Atatürk Orman Çiftliği, 5 Mayıs 1925 günü Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kurulduğunda, ileride Ankara’nın geleceğini belirleyen, önemli bir yere sahip olacağı yine de beklenmiyordu belki de. 2012-2014 arasında tam da merkez bölgesinde bugün muhalefetin “kaçak saray” olarak adlandırdığı, kaçak inşaatla elde edilmiş proje bile, AOÇ’nin geçmişini silip geleceğini tanımlamayı amaçlıyordu. Amaç, Gazi’nin bu muhteşem düşünü kağıt üzerinden başlayarak fiili alanda da silmek idi. Ancak tam tersi oldu. AOÇ, bu “dışarıdan gazel” ve “taciz” içeren ara müdahaleden güçlenerek çıktı.
Mart 2021 itibariyle 160’ı aşkın güncel dava konusu olan Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerindeki haksız yapılaşma ve tasarruf, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve diğer kamu kurumları tarafından yakından takip ediliyordu. 2015 yılında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na giren konu neydi?
Sırf Atatürk Orman Çiftliği ve dolayısıyla Atatürk’ün 1937 tarihli şartlı mirasına el koyabilmek için, yasada yeri olan ve “inşaat operasyonu”na engel olduğu düşünülen “sit alanı” tanımında değişiklik yapıldı: “Tarihi ve Kültürel Varlıklar” ile “Doğal Varlıklar” birbirinden ayrıldı; AOÇ arazisinin “Doğal Varlık” olmadığı, “Tarihi Kültür Varlığı” olduğu üzerinden “Koruma amaçlı imar planları olmadan tarihi sit alanlarında kamu binaları yapılabilir” kararı alındı. Resmen, mevzuat ve yasada “tahrifat” sayılabilecek bu konuda Koruma Kurulu taraf ve alet olmuştu. Dava Daireleri Kurulu, işte bu kararı geç de olsa iptal etmişti.
Devlet yapıyorsa “tağyir ve tebdil” geçerli midir?
Bunca “tahrifat” ve “tağyir” ve “tebdil” olur mu, demeyin. Biliyorsunuz 1982 Anayasası’na kadar, “Anayasayı tağyir ve tebdil”, suç olarak TCK’nın 142, 142 ve 163’üncü maddelerinin uygulama alanına girmekteydi ve ceza karşılığı idama kadar gitmekteydi. “Tahrif”, sözcükleriyle oynamak; “tağyir” bozmak; “tebdil” ise değiştirmek anlamına geliyor. Şimdi söyleyin: 1925 yılında kısmen çoraklık, kısmen bataklık olan bir alanın tarıma elverişli hale getirilmesi; Türkiye’nin her şehrindeki toprakla uğraşanlara örnek olunması; tarım ve hayvancılığın bilimsel olarak yapılabileceğini kanıtlarken, geniş arazilerdeki üretimle, köylünün-şehirlinin üretime alıştırılması; yerel üretimle milli ekonomiye katkıda bulunurken bir şehir kültürünün yeşertilmesi; giderek 1950’lerle birlikte “zirai kültürün endüstrileşmesi” adımlarının atılması için kapsamlı kullanılan “kültürlenmiş” arazinin adı değil midir AOÇ?
21. yüzyılın başlarında tarımsal ürün ve zirai donatım fabrikaları ile üretime, kentsel açık alanları ve piknik alanları ile rekreasyona; fidancılık, orman tarımcılığı ve kent ormanları ile kentsel yeşil alanların varlığına bizatihi kan veren, katkıda bulunan bir arazi için “tarihi ve doğal sit alanı” koruma ilkesini kim engel olarak görür? Bu engeli “AOÇ tarihi kültürel sit”, ama “AOÇ doğal sit değil” kararını amacıyla, sit kararını kim ikiye böler? Hem AOÇ’yi kim doğal sit kabul etmeyebilir?[1] Yanıt Danıştay’ın 19 Şubat 2021 günlü ret kararında gizlidir.
