Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, BM Genel Kuruluna İsrail tarafından işgal edilen Filisitin topraklarının yıllar içindeki seyrini gösterirken. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise Türkiye karşıtı siyasetini tırmandırıyor. Buna rağmen iki ülkenin kalıcı kopuşu mümkün görünmüyor. (Grafik: T24)
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler belki de modern tarihin en sert dönemlerinden birinden geçiyor. Gazze’deki insani felaket, İsrail’in Suriye’de giderek sertleşen askeri stratejisi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la kurduğu Türkiye karşıtı blok, ABD’deki bazı Yahudi lobi gruplarının Ankara’ya yönelik artan baskıları…Bunların üzerine Türkiye’nin Hamas’ı “ulusal direniş” olarak konumlandırması, 9 milyar dolarlık ticaretin kısıtlanması ve zaman zaman İran’la örtüşen söylemleri eklenince, ilişkilerin siyasi olarak neredeyse donma noktasına geldiğini görüyoruz.
Fakat tüm bunlara rağmen şu temel gerçek değişmiş değil: Türkiye ve İsrail birbirini tanıyan, bilen ve kaçınılmaz biçimde birbiri ile teması koparamayan iki ülke. Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman çoğunluklu ülkeydi. On yıllar boyunca savunma, istihbarat, teknoloji, tarım ve bölgesel kriz yönetimi alanlarında benzersiz bir işbirliği geliştirildi. İspanya Engizisyonu’ndan ve Nazi zulmünden kaçan Yahudilere Türkiye’de açılan kapılar, bu ilişkinin hafızasında önemli bir yer tutuyor. En sert kriz anlarında bile, bu ilişki mimarisi hiçbir zaman tamamen çökmedi. Savunma, istihbarat ve ticaret ilişkileri nadiren kesintiye uğradı.
Elbette ki devletler arası ilişkiler sadece stratejik menfaatler üzerinden yürümüyor. Liderlerin kimyası, kişisel bakışları ve zaman zaman duygusal refleksleri de denklemi etkiliyor. Erdoğan–Netanyahu hattındaki şahsi husumet bugün ilişkilerin sertleşmesinde önemli bir faktörlerden birisi. Ama buna rağmen daha derinde değişmeyen bir gerçek var: Türkiye–İsrail ilişkileri, kişilerin ötesinde realpolitik yapısal derinliğe sahip.
Realpolitik’in kuralı basit: Kopan bağlar, stratejik çıkarlar gerektirdiğinde yeniden örülür, yaralar sarılır. Tüm olumsuz konjonktüre rağmen bugün de aynı doğrultuda ilerliyoruz çünkü bölgenin en güçlü ve dirençli iki ülkesi ya çatışacak ya beraber çalışacak. Asıl soru artık “normalleşme olur mu?” değil; Ankara ve Tel Aviv bu kaçınılmaz normalleşme için temeli bugünden atabiliyor mu?
Resmî kanallar çalışmaz hale geldiğinde, diplomasinin gerçek damarları başka yerlere akar.
Bugün bu damarlar; eski istihbarat yöneticileri, deneyimli diplomatlar, iş dünyasının güvenilir isimleri, düşünce kuruluşları, diaspora temsilcileri gibi aktörlerin kurduğu sessiz ağlarda yaşıyor. Bu ağ resmî bir komite ya da görev gücü değil, adı sanı olmayan ama etkisi yüksek bir “arka kanal masası”dır.
Üç kritik işlev görür:
Bölgesel görünüm, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin kalıcı olarak kopamayacağını gösteriyor:
• İran’la keskinleşen jeopolitik tablo
• Rusya–Ukrayna savaşının yeni cepheler açması
• ABD’nin stratejik odağının kayması ve İbrahim anlaşmaları
• Doğu Akdeniz’de enerji rekabetinin sertleşmesi
• Türkiye–Yunanistan hattındaki kırılganlık
• Suriye’de hızla değişen denklemler
Bu kadar iç içe geçmiş risk varken, Türkiye ile İsrail’in uzun süreli bir ayrılığı ne ekonomik ne stratejik ne de bölgesel olarak mümkündür. Washington’ın iki başkent üzerinde artan baskısı da bunu pekiştiriyor.
Bunlar romantik öneriler değil; iki ülkenin çıkarlarının gerektirdiği rasyonel, uygulanabilir adımlar.
Bazı ilişkiler gürültüyle kopmaz; zamanla sessizliğe çekilir, bekler, olgunlaşır. Sonra bir gün uygun rüzgâr çıktığında yeniden filizlenir. Türkiye–İsrail ilişkisi tam da böyle bir ilişki: Bağlantısı kopmayan, sadece yorulan; gücünü kaybetmeyen, sadece saklayan. Bugün bize düşen, yüksek perdeden konuşmak değil, iki ülkenin bir gün yeniden oturacağı masanın ayağını sağlamlaştırmak.
O köprü hazır olduğunda, realpolitik zaten üzerinden yürür. Çünkü bazı ilişkiler yeniden başlamak için gürültüye değil,
doğru anda atılan küçük ama kararlı bir adıma ihtiyaç duyar. O an yaklaşıyor. Hazırlığını yapan kazanacak.
Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaş, geride tahminen 650 bin ölü ve harap olmuş bir…
TBMM’deki Terörsüz Türkiye Komisyonu'nun çok şey beklenen 4 Aralık oturumu, sürece ne faydası olacağı kuşkulu,…
Türkiye, 5 Aralık 1934’te kadınların verdiği mücadelenin sonucunda kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdı. Fransa’dan…
TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya-Ukrayna savaşının giderek daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını, bunun “çok korkutucu…
İçişleri Bakanlığı 2 Aralık gecesi 22.15te Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin 29…