

Diploma iptali baskı altına alınmaya çalışılan akademik özgürlükler sorununun yalnızca bir parçası. İmamoğlu’nun 31 yıllık diplomasının iptal edilmesi ardından İstanbul Üniversitesi önündeki protesto gösterisi görülüyor. (Foto: SolHaber)
Türkiye’de üniversite özerkliği ve kurumsallaşma yolunda ilerleme yerine zamanla bir gerileme yaşandı. Son yirmi yılda, akademik unvanlardan bilimsel çıktılara kadar yükseköğretimin farklı alanlarında bir “değer kaybı” süreci gözlemlendi. Türk yükseköğretim sistemi, yalnızca kalite açısından değil, akademik özgürlük ve bilim insanlarının bağımsızlığı yönünden de köklü bir dönüşüm geçirdi. Diploma iptali konusu büyük resimdeki sorunun yalnızca bir parçası.
Bugün akademik unvanlar ve diplomalar artık yalnızca kişisel başarıların göstergesi değil; aynı zamanda siyasi ve ekonomik düzenin yeniden üretiminde kullanılan araçlara dönüşmüş durumda. Üniversite mezunlarının sayısının artırılması, yükseköğretimi daha erişilebilir hale getirme yönünde olumlu bir adım gibi görünebilir. Ancak asıl soru şu: Bu diplomalar ve akademik unvanlar ne kadar anlamlı ve güvenceli? Eğer akademik unvanlar ideolojik veya siyasi kriterlere göre verilebiliyor ya da geri alınabiliyorsa, üniversiteler bilgi üretimine adanmış özerk kurumlar olarak gerçekten işlev görebilir mi? Mikro ölçekte yaşanan sessizlikler, makro ölçekte akademik özgürlüğü ve demokrasiyi tehdit eden küresel bir baskı dalgasına mı dönüşüyor?
Diploma iptali, hukuk ve demokrasi
Bu noktada yakın zamanda Ekrem İmamoğlu örneğinde gözlemlediğimiz diploma iptali konusuna geleceğim. Diploma iptali yalnızca bir akademik mesele olmaktan çıkmış gibi görünüyor ve artık demokrasinin temel bir sorunu haline geliyor. Eğer bir devlet, akademik kurumlar üzerinden ideolojik ya da siyasi gerekçelerle diplomaları iptal edebiliyorsa, bu sadece bireylerin eğitim geçmişini etkilemekle kalmaz; aynı zamanda kamusal alanın bütünlüğünü ve hukuk devletinin temel ilkelerini zedeler.
Bir sabah uyandığınızı ve yıllarınızı vererek, belki de öğrenci kredileriyle finanse ederek kazandığınız ve kariyerinizi üzerine inşa ettiğiniz diplomanızın geçersiz ilan edildiğini öğrendiğinizi hayal edin. Gerekçe? Belirsiz. Bir mahkeme kararı mı? Belki. Bir siyasi kampanya mı? Büyük olasılıkla. Sahip olduğunuz akademik kimlik ve sosyal statü bir anda silinir.
Siyasi tasfiye aracı mı?
Bu, varsayımsal bir senaryo değil; yukarıda belirttiğim gibi Türkiye’de çoktan gerçekleşen bir vaka. Yakın zamanda bir belediye başkanı, bir üniversitede dekanlık yapmış bir profesör ve bazı iş insanlarının da aralarında bulunduğu 28 kişinin diplomaları iptal edildi. Üstelik bu karar, Türkiye’nin en köklü akademik kurumlarından biri olan İstanbul Üniversitesi tarafından alındı. Cumhuriyetin ilk yüzyılında Türkiye’nin yükseköğretim sisteminin modernleşmesine öncülük etmiş bir üniversite, bugün nesnel akademik standartlardan uzaklaşmanın en çarpıcı örneklerinden biri haline geldi.
Bu durum sadece bireysel kariyerlere yapılan bir saldırı mı, yoksa daha geniş bir siyasi projenin parçası mı? Otoriter rejimlerde diploma iptali, siyasi tasfiyelerin bir aracı haline gelebilir. Bu süreç hem üniversite özerkliğini zayıflatır hem de akademik kadroları ideolojik ve siyasi uyuma zorlar. Diploma iptali sadece bireysel bir kayıp değil; akademik özgürlüğe kolektif bir müdahaledir.
Yükseköğretim: bir kontrol aracı
Yükseköğretim tarihi boyunca yalnızca bilgi aktarım sistemi olmamış; aynı zamanda devletlerin bireyleri şekillendirmek için kullandığı bir araç da olmuştur. “Bad Education” (*) kitabında Matt Goodwin, üniversitelerin bir zamanlar bilgi, bilgelik, kanıt, akıl ve her şeyden önemlisi gerçeği korumak ve geliştirmek amacıyla var olduğuna dair güçlü bir inancın nasıl aşındığını anlatır.
