İmamoğlu’nun tutuklanması ardından ekonomide nasıl bir haftaya başlanacak? Siyasi kriz derinleşirse ekonomiye daha fazla yük getirir, ekonomik programın raf ömrünü daha da tüketir. (Foto: Borsa İstanbul)
Önce 35 yıllık diploması iptal edildi. Hemen ardından bazı çalışma arkadaşlarıyla birlikte gözaltına alındı. Ardından tutuklandı. Ekrem İmamoğlu çevresinde gelişen olaylar dövize talebi bir daha tetikledi. Kur anında sıçradı. Sıçradığı yerden giderek yükselme eğilimine girmesi ihtimali belirdi. Bu eğilimi durdurmak için Merkez Bankası (MB) bir dizi önlem aldı: Birincisi, bol miktarda döviz sattı. İkincisi, bankalara borç verme faizinin üst sınırını yükseltti. Üçüncüsü, piyasada döviz talebine yönelebilecek likiditeyi çekme amacıyla vadesi 91 güne kadar çıkabilen likidite senedi çıkaracağını açıkladı.
Dördüncüsü, özellikle ithalat yapacakların “kur daha fazla yükselmeden ilerisi için ihtiyaç duyacağımız dövizi şimdiden alayım” davranışına girmelerini engellemek istedi. Bu eğilimin bugün kuru daha da sıçratmasını önlemek için Türk Lirası uzlaşmalı döviz işlemi yapmaya başladı (teknik ayrıntısına girmiyorum). MB dışında ve beşinci olarak ise Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bol miktarda “merak etmeyin program yürürlükte” mealinde açıklamalarda bulundu.
Tutuklama kararının geldiği 23 Mart Pazar itibarıyla durum şöyle: Uzmanların sosyal medyada yer alan hesaplamalarına göre, MB yaklaşık 20-25 milyar dolar arasında döviz sattı. Bu tutar, Mayıs 2023’ten bu yana binbir çabayla sağlanan rezerv artışının önemli bir kısmına denk geliyor. Buna rağmen, döviz kuru gözaltı öncesine kıyasla yüzde 3,5 oranında daha yüksek.
MB son 3 Para Politikası Kurulu toplantısında, politika faizini toplam 750 baz puan düşürerek yüzde 42,5’e çekmişti. Bu indirimlerin sürmesi bekleniyordu. Böylelikle mevduat ve kredi faizleri de giderek düşecekti. Oysa son üç işgününde tam tersi gerçekleşti.
Mevduat ve kredi faizlerinin MB faizine paralel bir şekilde hareket etmesi için, bankaların kendi aralarında yaptıkları işlemlerde ortaya çıkan kısa vadeli piyasa faizinin, MB faizine çok ama çok yakın bir yerde oluşması gerekir. Ne var ki bu kısa vadeli piyasa faizi 325 puan yükseldi; yüzde 45,7 oldu. Farklı bir ifadeyle, MB, gözaltı kararından önce giderek düşmesi beklenen piyasa faizini, mecburen uygulamaya koyduğu önlemlerle yükseltmiş oldu. Gösterge tahvilin (Hazinenin daha önce ihraç ettiği tahvillerden en çok işlem gören tahvilin) faizindeki yükseliş 5 puanı geçti. Türkiye’nin risk primi ise 250 baz puan iken 328’e ulaştı. Farklı bir ifadeyle, yurtdışından döviz cinsinden borçlanma maliyetimiz yükseldi.
Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın, böyle alt alta sıralandığında, döviz rezervindeki büyük kayıp dışında çok önemli bir zarar-ziyan yok gibi görünüyor. Bu coğrafyada, hem de yakın zamanlarda ne faiz artışları ne kur sıçramaları gördük ne de olsa. Ama daha henüz üç iş günü geçtiğini unutmamak gerekiyor. Bu hareketleri, en yakından bir örnekle, Ağustos 2018’de, ‘Rahip Brunson’ kod adlı krizin ilk günlerinde yaşananlarla karşılaştırayım.
9 Ağustos 2018’den 13 Ağustos 2018’e kadar olan üç işgününde en çarpıcı gelişme döviz kuru ve risk primindeki sıçrama oldu. Dolar kurundaki artış yüzde 30 gibi çok yüksek bir düzeye çıktı. Risk primi ise 350 baz puan iken 559 baz puana yükseldi. Buna karşılık, gösterge faizdeki yükseliş bugünkünden biraz daha az. Döviz rezervi kaybı ise bugünküne kıyasla çok daha sınırlı: 8,1 milyar dolar. Şimdiki kadar döviz ‘yakılsaydı’ kur artışı daha az olurdu; ne kadar daha az, söylemek zor. Bir de o dönemde finans sektörü dışındaki şirketlerin döviz borçlarının ve döviz borçları ile döviz varlıkları arasındaki farkın bugüne göre çok daha fazla olduğunu belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla, kurun o dönemde daha fazla sıçraması ‘anlaşılır’.
Bu karşılaştırma, üç günde yaşananları azımsamamak gerektiğini gösteriyor. Ama asıl şu noktaya dikkat etmeli: 3 Ağustos 2018’deki döviz kuru değeri zirve değer. 2018-19 krizini tetikleyen unsurlar sonraki birkaç ayda kademeli olarak ortadan kalkıyor. Temmuz ve Ağustos aylarındaki X mesajları ile Türkiye’yi tehdit eden Trump, Rahip Brunson’un serbest bırakılması sonucunda, 12 Ekim 2018’de Türkiye’ye teşekkür ediyor mesela. Kur bu dönemde düşüş eğiliminde, Kasım ortasında 9 Ağustos’taki değerine kadar geriliyor.
