Resmi adıyla “Cumhuriyet değerlerine saygıyı güçlendirme yasası, 135 saat süren hararetli tartışmalardan sonra geçtiğimiz hafta Fransa Parlamentosu’nun alt kanadı Ulusal Meclis’te kabul edildi. 51 maddeden oluşan yasanın hiçbir yerinde İslam veya Müslüman kelimeleri geçmese de yasanın amacının İslami köktendincilikle mücadele olduğu biliniyor. Macron’un “İslami ayrılıkçılıkla mücadele” diye atıfta bulunmayı tercih ettiği yasanın meclisteki görüşmeleri sırasında 300’den fazla değişiklik önerisi kabul edildi.
16 Şubat günü yapılan oylamada 65 milletvekili çekinser kalırken yasa tasarısı 151’e karşı 347 gibi büyük bir oy farkıyla onaylandı. Macron’un iktidar partisi ve iktidara destek veren merkez partiler tasarı lehinde oy kullanırken, ana muhalefet konumundaki sağ eğilimli Cumhuriyetçiler, İslam’ı “düşman” olarak tanımlamadığı ve yeterince ileri gitmediği, sol çizgideki Boyun Eğmeyen Fransa Partisi de Müslümanları hedef tahtasına koyduğu gerekçeleriyle yasa tasarısına karşı çıktılar. Marine Le Pen’in lideri olduğu aşırı sağcı Ulusal Cephe ile sosyalistler ve komünistler ise oylamaya katılmadılar.
Yasanın kesinlik kazanması için mart ayı sonunda ele alınması öngörülen Senato tarafından da kabul edilmesi gerekiyor. Macron’un çoğunluğa hakim olduğu senatoda bir sorun yaşanması beklenmiyor. Ancak yasanın geçmişte “Ermeni soykırımını inkarı” suç sayan yasa örneğinde olduğu gibi Anayasa Konseyi’ne götürülmesi halinde ne gibi bir sonuç alınacağını kestirmek güç görünüyor.
Yasada neler var?
Yasa tasarısında çok eşlilik, zorla evlendirme, bekaret testi gibi uygulamalar tamamen yasaklanırken, çocukların evde eğitimine kısıtlamalar getiriliyor.
Kamu kaynaklarından yararlanan cemaat derneklerinden cumhuriyet ilke ve değerlerine bağlı kalacaklarını taahhüt eden bir sözleşme imzalamaları isteniyor. Dini dernekler sıkı bir mali denetim altına alınıyor. Camilerde siyaset yasaklanıyor. Bu hükümlere uymayanlar için ağır para cezaları öngörülüyor.
Aslında Macron göreve geldikten sonra yaptığı ilk konuşmada İslami ayrılıkçılık konusunda bir düzenleme yapmak istediğinin sinyallerini vermişti. Geçen yıl 16 ekimde tarih öğretmeni Samuel Paty’nin kendisini cihatçı olarak nitelendiren bir Çeçen tarafından öldürülmesinden sonra yaptığı açıklamada da “İslam dininin dünyanın her yerinde kriz içerisinde olduğunu, Fransa’da İslam’ın uluslararası etkilerinden arındırılması gerektiğini” ifadeyle düğmeye bastığı anlaşılmaktadır. Macron’un bu sözleri cumhurbaşkanı Erdoğan dahil İslam coğrafyasında tepkiyle karşılanmıştı. Bu arada Dışişleri Bakanlığımızın 22 Şubat’ta Kongo’da konvoyuna düzenlenen terörist bir saldırıda öldürülen İtalyan diplomat için kınama açıklaması yaparken tüm dünyanın lanetlediği Paty’nin katledilmesine sessiz kalmış olduğunu da hatırlamakta yarar var.
