Etopya Başbakanı Abiy Ahmed’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ortak basın toplantısında Mustafa Kemal Atatürk’ten övgüyle söz etmesinin Cumhurbaşkanlığı tercümanı tarafından canlı yayında sansürlenmesi arada kaynamasın diye yazının başına aldım. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun o basın toplantısını izlemek için gelen gazetecilere yaptığı “Taliban ne yapacak, ona bakacağız” diye özetlenebilecek” sözleriyle başlayacaktım yoksa. Çavuşoğlu, Türkiye’nin tutumunu hem Taliban’ın söz verdiği gibi “kapsayıcı” bir hükümete kurup kurmayacağına hem de 20 Ağustos Cuma günkü NATO Dışişleri Bakanları toplantısına bağladı.
Bu arada Çavuşoğlu’nun Türk gazetecilere -belki de sormadıkları için- söylemediğini Japon gazetesi Nikkei’ye söylediğini de hatırlatalım: Türkiye’nin “uluslararası topluluk ile Taliban arasında arabuluculuk yapmak gibi herhangi bir arzusu bulunmuyor” imiş. Japon gazetesinin Taliban’ın Türk askerini de istemediği sorusuna ise “Bizim asker muharip değil” yanıtını vermiş; Taliban’ın bunu dikkate alacağını umarak belli ki.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da Türk askerinin Hamid Karzai havalanının açık kalmasını bugüne dek sağladığını ve karar değişene dek görevini sürdürmeye çalışacağını söyledi. Şu anda Kabil’deki, sadece Türk değil, Amerikalılar dahil pek çok ülkenin diplomatları da büyükelçilik binalarında değil, havaalanında çalışıyorlar, birbirleriyle irtibat halinde başkentlerinden gelecek talimatı bekliyorlar.
Gelişmeler Ankara’nın ne kadar ciddi bir belirsizlik içine düştüğünü gösteriyor ama Ankara bu konuda yalnız değil.
Afganistan fiyaskosunun baş aktörü ABD dahil hiçbir NATO ülkesi ne olduğunu ne yapacağını bilmiyor. Batının eğitip donattığı kukla Afgan ordusu Taliban’ın Kabile girişiyle yarım saatte dağıldığından bu yana ipler Taliban’ın eline geçti.
ABD Büyükelçisinin sözleri
Batıdan gelen her yeni açıklama gelişmelerin gerisinde kalıyor.
Örneğin, dün, 18 Ağustos akşam saatlerinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield ile kısa bir görüşme yapma imkânı bulduk, gazeteci arkadaşım Serkan Demirtaş ile birlikte. Konu, Türkiye’yi uzun vadede çok ilgilendirse de sıcak gündemin birkaç gün gerisinde kalan kaçak Afgan göçmenlerdi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaçak Afgan göçmen akınının ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gizli bir anlaşmaya mı bağlı olduğunu sorgulamasına ABD Büyükelçiliği daha sabah saatlerinde bir tepki vermişti. Henüz Ankara görevini devretmeyen Büyükelçi Satterfield o açıklamanın ancak biraz fazlasını söyleyebildi:
• “Başkanlar Erdoğan ve Biden arasında Brüksel buluşmaları sırasında ya da başka herhangi bir zaman Afgan sığınmacılara dair gizli bir anlaşma ya da düzenleme yapıldığına dair iddialar hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. ABD’li bir yetkilinin 2 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, ABD’nin Afgan mültecileri Türkiye’ye yönlendiren iması nedeniyle üzüntü duyduğumuzu çok açık belirttik.”
Amerikan Büyükelçisi belli ki şu anda Afganistan’da neler olduğu, neler olabileceği, Türkiye’nin ne tür bir rol üstlenebileceği gibi soruları yanıtlamak istemiyordu çünkü aslında bir yanıtının da bulunmadığı anlaşılıyordu. Taliban’ın zaferinden sonra Biden’ın ilk açıklamasında Afganistan’daki tüm Amerikalıları tahliye etmek için belki 31 Ağustos’tan sonra da orada biraz asker tutabilecekleri konusundaki sözleri, belli ki (önceki Ankara büyükelçilerinden) Kabil Büyükelçisi Ross Wilson’un elini rahatlatmayı amaçlıyordu. Türkiye’nin Kabil Büyükelçiliğinin başında da çekirdekten yetişme deneyimli bir diplomat, Cihat Erginay bulunuyor. Birbirlerini önceden tanıyorlar.
Taliban ile temaslar ise sadece Kabil’de değil, Katar’ın başkantı Doha’da da devam ediyor; oradaki temaslarda MİT’in de rol oynadığı bilgisi var.
Taliban rest çektikçe herkes alttan alıyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki akşam bir TV yayınında “Taliban’ın itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz” dedi. Türkiye Cumhurbaşkanının dünyadaki en aşırılıkçı örgütlerden birini “ılımlı” bulduğunu söylemesi gerçekten acıklıydı. Üstelik Taliban’ın yönetici kadrosunun çoğu kendi Cumhurbaşkanlığı döneminde (2016) terörizmle irtibatlı kara listeye alındığı halde. Belki de Taliban’ı “ılımlı” bulduğu mesajının bu yolla Kabil’e ulaşmasına çalışan Erdoğan idi. O da ayrıca acıklıydı.
Bu sözlerden birkaç saat sonra, tabii ki özel olarak Türkiye’ye karşı değil ama bütün dünyaya hitaben, Taliban, Afganistan’da demokrasi olmayacağını, ülkenin İslam Şeriatı uyarınca yönetileceğini ilan etti. Şimdi umutlar Taliban’ın sözünde durup “kapsayıcı” hükümet kurmasında. Kimleri kapsayacağına bakıp, Çin ve Rus rekabeti ortadayken ABD ve Türkiye dahil NATO hükümetleri kadın ve çocuk haklarını yok sayan Taliban ile “kaldığı yerden devam” ilişkisi kurmak için gerekçe sayacaklar.
Devletler arası ilişkilerde rejime bakılmıyor genel olarak. Suudi Arabistan, İran ve pek çok Müslüman ülke daha demokrasiyle değil Şeriat ile yönetiliyor. Çin de de çok partili demokrasi yok.
Taliban’ın hangi ortamda ABD ve ortaklarının varlığıyla vücut bulduğunu biraz ayrıntılı yazmıştım, buraya tıklayıp okuyabilirsiniz. Taliban önce Rus, sonra Amerikan ordusuna mücadele içinde pişti. 11 Eylül El Kaide saldırıları sonrası ABD öncülüğünde batı orduları tarafından devrilmeden önce hükümette de bulundu. Yöneticilerin yaşlarına baktığınızda 50-60 yaşlarında hem savaş hem hükümet deneyimine sahip kadrolar olduğunu görüyorsunuz. Beğeneniz de benim gibi beğenmeseniz de; siyaseti de diplomasiyi de savaşın içinde öğrendiler.
Şu anda herkesin, özellikle Batının Afganistan’ı Çin-Rusya ekonomik egemenliğine kaptırmamak için kendileriyle ilişki kurmak zorunda olduğunu, onlar rest çektikçe alttan alacaklarını biliyorlar.
Geride kalan gelişmelerden söz etmiştik. Onların başında ABD’nin Türkiye’den Afgan hükümetiyle Taliban arasında arabuluculuk istemiş olması geliyor. Afgan hükümetinin ABD destekli başı Eşref Gani, bir Rus uçağıyla Tacikistan’a kaçtı Taliban Kabil’e girerken; o projeden artık söz eden yok.
İpler Taliban’ın elinde diye boşuna söylemiyoruz. Zor, oyunu bozar.