Dolayısıyla, bugün açısından şu soru çok önemli: 19-21 Mart 2025’te -üç günde- gözlenen hareketleri tetikleyen siyasi kriz nasıl gelişecek? Bu satırların ‘kaleme alındığı’ 22 Mart Cumartesi saat 18.45 itibarıyla sorunun yanıtını bilmek mümkün değil. Kriz derinleşirse, yerleşiklerin döviz talebinin giderek artması ve dolayısıyla kur ve faizin sıçraması beklenir; ardı sıra enflasyon da yükselir. Döviz cinsinden borcu yüksek olan şirketlerin bilançoları bozulur. Büyüme durur, işsizlik yükselir. O zaman, ekonomi programının bir önceki yazıda kısaldığını belirttiğim raf ömrü tümden biter. Herhangi bir ekonomi açısından bu kadar belirsizlik hiç iyi değil; Türkiye ekonomisi içinse hiç mi hiç iyi değil.
Peki, siyasi krizin derinleşmeyeceğini varsayalım. Türkiye ekonomisi nasıl şekillenir? Bu soruya yanıt vermek, bir önceki soruya yanıt vermeye kıyasla çok daha kolay. Zira özellikle 2017 sonrasında yaşanan ekonomik gelişmeler yeteri kadar ışık tutuyor. Şöyle:
‘İki ekonomi’ var. İlki, çalışanların yarıya yakınının asgari ücret kazandığı, asgari ücretin an itibarıyla 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının altında olduğu, çoğu emeklinin asgari ücretten de düşük gelir elde ettiği, buna karşılık bazı iş insanlarının asgari ücretin ‘yüksekliğinden’ şikâyet ettikleri bir ülke burası. Demek ki çok temel yapısal sorunları var bu ekonominin. Bu yapısal sorunları bir çırpıda çözmek mümkün değil. Ama bir yerden başlamak gerekiyor(du).
Son yaşananlardan önce bile bu açıdan pek bir umut görünmüyordu. Zira bu sorunları çözmenin temel yolu adil ve hızlı çalışan bir yargı sisteminden, daha iyi bir eğitimden -özellikle okul öncesi kaliteli eğitime erişimden, yeni bir ihale ve arsa/konut rantı yasalarından, TÜİK’in kurumsal yapısının değiştirilmesinden, vb. adımlardan geçiyor.
Bu yaşananlar, bu alanlarda “acaba bir adım atılır mı” umudu taşıyan hala vardıysa onları da umutsuzluğa sevk etmiş olmalı. Demek ki Türkiye düşük ücretle çalışanların bol olduğu, buna karşılık “bu ücret çok; bakın Pakistan’a, Mısır’a” diyenlerin de az olmadığı bir ülke olmaya devam edecek.
İkinci ekonomi ise, enflasyonun, döviz kurunun, faizin, çeyreklik/yıllık büyümelerin, güven endekslerinin falan sıkça konuşulduğu, analiz edildiği ekonomi. Yani, istikrar çerçevesinde ele alınan bir ekonomi. Böyle yazıyorum diye bu analiz biçimini küçümsediğimi düşünmeyin. Aksine önemli. Kaldı ki benim de temel uzmanlık alanım orası. Bu ikinci ekonomideki sorunları halletmeden ilkindeki sorunları bırakın çözmeyi, o sorunlara kafa yormak bile zor.
Siyasi krizin daha fazla derinleşmeyeceği koşulunu hatırlatarak bu ikinci ekonomideki gidişatın nasıl olacağının artık oldukça net olduğunu belirtmem gerekiyor: Son dokuz-on yılda yaşanandan daha fazla zorluk yaşanacak: Yani eskisi gibi ‘düşe kalka’ ama biraz daha fazla düşe kalka. Ne yazık ki böyle. Düşük büyüme oranları.
Sonra birkaç yıl yüzde 3-5 büyüme. Sonra muhtemelen ekonomide daralma. Sonra yine yüzde 3-5 büyüme. Yüzde 25-35 arasında kalırsa sevinilecek bir enflasyon oranı. Sık sık enflasyonda sıçrama. Benzer ülkelere kıyasla yüksek risk primi ve dolayısıyla yabancı para cinsinden yüksek borçlanma maliyetleri. Gelişmiş ülkelerde yüzde 70 civarında iken bizde yüzde 50’yi aşmayan istihdam oranları. Kah artan kah düşen cari açık. Ama her daim dışarıdan borçlanmaya bağımlı bir ülke. Sık sık ‘alınacağı’ açıklanan yapısal önlemler. Bir istikrar programı, birkaç yıl sonra bir diğeri. Bolca “zengin ülkeler arasına girdik/girmemize ramak kaldı” söylemi.
Bakalım nasıl bir haftaya başlayacağız?
İmamoğlu Krizi devam ediyor. Sadece siyasi planda değil, ekonomideki etkileri bakımından da devam ediyor. Rusya-Ukrayna…
Azerbaycan Dışişleri Ceyhun Bakanı Bayramov 13 Mart’ta son Karabağ Savaşının (19-20 Eylül 2023) Azerbaycan’ın zaferi…
CHP lideri Özgür Özel, tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu protesto eylemlerini haber yapmayan…
Türkiye'nin siyasi sahnesinde önemli bir dönemeçteyiz. Ekrem İmamoğlu'na yönelik hukuki süreçler, siyasi baskılar ve dün…
CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu hapse atılarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın karşısında aday olması önüne -sonuncu…
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ardından NOW TV Genel Yayın Yönetmeni ve Orta Sayfa programı moderatörü, gazeteci…