Korkma! Saadet Partisinin dün yayınladığı seçim videosu ekrana gelen bu sözcükle başlıyordu.
Dün, 12 Mart, İstiklâl Marşının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Marş olarak kabul edilişinin 102’inci yıldönümüydü.
Sözlerini “Kahraman Ordumuza” ithafıyla Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı, Osman Zeki Üngör‘ün bestelediği marş aynı sözcükle başlar: korkma!
Hem işgal ordularına hem de işgal ordularının işbirlikçisi Osmanlı Hanedanına karşı milli güçlerin TBMM Başkanı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği savaşın kazanılıp kazanılmayacağı henüz belli değildi. Bırakın İngiliz, Yunan, İtalyan ordularının istilasındaki Batı Cephesini, bırakın Fransız ordularının işgalindeki Güney cephesini, henüz Ermeni ve Gürcü ordularının işgalindeki Doğu Cephesi kapanmamıştı. 13 Ekim’de çiçeği burnundaki Sovyetler Birliği ile Kars Antlaşmasının imzalanıp Doğu cephesindeki askerlerin Batı cephesine kaydırılmasına aylar vardı.
İçeride, ileride torunları “Keşke Yunanlılar kazansaydı da Hilafet kalkmasaydı” diyecek olanların, ileride torunları ABD Altıncı Filosuna hizalanarak namaza durup dindar gençleri devrimci gençlere karşı kışkırtacak olanların İngiliz destekli isyanları vardı.
Peş peşe savaşlardan yılmış halk korku içindeydi. Savaşçı Meclis halka “korkma” diyordu.
Korkma diyenler, korku yayanlar
Birinci Meclis, kurucu Meclis korku içindeki halkın gücünü açığa çıkarmak için önce işgalcilerin kuklası Osmanlı Sarayının yaydığı korkuyu kalplerden ve zihinlerden çıkarıp atmanın gerektiğini biliyordu.
Saray, Sultan baştan giderse ülke bölünür, din elden gider korkusunu yayıyordu.
Meclis, Sultan baştan giderse birlik sağlanır diyordu. İstiklâl kazanıldı, Halife Sultan Vahdettin çareyi İngiliz donanmasıyla kaçmakta buldu ve ne ülke bölündü ne din elden gitti.
Bugün toplum bir asır önce olduğu kadar ağır olmasa da benzer bir kutuplaşma içinde.
Bir kutupta korku jeneratörleri var; varlıklarını insanların kalplerine ve zihinlerine korku salarak sürdürmek istiyorlar. Sanki bin yıla yakındır bu topraklarda çok daha kötü koşullarla ayakta duran ve güçlenen Türkiye, mevcut siyasi iktidar seçimi kaybederse bölünecek, devlet yıkılacak, din elden gidecek.
Yeni oluşan kutupsa “Korkma” diyor. Devlet kamu kaynaklarının bir oligarşi tarafından yağmalanmasının son bulmasıyla güçlenir, ülke bölünmez, hak ve özgürlüklerin genişletilmesiyle ayakta durur, elden gidense din ve inanç özgürlüğü değil, din tüccarlarının ahlaksız cezasızlığı olur diyor.
İki ruh hali ortaklığı
Bir uçta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’dan diğer uçta Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’na, bir uçta İYİ Parti lideri Meral Akşener’den, İttifak dışında olsa da HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’a dek, ideolojik olarak birbirine hiç benzemeyen partilerin seçmenlerine aynı “korkma” mesajı vermeleri rastlantı değildir. Ortak bir ruh halidir. Bu ruh halinin İstanbul’daki büyük sermayeden Diyarbakır’daki bakkal dükkanına dek anlaşılması için irili ufaklı partiler, dernekler, sendikalar çaba harcıyor.
Aynı şekilde başka irili ufaklı partiler, dernekler sendikalar da yirmi küsur yıldır süren AK Parti iktidarının devam etmesi için uğraşıyor. AK Partiyi yakın zamana dek ırkçı diye lanetlediği MHP ile, Milliyetçi-İslamcı çizgideki BBP’yi bir zamanlar Bekaa Vadisinde PKK kamplarını ziyaret edip Abdullah Öcalan’a çiçek veren eski Maoculardan Doğu Perinçek’in Vatan Partisi ve Kürt Hizbullahı destekçisi Hüda-Par ile aynı İttifakta birleştiren de ortak bir ruh halidir.
Geldikleri gibi giderler diyebilmek
“Korkma” sözü mevcut sistemden hak ettiği payı alamayan herkes için geçerli. O nedenle İslamcı kökenden gelen Saadet Partisi’nin, muhafazakâr tabanlarıyla Deva Partisinin, Gelecek Partisinin, laik sağ ve milliyetçi çizgideki İYİ Parti ve Demokrat Parti’nin yıllardır öcü haline getirdikleri CHP ile aynı saflarda olmasını iktidar cephesi kabullenemiyor, hazmedemiyor.
Çalınmış sorulara karşı sınav kaybeden, kazansa da sözlülerde kaybettirilerek mağdur edilen gençlerin değişimden korkması için bir neden yok. Ya da kendisinden istendiği şekilde karar vermediği için hakkında soruşturma açılan yargıcın. Keyfi kararlara imza atmadığı için terfi alamayan memurun. Yoksulluk sınırın altında ücretle yaşamaya zorlanan işçinin. İşsizin. Haksızlığa uğrayan diplomatın, subayın, polisin. İktidara yaltaklanmadığı için yokluğa mahkûm edilen sanatçının. Üniversitesinin iğdiş edilmesine direnen öğrencinin, öğretmenin…
Peki, “korkma” diyenler, sözlerinde durmazlarsa ne olur?
Durmazlarsa giderler. İş başına gelirlerse, “Biz gidersek devlet yıkılır, ülke bölünür, din elden gider” korkusuyla halkın yüreklerini ve zihinlerini esir almaya çalışmadan giderler.
Mesele de budur zaten. “Geldikleri gibi gidecekler” diyebilmenin rahatlığıdır.
Demokrasi seçimle işbaşına gelinen değil, seçimle işbaşından gidilen rejimin adıdır.