Almanya ve Avusturya örnekleri
Avrupa’nın kendi İslam’ını yaratma düşüncesi yeni değildir. Bu fikrin temelleri 2030 yılında her yedi kişiden birinin Müslüman olacağı tahmin edilen Almanya’da atılmıştır. Almanya’daki İslam tartışmalarının uzun bir tarihi geçmişi bulunmaktadır. Eski içişleri bakanlarından Otto Schily, 2002 yılında Müslümanların Avrupa İslamı’nı kabul etmeye hazır olmalarını istemiştir. 2010 yılında devrin cumhurbaşkanı Wulff”un “İslam Almanya’nın bir parçasıdır” sözleriyle tartışmalar yeni bir boyut kazanmıştır. Son yıllarda da 2006 senesinde Müslümanların sorunlarını ele almak amacıyla bir diyalog forumu olarak kurulan İslam Konseyi bünyesinde yapılan görüşmelerde İslam’ın Avrupa değerlerine göre yeniden dizayn edilmesi yoğun bir biçimde dile getirilmektedir.
İslami köktendincilikle mücadele gerekçesiyle yasal düzenleme olarak ilk somut adım Avusturya tarafından atılmıştır. İmparatorluk döneminde ülkede yaşayan Bosnalı Müslümanlar için çıkarılan 1912 tarihli İslam yasasının günün koşullarına cevap vermediği bahanesiyle Avusturya 2015 yılında yeni bir yasa kabul etmiştir. Müslümanlar aleyhinde ayrımcı hükümler içerdiği açık olan bu yasanın da büyük ağabey Almanya’nın yönlendirmesiyle hazırlanarak yürürlüğe konulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Hedef Türkiye mi?
Müslüman nüfusun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Almanya ve Avusturya’da yeni İslam yasası ile entegrasyonun önünde en büyük engel olarak görülen Türkiye’nin etkisinin azaltılmasının amaçlandığı bir gerçektir. Diyanet İşleri’nin birer yurtdışı şubesi gibi çalışan Almanya’da Diyanet İşleri Başkanlığı Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) Avusturya’da da “Avusturya Türk İslam Birliği’nin (ATİB) faaliyetlerinden ev sahibi ülkelerin öteden beri ciddi rahatsızlık duydukları bilinmektedir. Avusturya’da yeni yasaya dahil edilen “Müslüman cemaatin ihtiyaçları yurtiçinden karşılanır” hükmüyle maaş ödeyerek Diyanet’in Türkiye’den gönderdiği din görevlilerinin önü kesilmektedir. Fransa’da durum biraz daha farklıdır. Ülkede 8 milyona yaklaşan Müslümanların sadece 700 bini Türk kökenlidir. Macron çıkarmakta olduğu yeni yasayla politik bir hamle yaparak 15 ay sonra düzenlenecek seçimlerde sağ oyları çekmeyi hedeflemektedir.
Avrupa İslamı doğru çözüm mü?
Müslüman nüfus barındıran Avrupa ülkelerinde yaşanan bu gelişmeler İslam’ın Avrupalı değerler temelinde gözden geçirilmesinden çok güvenlikçi yaklaşımlarla iç politik nedenlere dayanmaktadır. Türkiye ve İslam karşıtı söylem ve uygulamaları Avusturya’da entegrasyonla görevli devlet sekreterliğinden gelen Kurz’u 32 yaşında dışişleri bakanlığından başbakanlığa taşımıştır. Tabiatıyla son 5-10 senedir DEAŞ’ın yarattığı Avrupa’daki terör dehşeti, camilerde açıkça siyasi parti propagandası yapılması gibi yanlış uygulamalar, Türkiye’de gördüğümüz Milli Görüş, Süleymancılık, ülkücülük gibi gruplaşmaların aynen yurtdışına taşınmış olması sağ partilerin ekmeğine yağ sürmektedir. Müslüman ülkelerdeki çağdaş fikirli, yeniliğe açık din adamları ve kuruluşlarla işbirliği yapılmadan hangi kisve altında olursa olsun yeni bir İslam modeli yaratılması girişimlerinin başarılı olma şansı yok denecek kadar azdır. Tarih din üzerine getirilecek aşırı baskıların ve yasakların bir süre sonra geri tepmesinin örnekleriyle doludur.