Şeytanın aklına gelmez; belediyenin aklına gelir
“Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 16/01/2014 tarihli, 271 sayılı ‘Tarihi Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları İlke Kararı’nın iptali istemiyle Mimarlar Odası tarafından açılan davada, davanın reddi yolunda verilen Danıştay 14. Dairesi’nin 03/02/2016 tarih ve E:2014/2388, K:2016/595 sayılı kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 10/12/2018 tarih ve E:2016/4419, K:2018/5472 sayılı kararıyla bozulmuştu.”
Böylece Danıştay, “tarihi sit olan arazilerde kamu yapısı yapılabilmesi”nin, ilke kararının tahrif, tağyir ve tebdili anlamına geldiğini kayda geçiriyordu: Atatürk Orman Çiftliği’nde saray yapılmasına ilişkin, 2014 yılında 5. İdare Mahkemesi’nin inşaatın yapılamayacağına dair karar vermesinin hemen akabinde, tarihi alanlarda kamu binası yapılabilmesinin önünü açan 271 sayılı ilke kararı değiştirilmişti. Mimarlar Odası’nın açtığı davada 271 Sayılı İlke Kararı bir kez daha Danıştay 6. Dairesi tarafından iptal edildi.
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğal vasiyetinin korunması” amacıyla, 160’ın üzerinde dava kime karşı açılmakta? Devlete ve yerel yönetim kurumlarına karşı! Bu durum çok acıdır!
Bu acı durumun belgesini burada ilk kez paylaşalım: Murat Ağırel’in Parsel Parsel kitabında örneklenen yolsuzlukların doruk noktalarından birisi de AOÇ’nin eski Hayvanat Bahçesi ve tarım alanlarını ortadan kaldırmak amaçlı planlanan Tema Park projesidir.[2] Artık yeni adıyla Ankapark, bir Cumhuriyet, modern toplum ve kalkınma değeri olarak Atatürk Orman Çiftliği’nin nasıl hedef alındığının bizatihi göstergesi, doruk noktasıdır.
Tasarımcı bile vahşeti onaylamadı!
Maliyetinin ne kadar olduğunu bilmediğimiz Ankara “Vahşetin Krallığı” kavram projesi herhalde 2011-2012 civarında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Amerikan Thinkwell firmasına yaptırılmış olmalı; bu günlerde artık web sayfasında “işler” bölümünde yalnızca görselleyer alıyor: Nedeni açık: Merkezi Los Angeles’ta bulunan bu tasarım firması, Disney şirketlerine Disneyland, Amerikan film şirketlerine plato, Körfez ve Ortadoğu ülkelerine eğlence merkezleri ve benzeri, aşağı yukarı aynı ölçekteki işler tasarlamakta uzmanlaşmış. Projenin adından da anlaşılacağı üzere, varolan 1942 tarihli Ankara Hayvanat Bahçesi’nin iyileştirilmesi ve sağlıklılaştırılması için proje ısmarlanmış. “Ankara Vahşetin Krallığı, bir keşif macerasına çağrıdır”, diyor altyazı, “öyle bir yer ki, ziyaretçi konuklar gerçek bir dünyanın arka planıyla tanışırlar; orada kelimenin tam anlamıyla bir vahşi ortamda kaybolurlar.” Yerleşim Master Planı’na bakıldığında, gezi çağrısının bu tanımı, aslında genişletilmiş ve güncellenmiş, “yaşayan” hayvan dünyasının “tarihsel olan ile desteklenmiş” ve “mitik boyutlu kurgusal ögeler takılmış” üç bölümlü bir yeni bahçeden oluştuğunu kavramakta.
