Günümüzde ülkelerin önemini tayinde biyolojik zenginlik derecesi de bir ölçek oldu. Bütün canlılar için hayati önem taşıyan bu çeşitlilik süratle kaybolmaya devam ediyor. Ülkemizin de bu varlığı ne yazık ki tehdit altında. Anadolu bütün canlılar için binlerce yıldır sığınak olmuştur. Üç bitki coğrafi bölgesi ve üç ana iklimin buluştuğu yer olması Anadolu’nun zenginliğinin en büyük kaynaklarıdır. Küçük Asya ismini de alan Anadolu’nun inanılmaz biyolojik zenginliği, asırlar boyu tahribata uğramasına rağmen hâlâ ilginç düzeyde bulunmakta. Bunun en bariz göstergesi, Türkiye’de ortalama on günde bir yeni bir bitki türünün keşfedilmekte olmasıdır.
Türkiye, Dünya karalarının %0,6’sını kapsamasına rağmen, Dünya’daki tüm bitki türlerinin %2,6’sını barındırmakta. Bununla birlikte Türkiye üç bitki coğrafya bölgesinin buluştuğu tek ülke. [Avrupa-Sibirya (EUR-SIB), Akdeniz (MED),ve İran –Turan (IR-TUR) Kaynakça: Edinburgh Üniversitesi’nden Profesör P.H. Davis’in Türkiye ve Doğu Ege Adaları Florası adlı eseri.] Bu farklılık ülkemizde çeşitli alt iklim bölgeleri ve çok özel habitatlar oluşturmakta. Örneğin ortalama yükseltisi 1.100 metre olan, Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’nda (5165 metre) Sibirya benzeri iklim yaşanırken, tabanındaki Iğdır düzlüklerinde pamuğun bile yetiştirilebildiği Akdeniz İklimi özellikleri görülür.
Türkiye’nin her yerinde çok değişik bitkiler bulunmaktadır. Örneğin Akşehir ve Eber gölleri çevresinde yetişen Piyan bitkisinin her çiçeğinde üç-dört verimli yumurtalık bulunur, Piyan baklagiller ailesinin 18.000 türü arasında bu özelliğiyle bilinen iki türden biridir. Bu genetik özellik gelişen teknolojiye bağlı olarak çeşitli olanaklar yaratabilir. Örneğin aynı aileden fasulye, mercimek ve nohuta aktarılabilirse önemli ölçüde verim artışına yol açar. Türkiye, 2019 yılında yaklaşık 240 bin ton mercimek ithalatı gerçekleştirirken, 2020 yılının sadece ilk 8 aylık döneminde 372 bin ton ithalat yaptı. Sadece bu veri bile piyanın etkin kullanımının önemli verim artışı sağlayabileceğini gösteriyor.
Buğdayın evrimi
Türkiye’nin her yeri bitki çeşitliliği açısından çok zengin. Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı ve tarihte ilk düzenli tarımın yapıldığı Mezopotamya’nın kuzeyi, Güneydoğu Anadolu gıda bitkileri bakımından özellikle tahıl ve baklagillerde dünyanın önemli gen merkezleri arasındadır. ABD’nin en verimli buğday türünde görülen önemli hastalığın yol açtığı sorun, Güneydoğu Anadolu’nun doğal buğdayından gen aktarılarak çözümlendi. Hem hastalığa dayanıklı hem de yüksek verimli buğday elde edilmesini sağlayan uygulama, aynı zamanda tarım ilaçlarından ciddi bir tasarruf sağladı. [Kaynakça: Damania AB 2008 History, Achievements and Current Status of Genetic Resources Conservation].
Buğday tarımının ilk kez Güneydoğu Anadolu’da Karacadağ yöresinde başladığını doğrulayan birçok araştırma vardır. Dünyanın tüm buğday çeşitleri uzun evrimleşme sürecinde üç atasından türemiştir. Bu türlerin tamamı ve buğday evrim sürecine doğrudan katılmayan yirmi tür, Anadolu’da doğal olarak bulunur. Bütün bunlara rağmen Türkiye buğdayda aynı anda ihracat ve ithalat yapan bir ülke. Son 15 seneye bakıldığında bazı yıllar ithalatın bazı yıllar ise ihracatın fazla olduğu görülüyor.
