Nurettin Canikli’ye üzülmüyorum örneğin. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu bundan tam 160 yıl önce çiftçiyi desteklemek için kurulmuş, adı üstünde Ziraat Bankasını, “tarımla ve çiftçiyle sınırlandırmak” sözü vermekle suçlayan AK Partili Canikli’ye kızılır, eleştirilir örneğin. Hürriyet ve CNN Türk’ü Demirören Grubu eliyle hükümet borazanı haline getirmek için Ziraat Bankasını kullanmanın mı bankacılık ilkelerine daha uygun olduğunun hesabı sorulur. Ama üzülmek ayrı bir şeydir.
Kerem Kınık’a üzülmüyorum örneğin. 155 yaşındaki Kızılay’ı aile çiftliğine çeviren kim bilir kaç maaşlı AK Parti bürokratı “Ben gidersen kaos çıkar” buyurmuş; kaos ta kendisi oysa. Psikiyatrlar muhtemelen “Tanrı kompleksi” tanısı koyuyor böylelerine. Gerçi “ben gidersem…” diye başlayan çok bu aralar ama şimdi savcılara fazla mesai yaptırmayalım. Kınık’tan bir an önce depremzedelere vermesi gereken çadırları satmasının hesabının sorulacağı gün beklenir ama ona üzülmek kimsenin aklından geçmez.
Üzülmek başka bir şeydir. İnsan değer verdiğine, kendisini yakın hissettiğine üzülür. Muharrem İnce’nin kendini düşürdüğü haller için bu nedenle üzülüyorum.
Dengesini kaybettiğine üzülmek
İnce son olarak Fazıl Say’a “sözde sanatçı” deyip “Kim ulan sözde sanatçı?” lafını işitti. Ardından “Milyonlar arkamda” dediği halde 100 bin imzaya dördüncü gün ulaşmasını, herkesi saf yerine koyarak kendi stratejisi olarak sunmaya kalktı. Kendisini eleştirenleri tıpkı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kırk yıllık söylemiyle Boğaz’a karşı viski içip ahkam kesmekle suçladı. Deniz Zeyrek’in Sözcü’de kendisini muhalefetin oylarını bölmekle eleştirmesinden sonra, artık kim uyardıysa 180 derece döndü. Tuttu Zeyrek’e, sanki erişilmesi güç bir devlet makamındaymış gibi demeç vermek yerine “açık mektup” yayınladı. Üslup 180 derce değişmiş, İnce Twitter’daki profil resmini de Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeli olarak değiştirdi.
Ardından özeleştiri niyetine romancı John Steinbeck’e atfederek “Bir insana dengesini kaybettirip, sonra da normal davranmasını bekleyemezsiniz” sözleriyle sanatçılardan özür diledi.
Önerme doğru ama bu kadar kolay dengesini yitiren bir kişiden ülkeyi yönetmesini de bekleyemeyiz.
Kılıçdaroğlu’nun kendi lehine adaylıktan çekilmesini bekleyecek kadar gerçeklerden kopmuş İnce’ye artık kızmak da mümkün değil; üzülmek mümkün ama.
Kader seçimi basket maçı mı?
Kılıçdaroğlu’na PKK suikast düzenledi, şehit cenazesinde linç girişimine uğradı, inancı yüzünden seçilmeye layık olmadığı söylendi ama bunlar onun dengesini bozmadı. Erdoğan’ın kendisine taktığı “Bay Kemal” lakabını dahi tersine çevirip kendi kullanmaya başladı. Kendisine zamanında ağır sözler söylemiş siyasetçilerle bugün ideolojik katılığı bir yana bırakıp Erdoğan’ı sandıkta yenme hedefiyle ittifak kuruyor.
Muharrem İnce’yse bir yandan CHP’den kopup Memleket Partisini kurduğu halde Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi’ye hâlâ “CHP’nin çocuğu” olduğunu söylüyor. Hem adaylıktan çekilmeyeceğini söyleyip hem “Müzakereye açığım” diyor. Acaba neyin müzakeresinden söz ediyor?