Ankara Yeni Hayvanat Bahçesi: “Animalia”, “Prehistoria”, “Mysteria”
Projenin ayrıntılarına indiğinizde, 1940 tarihli AOÇ Hayvanat Bahçesi’nin yerinde korunduğunu ve geliştirildiğini (Kullanım Planı 4. Bölge), demek ki değerinin bilindiğini ve özgünlüğünün takdir edildiğini; içinde yaşayan canlıların geçici olarak doğudaki 5. Bölge’de barındırıldıklarını; A ve B bölgelerinin Hayvanat Bahçesi’nin genişletilmesi amaçlı alanlar olarak ayrıldıklarını anlayabilirsiniz. Kullanım Planı 1. Bölge ise, Sanal yani Kurgusal Yaratıklara ayrılan Mysteria bölgesidir ki geçişim ara alanı olarak Prehistoria (3) ile gerçek Hayvanat Bahçesi’ne, yani Animalia’ya (4) bağlanmaktadır. Şirketin önerdiği etaplamaya göre, önce temapark ve geçici hayvanat bahçesi yapılacak; sonra varolan Hayvanat Bahçesi ihya edilecek; son olarak da genişletilmiş olan hayvanat bahçesi ögeleri yerini bulacaktır.
İlk Önce hayvanat bahçesi yok edildi!
Projesinin aksine, Hayvanat Bahçesi’nin çok sevdikleri sözde “ihya”sı için proje yaptıranlar, önce onu ortadan kaldırırlar; hem de varoluş nedeni olan hayvanlarıyla. Dönemin gazetelerini hatırlayınız: “Yılan kaçtı”; “Aslanı tayin ettik”; “Ağaçlarını da tayin ettik!” benzeri açıklamalarla, büyük ölçüde emek yoğun biçimde Gazi Eğitim Enstitüsü hocası Necdet Pençe’nin ellerinden çıkan ve 2011’de kapandığında hâlâ kullanılmakta olan, günümüzde bile çekim noktası olabilen tarihi Hayvanat Bahçesi pavyon ve bölümlerini yerle bir ederler.
Ne yazık ki parayı verip projeyi teslim alanlar, bildikleri gibi sonuçlandırmaya kalkarlar. Bildikleri ise, 1960’lar dünyasının gazino ve lunapark kültüründen kalma, yalnızca kendilerini “eğlendirecek” “nesne”ler ile sınırlıdır: Ortaya Ankapark çıkar! Zerrece rahatsız olmazlar çünkü zaten gerçek amaç, Atatürk Orman Çiftliği’nden, onun önemli parçası olan Hayvanat Bahçesi’nden, giderek Atatürk’ün kendisinden kurtulmaktır. O kadar ki sıkıştıkları Ankara Şehri Amblemi davalarında, Thinkwell’in yalnızca “Ankara Kingdom of the Wild” için çalıştığı Ankara Kedisi motifini bile maskot, logo, amblem olarak kullanmaya yeltenir, şehrin peyzajına, orasına burasına yerleştirirler!
Bugün 750 milyon dolarlık bir zarar bütçesinden, Ankapark olarak adlandırılan bir enkazdan bahsediliyorsa, bu vatan hainliğinden nemalanan, beslenen başkişi ve kişilerin dökümünü, Murat Ağırel’in Parsel Parsel [3] kitabından birer birer okuyabilirsiniz.
[1] 2011’de Hasan Atabaş’ın yaptığı saptamalara göre, şu anda bile alanda 8’i endemik olmak üzere, 260’tan fazla özel çiçekli bitki bulunmakta. Ankara’da 1350 küsur çiçekli bitki varlığı bilindiğinde, bunun %20’sinin “doğal sit” sayılmayan AOÇ arazisinde bulunduğu anlaşılabilir:
http://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr/
[2] Murat Ağırel, Parsel Parsel, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, Şubat 2021.
[3] Kitabın 214-253 arasındaki doruk son sayfaları, Ankapark’tan “beslenen” firma ve sahiplerine ilişkin uzun bir listedir.