Bugün, bu temel misyonun yerini siyasi ve ideolojik hedeflerin şekillendirdiği daha dar bir anlayışın aldığına tanıklık ediyoruz.
Yükseköğretim hiçbir zaman tamamen tarafsız olmamıştır; akademiye erişimi ve yapısını kontrol edenler, üniversiteleri belirli ideolojik çerçeveler içinde şekillendirmiştir.
Bu da kritik bir soruyu gündeme getiriyor: Eğer yükseköğretim sistemi zaten kusurluysa, diploma iptali bu kusurları düzeltebilir mi? Yoksa yalnızca yeni bir cezalandırma mekanizması mı yaratır?
Özellikle temel eğitimde bilimsel bilgiye yönelik müdahalelerin artması, bugün yükseköğretimde tanık olduğumuz akademik özgürlük krizinin erken işaretlerini taşıyordu.
Evrim teorisi örneği
Daha önce YetkinReport’ta yazmıştım (bu bağlantıdan okunabilir) Evrim Teorisi’nin müfredattan çıkarılması ve yaratılışçılığın eğitim sistemine dahil edilmesi gibi adımlar, bilimsel düşüncenin kamusal alandan aşamalı olarak çekilmesine zemin hazırladı.
Ortadoğu’nun en laik ülkesi olan Türkiye, uzun süre Avrupa ile uyum sağlamaya çalıştı. Ancak bugün, yükseköğretim ve akademik özgürlükler konusunda hızla otoriterleşmeye doğru ilerliyor; demokratik idealler yerine akademik baskının küresel eğilimleriyle hizalanıyor. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değil: Benzer baskı dalgaları, dünyanın farklı bölgelerinde de yükseköğretimi sarsıyor. Bu sorunu küresel bir perspektiften ele almak, yükseköğretimin karşı karşıya olduğu daha büyük krizi anlamamıza yardımcı olabilir.
Küresel ölçekte akademik baskı
Tarih boyunca otoriter rejimler üniversiteleri çeşitli yollarla ele geçirmeye, sansürlemeye ve kontrol altına almaya çalışmıştır — akademik unvanların iptali de bu baskı araçlarından biridir. Bugün Macaristan’da Viktor Orbán hükümeti, uzun süren hukuki ve siyasi mücadelelerin ardından Central European University’yi (CEU) ülkeyi terk etmeye zorladı. Bu, Avrupa Birliği içinde bir üniversitenin ilk kez sınır dışı edilmesi anlamına geliyordu. 2010’da iktidara döndüğünden beri, Orbán’ın Fidesz partisi mahkemeler ve kamu kurumları üzerindeki kontrolü sıkılaştırdı, bağımsız medya ve sivil toplum kuruluşlarını baskı altına aldı. Ayrıca mülteci öğrencilere ve araştırmacılara destek veren kurumları hedef alan yeni vergi politikaları da endişe yaratıyor.
Türkiye’de de akademik özgürlük giderek daha fazla baskı altında. Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü kurumlar, hükümet destekli atamalar ve akademik yeniden yapılanmalarla geleneksel özerkliklerini kaybetmeye başladı; bu da öğrenciler ve akademisyenler arasında geniş çaplı protestolara yol açtı.
Rusya ve Çin örnekleri
Çin’de, devlet politikaları akademik özgürlüğü kısıtlıyor ve üniversiteler Komünist Parti’nin ideolojik direktifleri doğrultusunda şekilleniyor; bu, Mao döneminin etkilerini anımsatıyor. Rusya’da ise akademisyenler siyasi görüşleri nedeniyle üniversitelerden atılıyor ve müfredatlar hükümet kontrolüne alınıyor. Bu durum yeni değil; Sovyet biyoloğu Trofim Lysenko’nun genetik bilimi reddederek Sovyet bilimini onlarca yıl geriye götürmesi ve kıtlığa yol açmasıyla yaşanan örnek, bilimin ideolojiye feda edilmesinin yıkıcı sonuçlarını göstermişti. Bugün benzer eğilimler, eğitim politikalarının giderek ulusalcı ve devlet merkezli anlatılara dayanmasıyla yeniden ortaya çıkıyor. The Guardian’a göre, Rusya’da öğretmenler artık öğrencilere aşırı milliyetçi görüşleri zorla benimsetmek zorunda bırakılıyor; böylece devletin eğitim sistemi üzerindeki etkisi daha da pekişiyor.
