Her destan bir hikaye, her hikaye bir dönüşüm serüvenini anlatır. Bir kahramanın hikayesini, daha doğrusu “henüz kahraman olmayanın” adım adım “kahraman”a dönüşme hikayesini… Çünkü, kahraman olarak doğulmaz, kahraman olunur, destanların, efsanelerin özü budur. Hikaye boyunca yaşananlar, aşılan engeller, bertaraf edilen düşmanlar, birer birer kahramanı kahraman yapan yolun taşlarını döşerler.
Epik destanlar ise tarihsel olayları konu alır. Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı muhteşem eseri “Kuva-yi Milliye Destanı” buna bir örnektir. Sadece işgal altında bir halkın işgalcileri püskürtmesini değil, bu süreçte bir tebaanın bir millete dönüşmesini anlatır.
Tüm destanlarda bu kemale erme sürecini belirleyen dönüm noktaları vardır. Bunlar bazen yuvadan ayrılış, bazen ölüm, bazen tutsaklık ve savaşlarla sembolize edilir. Hepsinde, bir meçhule adım atma vardır. Çoğu zaman çaresizlik ve zorunluluklar sebebiyle konfor alanının dışına çıkmak durumunda kalan kahraman bu konforsuz alanda ilerleyebildiği ölçüde dönüşecektir de. Geçtiği her dönüm noktasında, hayat o ana kadar bilindiği haliyle bitecek, daha gelişmiş bir noktadan yeniden başlayıp ilerleyecektir.
Kurtuluş Savaşı için 19 Mayıs 1919 bir dönüm noktasıdır. Milli tarihimizde bir dönemin bitip yeni bir dönemin başladığı gündür. Padişah kararına uymayan 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in bu tarihte başlattığı hareket, unutulmamalıdır ki sadece işgalcilere ve sömürgeciliğe karşı değil, mutlak otoriteye karşı da bir direnişi ve yeni bir vatandaşlık bilincini başlatmıştır. Nazım’ın ifade ettiği gibi düşünmeye alıştırılmamış, sindirilmiş cesaretsiz bireylerden kendi fikirleri olan, inisiyatif alabilen, cesaret gösterebilen kahramanlara dönüşenlerin hikayesidir Kuva-yi Milliye Destanı.
O halde Kurtuluş Savaşı sadece dışa verilen bir savaşı değil, aynı zamanda bir halkın psikolojik dönüşümünü, bu direnişe omuz vermiş her bireyin geçirdiği erginlenme serüvenini anlatır.
Öfke gibi, cesaret gibi…
Peki bu psikolojik dönüşüm, yani erginlenme nasıl gerçekleşir?
Jung der ki erginlenme kişinin bastırılıp bilinçdışına itilmiş duygu ve fikirleriyle yüzleşmesi, bunları bilince taşıması ve kendi yararına kullanabilir hale getirmesiyle olur. Bazen olumsuz addedilen fikir veya duygulardır bunlar. Öfke gibi. Bazen de bireyin kendinde olmadığına inandığı ya da inandırıldığı duygulardır. Cesaret gibi. Tebaalaştırılmış toplumlarda bu tür duygusal öğelerin bastırılması ve sadece ayrıcalıklı bireylere serbest kılınması rutindir. Erginleşme, bireyin bu bastırılmış psişik parçalarını keşfetmesi, olumlu yönde harekete geçirmesi ve bilincine katması sonucu gerçekleşir. Bu şekilde kilit altında tutulan ruhsal enerji açığa çıkar ve birey “muhtaç olduğu kudret”e erişir.
Destanlar bu kudretlenme yolunda bize yol gösteren kadim haritalar gibidir. Geçmiş deneyimler ışığında erginlenmeye dair bilgileri kayda geçirir ve gelecek nesillere miras bırakır. Bu anlamda Kuva-yi Milliye Destanı, bilhassa da 1. Bap’ını oluşturan Karayılan Hikayesi bu ruhsal dönüşümü anlamak açısından son derece manidardır.
O “cılız ve korkak” genç
Fransız işgali altındaki Antep’te ırgatlık yapan cılız ve hayli korkak bir gencin, kahraman bir direniş liderine dönüşmesini anlatır Karayılan Hikayesi. Antep işgali başladığında, bu cesaretsiz gencin tepkisi köşe bucak saklanmaktır. Direnişçiler nihayet onu saklandığı yerden çıkarıp eline bir silah ve altına bir at vererek direnişe katmak isterler, ama nafiledir. At da silah da yabancıdır ona. Ne yapıp edip çatışmadan kaçmaya ve saklanmaya devam eder. Antep’in işgali umurunda değildir, umurunda olan tek şey çatışmadan kaçınmaktır. Bir ideali umursayacak kadar özgüveni ömründe hiç olmamış, ne düşünmeye, ne inisiyatif almaya ne de cesaret göstermeye alışmıştır. Fakat korkunun ecele faydası olmadığını er geç anlayacaktır. Neticede, güvenlilik, belanın olmadığı yerde değil, belayla baş edebilme halindedir. Nihayet bir gün, kendine siper ettiği bir gül dalının ardından şahit olduğu olay hayatını değiştirir. Ak bir taşın ardından başını uzatıveren bir karayılanın isabet eden düşman kurşunuyla can verişini görmek, onda duygusal bir patlama yaratır. Masallarda, kahramanların karşılaştığı hayvanlar ruhu temsil eder. Bu genç de ölümüne şahit olduğu karayılanla özdeşim kurmuştur. Yaşadığı duygusal patlama sonucunda psişik duvarları yıkılır ve ömrü boyunca bilinçdışına itelenmiş öfke, isyan ve cesaret duygularının fışkırmasıyla bir deli kuvveti gelir, öne atılır ve bu kuvvetle senelerce çetesinin başında kahramanlık gösteren meşhur, efsanevi Karayılan’a dönüşür.
Kuva-yi Milliye Destanı’nda görürüz ki Karayılan gibileri çoktur. Neredeyse her ilden bir kahraman çıkmıştır. İşte bu Kuva-yi Milliye ruhu sadece işgalcileri kovalamayacak, ardından siyasi bir devrim gerçekleştirecek ve Cumhuriyet’i kuracaktır. Artık kul değil vatandaş olacaktır; düşünen, sorgulayan, haklarını talep eden, bunu, sadece kendi benliğine değil, vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu, milletin tüm fertlerine bir borç bilen. Kuva-yi Milliye’nin isimli-isimsiz sayısız kahramanının gençlerimize bıraktığı kıymetli miras budur.