Kimyasal gübreyle tanışmamış bölgeler
Bir diğer önemli potansiyel organik tarım için söz konusu. Türkiye’de hâlâ tarım ilaçları ve kimyasal gübreyle tanışmamış bölgeler var. Tarım ilaçlarının hektar başına tüketimi AB’ye oranla üçte birden azdır, kimyasal gübrede ise yarısını geçmez. Türkiye organik üretim için çok uygun şartlara ve yüksek ihraç potansiyeline sahip olmasına rağmen, dünya organik gıda pazarındaki payı maalesef çok düşüktür. Geniş bir tanımını yapacak olursak organik tarım; ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas itibari ile sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden ve üretimde miktar artışını değil ürün kalitesinin yükselmesini ilke edinen bir üretim şeklidir. 1. yüzyılda Kozan’da yaşamış hekim P. Dioscorides’in ünlü De Materia Medica adlı eserine göre, Anadolu tıbbi ve ıtri bitkiler bakımından da çok önemli bir merkezdir. Organik tarım ve tıbbi bitkiler konuları doğru işlense Türkiye’ye ciddi avantajlar sağlayabilir. Tüm Avrupa kıtasının 13.000 bitki türüne karşın Türkiye’nin 10.000 bitki türü vardır. 3.000’den fazla endemik bitki türü Avrupa kıtasındaki kadardır. Ülkelerin biyolojik çeşitliliği açısından bulundurdukları tür sayısı yanında, endemik (sadece o ülke ile sınırlı) tür sayısı da büyük öneme sahiptir. Türkiye endemik bitkiler açısında da Dünya’nın dikkat çeken ülkelerinden birisidir. Yaklaşık her üç çiçekli bitki türünden birisi endemik olup, endemik tür sayımız bütün Avrupa ülkelerinin endemik türlerinin sayısından daha fazladır.
Bununla birlikte Türkiye faunası 60.000’den fazla hayvan türü ile Avrupa kıtasına yakın zenginliğe sahiptir, bilim insanlarına göre çok sayıda tür hâlâ keşfedilmeyi beklemektedir. 2005 yılında düzenlenen kuş gözlem turunda üç hafta içerisinde 276 kuş türü saptanmıştır. Turu düzenleyen ve yürüten Utah Üniversitesi öğretim görevlisi kuşbilimci Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’na göre ülke rekoru olan bu sayı, tropik olmayan ülkeler arasında Türkiye’nin kuş zengini olduğunu gösterir. Bir başka çarpıcı örnek arılar için geçerlidir. Türkiye bitki çeşitliliği ve farklı iklim bölgelerine paralel olarak en az beş balarısı ırkı barındırmaktadır. Orta Anadolu’nun arı ırkının erkek hattı kullanılarak dünyanın en verimli arılarından Buckfast melezi İngiltere’de üretilmiştir. Anadolu istisnai ekonomik değer taşıyan ve melez üretimine fevkalade elverişli, çok sayıda arı ırkına ev sahipliği yapmaktadır.
Geleceğimizi emniyet altına almak için, tarım ve hayvancılık politikalarının çok acilen gözden geçirilmesi gerekmektedir ve ülkemizin biyolojik çeşitliliğini korumak öncelikli görevimiz olmalıdır. Yapılan bilimsel çalışmalara dayandırılarak, herhangi bir türün neslini tehlike altına sokmadan, sürdürülebilir bir şekilde yararlanılması ve değerlendirilmesi de önemlidir. Genetik kaynaklarımızın yok olması veya nesillerinin tehlikeye girmesi konusunda öncelik, tehdit faktörü veya faktörlerinin doğru olarak tespit edilmesidir. Sebep doğru olarak ortaya konulmadıkça, alınacak tedbirlerle arzu edilen sonuca ulaşılamaz.