Bu örnekler gösteriyor ki, akademik özgürlüğün bastırılması yalnızca bireysel kurumlarla ilgili bir mesele değil; otoriter rejimlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak ve muhalefeti sınırlamak için kullandığı daha geniş bir stratejidir. Diploma iptali, akademisyenlerin görevden alınması veya müfredatın ideolojik kontrol altına alınması gibi adımlar yalnızca üniversiteleri zayıflatmakla kalmaz, aynı zamanda demokratik toplumları da tehdit eder. Akademik unvanlar siyasi konjonktüre göre manipüle edilirse, bu durum yalnızca akademiye değil, tüm topluma yönelik ciddi riskler doğurur.
Baskının Batıdaki örneği: Harvard
Son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan bir gelişme, akademik kurumların siyasi baskıya nasıl maruz kalabildiğini bir kez daha gösterdi. Harvard Üniversitesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminden aldığı ve işe alım, öğrenci kabulleri ile müfredat konularında ağır talepler içeren bir mektup sonrasında Beyaz Saray’la doğrudan karşı karşıya geldi. Üniversite yetkilileri, bu taleplerin kurumun bağımsızlığını tehdit ettiğini belirterek kamuoyuna direniş kararı açıkladı.
Ardından gelen telaşlı bir resmî açıklamada, söz konusu mektubun “yetkisiz” olduğu ve “gönderilmemesi gerektiği” ifade edildi. Ancak yaşananlar, siyasi erk sahiplerinin, en prestijli akademik kurumlar üzerinde bile baskı kurma eğiliminde olduğunu açıkça ortaya koydu.
Bu olay, akademik özgürlüğün yalnızca belirli ülkelerde değil, demokrasiyle özdeşleşmiş toplumlarda dahi nasıl kırılgan hale gelebildiğini gösteriyor.
Özgür üniversite, özgür toplum
Eğer üniversiteler ve akademik kimlikler bağımsız değilse, o toplumda özgür düşüncenin yeşermesi mümkün değildir. Bugün diploma iptali sadece bireysel bir yaptırım değil; akademik kurumlara ve dolayısıyla demokrasiye yönelik daha geniş çaplı bir saldırının parçasıdır. Üniversitelerin temel işlevi, mevcut düzene uygun bireyler yetiştirmek değil; bilimsel bilgi üretmek ve düşünsel çeşitliliği destekleyerek toplumsal ilerlemeye katkıda bulunmaktır. Zira, çeşitlilik her anlamda birlikte yaşamanın olmazsa olmazıdır.
Eğer yükseköğretim gerçekten özgürlüğü destekliyorsa, diploma iptalinin siyasi bir araç olarak kullanılmasına kesin bir şekilde karşı çıkılmalıdır. Çünkü özgür olmayan bir üniversitenin olduğu yerde özgür bir toplumdan da söz edilemez.
Bugün bu soruları sormaya cesaret edemezsek, yarın üniversitelerin varlığını sorgulamak zorunda kalabiliriz.
Bu tablo bize şunu hatırlatıyor: Akademideki kırılmalar yalnızca bir ülkenin hikâyesi değildir. Atama kültürünün yükseldiği, siyasi sadakatin liyakatin önüne geçtiği her yerde, akademik etik sessizce sahneden çekilir. Bu sessizlik, bilimin değil siyasetin sesini yükseltir.
Üniversiteler bir yolunu bulacaktır
New York Times’ın aktardığı gibi, Trump yönetiminin üniversitelere mali yaptırım tehditleri, akademik özgürlüğe karşı küresel ölçekte artan baskıların bir yansımasıdır. Ancak baskıların arttığı kadar, direniş örnekleri de çoğalıyor. Harvard Üniversitesi, Trump yönetiminin akademik özerkliğe yönelik müdahale girişimlerine karşı dava açarak, üniversitelerin baskıya rağmen direnebileceğinin güçlü bir örneğini sundu.
Tüm bu baskılara rağmen tarih, akademik kurumların özerkliklerini yeniden kazanacak yollar bulduklarını da gösteriyor.
Tarih bize gösteriyor ki, en baskıcı dönemlerde bile özgür akademik düşünce bir yolunu bulmuş, yeniden filizlenmiştir.
Peki üniversiteler ve bilim insanları bu gidişata karşı nasıl direnecekler?
Cevap belki de her zamanki yerde saklı: Bilimsel merakın, özgür düşüncenin ve kolektif vicdanın birlikte hareket edebilme gücünde. Akademi, geçmişte olduğu gibi bugün de kendini yeniden tanımlayabilir; yeni dayanışma biçimleri kurarak, eleştirel düşüncenin ve bilginin ışığını yeniden büyütebilir. Çünkü üniversiteler yalnızca bilgi aktaran kurumlar değil; topluma, özgür bir geleceğe ve çeşitliliğe değer vererek birlikte yaşamın mümkün olduğuna dair inancı taşıyan yerlerdir.
Not:
(*) Bad Education: Why Education Systems Are Failing and What We Can Do About It. London: Bantam, 2025. ISBN: 9781787635241.