doğru kararlı adımlarla yürüyor.
Onun için karar verdim; kapsamlı, günceli ve geleceği ortaya koyan ve önümüzdeki 25 yılı kapsayacak somut tavsiyeler öneren yeni bir strateji çalışması kaleme alacağım.
Bu çalışmayı daha yukarı bir seviyeye taşıyıp işadamı, askeri, diplomat, akademisyen ve istihbaratçılardan oluşan bir akıl insanlar görev grubuna da karşılıklı siyasi irade çerçevesinde hemen uygulamaya koyulabilecek sonuç yönelimli bir calisma vizyonuna dönüştürecek, her zirve toplantısında da sağlanan ilerlemeleri, karşılaşılan meydan okumalarını ve alınacak yeni kararları en üst düzeyde iki ülke cumhurbaşkanlarına sunacak bir girişim öneriyorum.