İnce, Selvi’nin sorusu üzerine, Erdoğan’ın da artık kader seçimi saydığı bu seçimi basketbol maçına benzetmiş. Hesabı ilk turda seçimin bitmeyeceği, Erdoğan’la ikinci tura kalacak Kılıçdaroğlu’nun çekilip kendisinin de Erdoğan’ı yeneceği. İlk turda AK Parti ve MHP’nin Meclis çoğunluğunu koruması ihtimalini hesaba katmıyor, kendisinin CHP’den ve bir miktar da İYİ Partiden çekeceği oylarla Erdoğan’ın ilk turda kazanacağını da. Kılıçdaroğlu’na haddini bildirmek hesabıyla hareketinin siyasi maliyetini ya göremiyor ya önemsemiyor.
Muhalefetin adayına muhalefet
İYİ Parti Aydın Milletvekili ve bence İYİ Parti’nin Meral Akşener’in etrafındaki çoğu isimden çok daha dünyaya açık olan seçmen tabanının sessizliğini temsil eden isimlerden olan Aydın Sezgin, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını “Yüzde 25’i yüzde 51 yapmaktan daha büyük bir olaydır bu” diye niteliyor; “Partisiyle buluşmuyor, milletin çoğunluğuyla, milletin bütününü temsil etme iddiasıyla buluşuyor.”
İYİ Parti’de sadece Yavuz Ağıralioğlu yok.
İnce’ninse “Kılıçdaroğlu ilk turda alamazsa neden İnce lehine çekilsin?” sorusuna verebileceği “Çünkü benim hakkım” dışında yanıtı yok; en azından seçime 47 gün kalmışken henüz yok.
Türkiye’de şimdiye dek görülmemiş çeşitlilikte kurulmuş bir muhalefet cephesinin adayına muhalefeti temel siyasi çizgisi benimsemiş durumda. Erdoğan’a biat edip, işte onun destekçilerinden destek aldığı filan gibi spekülasyonlara girmeye hiç gerek yok. Şahsi hırsına kapılıp izlediği siyaset Erdoğan’ın değirmenine su taşıyor. Kendisini bir zamanlar Erdoğan’a karşı umut olarak görenler bakımından İnce’nin durumuna üzülmek için bu bile tek başına yeterli.
Kendini sevenlerine hâlâ affettirebilir
Durumuna ancak üzülmek mümkün diyorum çünkü gerçekten yıldızı parlayan bir siyasetçiydi. 2018’de CHP’nin adayı olarak Cumhurbaşkanlığını kaybettikten sonra da halkın sevgisini kaybetmemişti. Ankara’da yediğimiz bir yemeği hatırlıyorum. Henüz CHP’deydi ve önce CHP genel başkanlığı, ardından cumhurbaşkanlığı hedefiyle coşkuluydu. Etrafımızdaki masalardan insanlar onunla fotoğraf çektirmek için sıradaydı. Bugün aynı lokantaya -davetlim olarak- gitsek etraftaki masalardan ne tür tepkiler geleceğini maalesef tahmin edebiliyorum.
AK Parti trollerinin kol gezdiği sosyal medyada dansını paylaşanların büyük kısmı yarın İnce’nin adını bile hatırlamayacak siyasi bilinç düzeyinde. Ama son dönemdeki bütün tutarsızlıklarına rağmen İnce’yi hâlâ parlak bir siyasetçi olarak hatırlamak isteyenler onun Türkiye’nin aydınlık geleceğine katkı verirken görmek isteyenler var.
Bence İnce’nin hiç değilse 24 saat sosyal medya orucu tutup elini vicdanına koyup kendisini bu kadar kolay harcamaması gerektiğini düşünmesinde fayda var.
Sonra daha çok üzülmek yerine bugün kendini mahallesine affettirmek, kendi egosunu siyasi ülküsü için yenebileceğini kanıtlamak daha kolay.